Can yakıcı çığlık… Suçlu ile suçsuzu, haklı ile haksızı ayırt etmek…

Can yakıcı çığlık… Suçlu ile suçsuzu, haklı ile haksızı ayırt etmek…

Rekabet Kurumu eski başkanı Prof. Dr. Nurettin Kaldırımcı, bazı dost ve arkadaşlarına ve bir kısım milletvekillerine bir mektup gönderdi. Nurettin Beyle hukukumuz çok eskiye dayanır. Belki o sıfatıma itibar ederek belki eski milletvekili olduğum için mektuptan beni de haberdar etti. Nurettin Bey bir işletme hocası idi. 20’nci dönemde Kayseri milletvekilliği yaptı. Daha sonra Rekabet Kurumu başkanlığında bulundu… Kardeşi Hayrettin Kaldırımcı iki sıfatı ile anılırdı. Tuğgeneral ve hukukçu… Şimdi üçüncü bir sıfatı daha var. Yargı mağduru bir yargı mensubu…

Hayrettin Kaldırımcı’nın başına gelenler, hukuk sistemimizin içler acısı durumunu seriyor ortaya. Bu faciada FETÖ’nün payını görmezden gelmek mümkün değil. 15 Temmuz travmasından kurtulamayan yönetim ve hukuk sistemimiz, yanlış üstüne yanlış yapıyor. Bu da toplumdaki adalet arayışını bir çığlığa dönüştürüyor.

Önümüz bayram. Bayramların yeni ümitlere yol açması beklenir. Toplumumuzda herkes bir ümit arayışı içinde… Bu bayramın gerçek bayramların habercisi olması temennisiyle bayramınızı tebrik ediyorum.

Bir nokta daha. Adalet arayışında Hayrettin Kaldırımcı bir sembol. Onun şahsında adalet için çırpınanları hatırlamamak olmaz. Hain darbenin planlayıcılarını elinden kaçıran sistem suçlu ile suçsuzu, haklı ile haksızı ayırt etmekte hassas değil… Adalet mülkün temeli diye bilirdik. Şimdilerde iktidarı korumanın aracı olarak kullanılıyor.

Nurettin Kaldırımcı’nın mektubunu değiştirmeden sunuyorum. Hayrettin Kaldırımcı’nın başına gelenler, ailenin hissiyatıyla birlikte orada mevcut.


“Kardeşim Tuğgeneral Hayrettin Kaldırımcı’nın tutukluluk süresi üç yılı aşmış bulunmaktadır.

Sincan Cezaevi’nde tek kişilik hücrede kalan ve bir an önce tahliyesini beklemekten yorulduğumuz kardeşimin bugüne kadar muhatap olduğu muamele maalesef devlete ve adalete olan güvenimizi sarsmış, artık canımızı acıtmaktadır.

Menfur darbe teşebbüsü ve hain FETÖ örgütüyle ilgili öfkemiz, devlete, millete ve meşruiyete kast eden suçluların fazlasıyla cezalandırılması gerektiğine ilişkin inancımız mahfuz kalmak kaydı ile suçlu ve suçsuzların ayıklanması, adaletin gereğinin gecikilmeden, bir an önce yerine getirilmesi de bilinsin ki artık sakin bir talebi aşıp çığlığa dönüşmüştür.

Can yakıcı olan sadece kardeşimin dört duvar arası yalnızlığı değil, vatan ve millete ihaneti de gündeme getiren ve onu olduğu kadar bizi de bunaltan malum kirli damgadır!

“Devletin dini adalettir, adalet olmalıdır!” ilkesinden hareketle kaleme aldığım bu mektubu, hoşgörünüze ve var olduğuna inandığım hukukumuza sığınarak bilginize arz ediyorum.

Kardeşim, Genel Kurmay Başkanlığı Adlî Müşaviri olarak görev yapmakta iken, darbe teşebbüsü sırasında görev mahallinde bulunduğu ve darbecilerin sıkıyönetim görevlendirme listesinde isminin geçtiği gerekçesiyle tutuklanmış, bir yıldan uzun bir sürede iddianamesi ancak hazırlanmış,  hâlen dâvası Ankara 25. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmektedir. Bugüne kadar kendisi ve avukatı tarafından defâetle, her adımda dile getirilen tahliye/tutuksuz yargılanma talebi de maalesef kabul edilmemiştir.

1- Tuğgeneral Hayrettin Kaldırımcı, Kuleli Askeri Lisesini müteakip Kara Harp Okulu’ndan 1979 yılında topçu teğmen olarak mezun olmuş, 80’li yıllarda da Ankara Hukuk Fakültesi’ni bitirmiştir. Kıta hizmetini müteakip çeşitli DGM’lerde ve askeri mahkemelerde hâkim ve savcı olarak uzun yıllar görev yapmıştır. Bu bağlamda Hasdal Savcılığı görevinde iken Sayın Hulusi Akar’ın dahli ile önce Genel Kurmay Savcılığı’na, burada 4 yıl görev yaptıktan sonra da M. Zeki Üçok vb. kişilerin de basında lehine yazı yazdığı bir süreçte, Muharrem Köse’nin yerine Adlî Müşavirliğe atanmıştır. 

