Bundan bir buçuk yıl önce burada çıkan bir yazıda “Türkiye’de hiçbir başarı cezasız kalmaz” diye bir cümle vardı. O yazıdaki ilgili paragraf şöyleydi:
Son günlerde internette dolaşan bir video var. “Türkiye’de hiçbir başarı cezasız kalmaz” diye bitiyor. Akademik âlemde bunun iki örneği var şu sıralar gözümüze çarpan. TÜBİTAK eski Başkanı Prof. Yücel Altunbaşak ve İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Rektörü Prof. Galip Akhan.
Prof. Yücel Altunbaşak ve Prof. Galip Akhan’ın mağduriyetleri devam ediyor. Yücel Hoca’nın davası dosyada cezayı gerektirecek hiçbir unsur bulunamadığı için olsa gerek hala sonuçlanmadı ve yurt dışı yasağı kaldırılmadı. Dava sürekli erteleniyor.
Galip Hoca içinse 20 ay sonra yeniden bir dava süreci başlatılıyor. 20 ay önce yalancı şahitlerin ifadeleriyle dolu dosya, adli kontrole bile gerek duyulmadan bırakılmasını sağlamıştı Galip Beyin. Şimdi neredeyse aynı dosya ile mahkemeye çağrılıyor. İddianamenin hangi hukuk anlayışıyla kabul edildiğini anlamak zor. Elbet bu günler geçecek ve tarih âdil davrananlarla davranmayanları unutmayacak.
Yukarda bahsettiğim yazıdan bu tarafa üniversitelerdeki mağduriyetlerle ilgili çok sayıda bilgilendirme mektup ve mesajı aldım. Bunların listesini tutuyorum. Gün gelir kimlerin ne tür haksızlıklara uğradığını yazmak kısmet olur belki.
Yargı sistemimiz çökmüş bizim. Şimdi görevden ayrıldıktan dört yıl sonra ÖSYM eski başkanı Prof. Ali Demir’in başarılarını cezalandırmaya karar vermiş ulu yargımız.
Ali Demir, Temmuz 2010’daki sistematik kopya olayından sonra geçti ÖSYM’nin başına. Benim de mezun olduğum İstanbul Teknik Üniversitesinde hocaydı. İyi bir pozisyonu vardı üniversitede ve bir iş aramıyordu. Görevden kaçmak olmazdı. ÖSYM’de işin ehli güzel bir ekip oluşturdu. Bildiğim kadarıyla Prof. Ensar Gül, Prof. Ercan Öztemel ve Prof. Ömer Pekşen geceyi gündüze katarak bir ekip ruhu ile ellerinden gelenin azamisini ortaya koydular. O sıralar YÖK üyesi olan Prof. Durmuş Günay’ın katkılarını da anmamız gerekir.
Sınav Güvenliği
Ekibin ilk işi sınav güvenliğini sağlamaktı. Yılların ihmali ile gelinen nokta ürkütücüydü. Kopya çekmeye gerek kalmadan sahte cevap anahtarları ile dahi büyük ticaretler yapılabilir hale gelmişti. 36 yıl sınav yapan bir kurumda soru bankası diye bir şey yoktu. Uzmanlar bir sınavın sorularını yazıp dışarıda dolaşıyorlar hatta dershanelerde çalışıyorlardı.
Sınav koordinatörleri istedikleri adayı, istedikleri sınıflarda ve istedikleri görevliler huzurunda sınava alabiliyorlardı. ÖSYM çalışanlarının çocuklarının Türkiye’nin en iyi üniversitelerini kazanması dikkatleri çeker boyutlara ulaşmıştı.
Eski yönetimin bir başarısı (!) vardı yine de. Başörtülü çocukları sınavlara almamayı başarmışlardı. Ayırımcılık zirveye çıkmış, insan hakları diye bir kavram lügatlerden silinmişti.
Göreve gelir gelmez “sınav güvenlik tedbirlerini” yayınladı Ali Demir. Yazılı hiçbir mevzuatı olmayan kurumun kanunu çıksın diye çabaladı ve başardı. Çok olağan ve basit yöntemler ile güvenlik uygulamasını başlatmak dahi menfaat şebekelerini rahatsız etti. Türkiye tarihinde eşine rastlanmayan bir karalama kampanyası başlattılar. Medyayı kullandılar. İçeride çalışan işbirlikçilerinden destek aldılar.
