Yerel seçimler sonrasında Türkiye’de ve çevresinde çok dikkate değer gelişmeler vuku buluyor. Bunları anlamlandırmak için çok yönlü bakış açılarına ihtiyaç var.
Ak Parti’nin çoğu büyükşehirleri kaybetmesi ve oy kaybına uğraması hakkıyla değerlendiriliyor mu, kuşkuluyum. Ak Parti camiasında “Tohum saç, bitmezse toprak utansın!/ Hedefe varmayan mızrak utansın!” havaları esiyor. Bu şiiri okuyup mesajlaşma gruplarında paylaşanları biliyorum. Özellikle tekrarlanan İstanbul seçimleriyle ortaya çıkan seçmen davranışının derinlemesine tahliline ihtiyaç olduğu çok açık… Zira İstanbul bir Türkiye karmasıdır ve İstanbul’u anlamak Türkiye’yi anlamak demektir. Yanlış anlaşılmasın, bu tahlil yalnız Ak Parti için değil Türkiye hakkında düşünen herkes, her kurum ve her parti için bir zarurettir.
Dünya değişiyor, Türkiye değişiyor, davranış kalıpları değişiyor, beklentiler değişiyor, birliktelikler değişiyor, din anlayışı değişiyor, yönetim anlayış değişiyor, daha pek çok şey değişiyor.
Bu değişimi çok iyi izlemesi ve adımlarını buradan çıkacak sonuçlara göre atması gerekenlerin başında Türkiye’deki mevcut yönetim geliyor. Eğer bu durum görmezden gelinirse sadece mevcut hükümeti ve partiyi değil Türkiye’yi de zor günler bekliyor demektir.
Tabii Türkiye’yi yönetmeye talip olan yeni oluşumların da başarılı olmak için çok kapsamlı çalışmalara ve dosyalara, bu değişimi göz ardı etmeden sahip olma zorunluluğu var.
Yazılıp çizilenlerden anlaşıldığı kadarıyla Ali Babacan, bu değişim furyasını iyi değerlendirmek için önce kadro oluşturmak, ardından da bu kadronun ortak aklıyla bir program sunmak arzusunda. Bu programı önce bir düşünce platformu, bir araştırma merkezi ya da bir vakıf bünyesinde tartışmaya açmak gibi bir yol da izlenebilir mi bilmiyorum, ama buna dair duyumlardan bahsedenler de var.
Yine anladığım kadarıyla bu kadronun teşkilinde iki hususa dikkat ediliyor. Bir: Çalışmalarda yer alacak kimse dürüst mü, sözüne güvenilir mi, sağlam irade sahibi mi, hak hukuk gözetir mi, bu konularda sınanmış mı? İki: İşinde başarılı mı, bunu ispatlamış mı?
Buradan ortak aklı oluşturacak heyetin mensuplarıyla ilgili olarak şunu çıkarıyorum ben: Bu iki özellik dışındaki hususlar, yanı, bölgesi, ırkı, mezhebi, meşrebi, mektebi göz önüne alınarak bir değerlendirme yapılmayacak. Yine bildiğim kadarıyla Ali Babacan dini kavramlarla konuşmaktan uzak duracak bir istismar hissi doğmaması için. Zira ortada çok kötü örnekler var ve bunlar her şeyden önce mukaddes değerlerin aşınmasına yol açıyor.
Ali Babacan başarılı olmak istiyorsa değişimi iyi okumak zorunda.
Şu sıralar yeni bir oluşum içine gireceğinden söz edilen Ahmet Davutoğlu’nu anlamakta güçlük çekiyorum ben. Sanırım daha çok Ak Parti içinde kalarak bir şeyler yapma niyetinde. ‘Tayyip Erdoğan buna izin verir mi’ diye sorsam sizin cevabınız ne olur?
Değişen dünya ve Türkiye pek çok unsuru gözden geçirmeye zorluyor bizi.
F-35 programının askıya alınması elbette bir uçak mühendisi olarak beni üzüyor. S-400 meselesi Türkiye için zor günlerin habercisi mi olacak yoksa birilerinin iddia ettiği gibi yönetimin bağımsızlık yönünde attığı adımın bir sembolü mü? Benim başından beri anlamakta zorlandığım husus S-400’ün hangi tehdide karşı kullanılacağı oldu. Muhayyel bir tehdide karşı mı?
S-400’ün yerleştirilmeye başlanmasıyla birlikte Amerika, Türkiye’nin F-35 programından çıkarılacağına dair kararlar almaya başladı. Bunun Türkiye’ye maddi maliyetinin 9 milyar dolardan fazla olacağı konuşuluyor. S-400’ün 2.5 milyar dolarlık maliyetini de ekleyin üstüne. Üstelik bilgi ve teknoloji transferi ile insan altyapısındaki kayıplar da cabası. Bildiğim kadarıyla S-400’lerin ortak üretimi diye bir şey söz konusu değil, yani mühendislik tabanlı bir teknoloji transferi, en azından şimdilik, yok. Keşke attığımız taş, ürküttüğümüz kurbağaya değseydi.
Belki artık bunları tartışmanın vakti geçti, ama sahi, biz S-400’ü hangi tehdide karşı kullanacağız? NATO ülkelerinden gelen bir tehdide karşı mı? Türkiye’de mevcut hava savunma sistemi ve onların radarları ile S-400’lerin entegrasyonu diye bir şey söz konusu değil. Bu durumda Rusya Türkiye’nin tehdit olarak gördüğü ülkeler manzumesinden çıkarılmış mı oluyor? NATO ile ilişkilerimiz bundan sonra nasıl olacak?
Bütün bunlar Türkiye’nin Avrasya merkezli bir anlayışa doğru kaydığına dair alâmetler cümlesinden mi acaba? Bizim medyada Putin hayranları çok. Putin’in Rusya’yı yönetme biçimini göklere çıkaranlar benzer bir anlayışı Türkiye’ye yerleştirmek mi istiyorlar yoksa? Daktilo1984 internet sitesinde Prof. Ramazan Gözen’in S-400’ler ve F-35’ler: Askeri Değil Siyasi Tercihler başlıklı yazısı, ben her noktasına katılmasam da, bu bakımdan okunmayı hak ediyor. Bu sitede konuya ilişkin başka yazılar da var.
Değişim demiştik yazıya girerken… İşte Avrasyacılığa doğru kayan bir değişim… Benim değişimden kastım bu olmasa da yine de bir değişimle karşı karşıyayız…
Türkiye S-400, F-35, olmazsa Rus yapımı SU-35, top tüfek, barut mermi, tank gibi sert güç unsurlarına sahip olmayı önemsiyor. Fakat asıl muhtaç olduğumuz demokrasi, hukuk, güçler ayrılığına dayalı modern yönetim sistemleri gibi yumuşak güç unsurlarıdır. Bu değişim konusunu daha çok tartışacağız.