Birlikte çalıştığı kişiler kendisi atanmadan önce orada bulunan, üst makamın da bazılarını tecrübeli diye tavsiye ettiği kamu görevlileri idi.

Takriben 2,5 ay sonra da malum darbe teşebbüsü olmuştur.

2- O akşam, kendisinin Genel Kurmay’da bulunması hem katı bir teâmül gereği hem de bu yöndeki talimat/talep icabıdır: a- Normal bir mesai gününde Genel Kurmay Başkanı çıkmadan ya da onun izni olmaksızın Adli Müşavirin yerinden ayrılması olağandışı bir davranıştır ve, b- 15 Temmuz öğleden sonra çok sayıda generalin de bulunduğu, güvenliğe ilişkin bir toplantı sırasında, salondan dışarı çağırılmış, Org. İhsan Uyar aracılığı ile savcı ve Merkez Komutanlığı’ndan bir görevli ile beklemesi şeklindeki Başkanlık talimat ya da isteği kendisine ulaştırılmıştır. Çok sayıdaki tanık beyanı, telefon kayıtları ve kendi açıklamaları da durumun böyle olduğunu teyit etmektedir.

Teknik bilgilere göre,  ne darbe günü ve gecesi ne de takaddüm eden günlerde darbe teşebbüsü kapsamında herhangi bir kimse ile örgütsel irtibata karîne teşkil edecek türden ne yüz yüze ne de telefonla herhangi bir görüşmesi vardır.

Bu arada bir televizyon kanalında yayınlanan 15 Temmuz gecesi Genel Kurmay’daki “kamuflajlı, silahlı askerler komutanları derdest ederken kendisinin koridorda geziniyor olması” görüntüsü,  tamamen asılsız bir haberdir ve muhtemelen algı yaratmaya yöneliktir. Biraderin açıklamaları ve kamera kayıtları ile ispat edildi ki, bu, farklı zamanlardaki görüntüler bir araya getirilerek yapılmış bir haberdir. Kendisi, makam odasının komutanlık katında bulunmadığını, hiçbir silahlı asker görmediğini, haber konusu kamera görüntüsünün gece 02.30 sularında makam odasına geçmeye çalışırken koridordaki şaşkın, kızgın halini gösterdiğini ifade ve ispat etmiştir. Darbe sonrası sırf bu görüntülere bakarak Hayrettin Kaldırımcı’nın ihracına karar verdiklerini söyleyen ve mahkemede tanıklık da yapan ilgili komisyon başkanı bilmeli ki, bir kaç fotoğraf karesinden hareketle bir iki saatlik bir sinema filminin, bir olaydan hareketle de bir ömrün hikâyesini/mahiyetini kimse bilemez, tahmin de edemez!

3-Darbecilerce hazırlanan listelerde ismi bulunan ve bugün itibariyle beraat etmiş ya da tahliye olan çok sayıdaki üst düzey subay gibi,  Hayrettin Kaldırımcı’nın da isminin listelerde yer almasında hiçbir dahli, bilgisi ve rızası yoktur. Bu kadar zaman geçtikten, bu kadar itirafçının varlığından sonra bile bu hususa dair, aksi yönde herhangi bir bilgi ve belge de bulunmamaktadır. Listede ismi olmak, tek başına, aleyhte hukuki bir delil olmaktan çoktan çıkmıştır.

4- Kardeşimin çocukluğundan itibaren, en azından 50 yıllık bütün hikâyesini bilen biri olarak ifade edebilirim ki, kendisinin dünya görüşü, meslek/hak hukuk hassasiyeti, alâmeti fârikası sinsilik olan Cemaat/paralel yapı ya da FETÖ ile bağdaşmaz niteliktedir; hayatın olağan akışı dışında yolu hiçbir zaman onlarla kesişmemiştir.

Bylock, mahrem imam, abi, dershane, okul, Bank Asya, burs, kurban, himmet parası vs. konusunda, örgütsel bir ilişkinin varlığına dair, ilgisiz konuların bile yer aldığı iddianame çerçevesinde herhangi bir kayıt da yoktur. Temin ederim ki, başta bendeniz olmak üzere anne ve babasının, eşinin, çocuklarının, kız ve erkek kardeşlerinin, akrabalarının, Yahyalı ve Kayseri’deki yakın arkadaşlarının FETÖ ile ilişkisi olduğuna dair güvenilir bir bilgi ortaya konulsun, şahsen bendeniz, bütün eleştiri ve iddialarımdan vazgeçmeye hazırım. 

Zamanında, uzun yıllar önce, bir dönem Refah Partisi’nden milletvekilliğimi, 5 kardeşimle beraber İmam-hatip mezunu olduğumuzu söylersem, aklı erenler, böyle bir aile çevresinin FETÖ’ye ne kadar uzak olduğunu, aralarında “kan uyuşmazlığı” bulunduğunu tahmin edebilir!