Dershanecilerin, menfaat odaklarının, sınav çetelerinin, paralel devlet yapılanması gibi devlete sızmak isteyenlerin karşısında dimdik durdu arkadaşlarıyla beraber…
“Sınav Uygulamalarına İlişkin Güvenlik Tedbirleri” ile sadece adaylar değil görevliler de disiplin altına alındı. Cep telefonu ile binalara girmek mümkün değildi artık. Giren çıkan kimdir, bilmek gerekiyordu.
Hem cevap anahtarı ticareti yapılmasının önüne geçmek hem “toplu kopya” işini kökten çözmek gerekiyordu. Bunun için “her adaya farklı soru kitapçığı” uygulamasını başlattı Ali Hoca. Sadece tek başına bu tedbir bile sistematik bir kopyayı önlemek ve herkesin hakkını korumak için başlı başına bir yeniliktir ve yine sadece bu tedbir Ali Beyin FETÖ ile ilişkisi olmadığına dair en büyük delildir. Sınava giren her adayın kitapçığında sorular aynı, soru ve cevap seçenekleri farklı dizilimdeydi.
ÖSYM’de öyle bir düzen kurulmuştu ki akıllara zarar. Soru yazarlarının bir kısmı dershanelerde çalışıyordu. Bu düzene çomak soktu Hoca. Aynı anda da FETÖ dershanelerinden homurtular yükselmeye başladı. Malum yayın organları Hocayı topa tutmaya başladı. Aldırmadı, bildiğim kadarıyla günün hükümeti ve cumhurbaşkanı arkasında durdu Hocanın. Bu önemli bir husustu.
Soru havuzu oluşturulması ve şifrelenmiş sorulara kimsenin ulaşamaması sınav güvenliği açısından alınmış önemli tedbirler cümlesindendir. Soruları taşıyan araçlar için uydu etkileşimli takip sistemi, elektromekanik kilit sitemi, sınav görevlilerinin salonlarını ancak sınav günü öğrenebildikleri bir düzen de alınan tedbirler arasındaydı.
Gayretler sonuç vermeye başlamıştı. Elbette belli bir zamana ihtiyaç duyulmuştu bunun için. “Herkesin emeğinin emanet” olarak korunduğunu topluma göstermek ve buna inandırmak gerekiyordu. Bu başarıldı. Nitekim engelli memur alımı sınavları, EKPSS, başarıyla gerçekleştirilmiş, 65.000 engelliden tek bir şikâyet dahi gelmemişti. Her türden örgütün, şebekenin, çetenin neredeyse her istediğini kolayca alabildiği bir garip yapı, 10.000 sayfadan daha fazla mevzuatı olan, kanun, yönetmelik, Bakanlar Kurulu Kararı, süreç tanımı ve talimatlarla kayıtlı olarak yönetilir, idari ve mali özerkliğe sahip bir kurum haline getirildi.
Sistematik kopya önlenmiş fakat içerdeki birkaç FETÖ mensubunun ihanetiyle 2012 KPSS sınavında bazı sorular küçük bir grubun eline geçmişti. Bunu da soru kutularının altına yapıştırılan bir taşınabilir bellekle yapmışlardı. O küçük grubun sınavları iptal edildi.
Bir de 2012 yılında yapılan Adli Yargı-Hâkimlik sınavı var. Sonuçlarına bakarak sınavın âdil olmadığı hükmüne varan ÖSYM Yönetim Kurulu, sınavı iptal etti. Ama zamanın yargısı ÖSYM’nin iptalini iptal ederek sınavı geçerli saydı. Daha ne yapsaydı Ali Demir?
Yargının tutumu… Kurulan tuzak…
İfade tutanağında savcının sorularına bakılırsa konuya peşin hükümle bir yaklaşım sezmemek mümkün değil. Maalesef bu tutum benzer davalarda da görülüyor. Ben burada bir tuzak ihtimalini göz ardı edemiyorum. Bu doğrultuda iki yazım var. Tuzak hem bu ülkeye hem Ak Parti’ye kuruluyor. Bu yazılardan birincisi “Dikkat… Bir tuzak var…” adıyla Eylül 2017’de, diğeri “Evet, tuzak var…” adıyla Kasım 2017’de çıktı.
Ali Demir’in, Galip Akhan’ın ve Yücel Altunbaşak’ın dosyalarında silahlı terör örgütüne üyeliği gösteren hiçbir makul delil yok. O zaman bu davalardan murat daha başka bir şey mi diye geliyor insanın aklına…
Bütün yargı mensuplarına Üstad Necip Fazıl’ın Reis Bey kitabını hediye etmeli. Üstadın merhamet kavramını, kuru lügat anlamının ötesinde nasıl bir derinliğe kavuşturduğunu görmeli hepsi.
Zaten bir hukuk garabetiyle karşı karşıyayız. FETÖ’nün silahlı terör örgütü olduğuna dair bir hukuki belge, bir mahkeme kararı ancak 2016 Temmuzundan sonra söz konusu oldu. Yukarda bahsettiğim “Dikkat… Bir tuzak var…” başlıklı yazıda bu hususun detayları var. Ali Demir’in silahlı terör örgütüne üyeliği zaten söz konusu değil ama işin bir de böyle garip bir tarafı var. Üstelik bir insanın geçmişteki müktesebatı, onun durumu hakkında yeterli bilgiyi verir. Bu ortadayken Ali Demir’e FETÖ’cülük bulaştırmaya kalkmak akıl kârı olmasa gerek.
Ali Demir’in şahsında ülkenin itibarı da yerle bir ediliyor. Olur olmaz aklı evveller onu teşhir ederek gazetecilik yaptıklarını sanıyorlar ama en basit insan haklarından bile haberdar değilmişçesine bir tutum sergiliyorlar. Hani bir mahkeme kararı olmadan kimseyi itham etmek yoktu… Ben Ali Demir’in yerinde olsam bunları dava ederim. 60 sınavda soru hırsızlıkları nasıl gerçekleşti diyerek aslı astarı olmayan bir iddiayı ortaya atmak ve kara çalmaya kalkışmak ne insanidir ne de ahlaki… Göreve gelmeden önceki soru hırsızlıklarını Ali Demir’den sormaya kalkmaksa ahlaksızlığın zirvesi.
Ali Demir’in yaptığı iş öyle basitçe geçiştirilecek bir konu değil. Tabii ki bu kadar önemli ve kritik bir kurumda değişim ve düzelme bir günde olmuyor. Aşama aşama, temizlik, düzenleme, iyileştirme, kayıt altına alma gerçekleştirildikten sonra ideal bir düzenlemeden söz edilebiliyor. Tüm bu gayretlerin semeresi olarak, 2 milyona yakın adayın girdiği 2015-YGS sonuçları sadece üç günde açıklanmıştı. Bu sadece maddi bir başarı gibi görülebilir. Ancak unutmayalım ki, bu başarı, “hak ve adaleti sağlamak üzere tesis edilen sınav güvenliği” uygulamalarının ortaya çıkardığı bir sonuçtu.. Sorumsuzluğun zirvesini temsil eden sosyal medyada veya dedikodu çevrelerinde duyduğunuz veya duyacağınız her türden aksi bilgi yalan ve iftiradan ibarettir. Son dört yıldır acaba aleyhte ne bulabiliriz türü gayretlerle tüm inceleme, soruşturma, arama, taramalara rağmen en küçük bir eksiklik dahi bulunamamış olması bunun kesin kanıtı değil mi?
Bu toplum, aydınlarıyla, sivil toplumuyla, iktidar ya da muhalefet mensubu siyasileriyle ve elbette yargısıyla dürüst, sadece hizmet aşkıyla çalışan insanlara sahip çıkmadığı müddetçe işimiz gerçekten zor demektir. Üçünü de yakından tanıdığım Prof. Ali Demir, Prof. Galip Akhan ve Prof. Yücel Altunbaşak hiç ilgileri ve yakınlıkları olmadığı halde FETÖ’cülük ithamına maruz kalmış ve yalnız bırakılmışlardır. Bu konularda söyleyeceklerim var daha. Peşini bırakmayacağım…