5-Hayrettin Kaldırımcı’nın suçsuzluğunun ve masumiyetinin karinesi olacak en büyük fiili ve hukuki belge, hayatı, hizmet sicili ve kamu hizmeti boyunca verdiği kararlardır. Özellikle, Genel Kurmay’daki savcılık görevi sırasında, FETÖ tarafından mağdur edildikleri iddia edilen general ve albay seviyesindeki kişilerin lehine verdiği kararlar, mahkeme dosyasına girmiştir.

6-Hasdal’da savcı olarak görev yaparken Ergenekon ve Balyoz tutuklularına gösterilen birçok kolaylığın veya insani muamelenin takipçisi olduğu için, o dönemde Beşiktaş’taki FETÖ’cü savcılar tarafından 3.Kolordu Komutanlığı nezdinde şikâyetçi olunmuştur. Sayın Hulusi Akar konudan bizzat haberdardır. O dönemin mağduru kabul edilen, yıllarca Silivri’de kalmış, ikisi general biri sivil üç kişi Ankara 25. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gelerek kardeşimin lehinde tanıklık yapmışlardır.

7-Hayrettin Kaldırımcı, 79 Harp Okulu mezunudur, 12 yıllık albaylık döneminden sonra general olmuştur. 1984 yılında, MHP Dâvası kapsamında, Harp Okulu’ndaki sağ-sol olayları ile ilgili olarak tutuklanmış, 28 Şubat döneminde, eşinin başörtülü olması, namaz kılması vb. sebeplerle Ordu’dan atılma tedirginliğini/hissiyatını yoğun şekilde yaşamıştır. Herkes bilir ki, o dönemde FETÖ mensupları ortama uyum sağlamış, takiyyenin bütün imkân ve araçlarını kullanmışlardır.

Tabiri câiz ise erken yaştan itibaren, milliyetçi, muhafazakâr, dindar bir çizgi ve duyarlılıkta olmuştur. Öğrencilik yıllarından beri akraba ve yakınları, silah/mesai arkadaşları, hemşerileri ve dost çevresi durumun böyle olduğunu yakından bilmektedir.

Dolayısıyla, hayatının hiçbir dönemindeki realitesi, Cemaat ya da FETÖ’nün çizgisi ya da dünyası ile bağdaşmamaktadır.

8- Malum, “müddeî iddiasını ispatla mükelleftir!” Çağdaş hukuk sistemlerinin asgari ortak paydalarından biri bu anlayış ya da kriterdir.  Şu kadar zamandır gördüğüm ya da gözlediğim, her defasında şaşırtıcı bulduğum husus, Savcı, Mahkeme heyeti veya cârî yargılama düzeninin, bunun yerine “tutuklunun/suçlananın suçsuzluğunu ispat etmesini” esas almış olmasıdır. Kendisi doğru dürüst bir belge/delil ortaya koymayan, ispat yükümlülüğünü üstlenmeyen, sonra da suçlanan kişiyi veya tutukluyu, “suyu yokuşa akıtmak misali kendini savunmaya” zorlayan bir yargılama düzeni, kanaatim odur ki, siyasal/toplumsal bir ayıba ya da hukuken azgelişmişliğe işaret etmektedir.

Sıklıkla karşılaşılan ironik bir durum ise,  yetkili/sorumlu ve de bilgisi olduğu düşünülen kişilerin bu çarpık durumla ilgili sorulara güya cevap mahiyetindeki açıklamalarıdır: “Bildiğiniz gibi değil!”,  ya da “Sizin bilmediğiniz sebepler var!”

Evet, çok açık, çok belli…  Bu çarpıklığı ya da saçmalığı açıklamak için, İddianame içeriğinde, delil ve belge listesinde bulunmayan, sorulmayan ama adalete engel olan ve tabii ki, devlete, mahkemeye, hâkim ve savcılara güveni yok eden, bilinmeyen,  esrarengiz sebepler olmalı!

Kimin ne hesabı var Allah bilir, ama kim görmezlikten, bilmezlikten geliyor, olan bitenlere aldırmıyor, umursamıyorsa, er veya geç bir gün, en azından vicdan azabı ile pişman olacaktır!

9-Neticeten, kardeşimin tutukluluğunun sürdürülmesinin gerekçesi olarak, ortada itibar edilecek, hukuken delil kabul edilecek hiçbir olay, iddiaya uygun bir tespit, tanık ifadesi, belge ve bilgi bulunmamaktadır. Aksi yönde yani suçlu olmadığına dair belge, bilgi, tanık ifadesi ise çoktur.

Son zamanlarda, soruşturma kararı verildikten takriben 2,5 yıl sonra, MİT tarafından “Hukuki delil niteliği yoktur” kaydı ile gönderilen, 6-7 yıl öncesine ait mahrem imam, ankesör kayıtları gibi telefon bilgilerinin de ne kadar uçuk ve gerçeklere aykırı olduğu gerekçeleri ile birlikte açıklanmış, ispat edilmiştir.

10-Kardeşim Hayrettin Kaldırımcı özelinde diyebilirim ki,  sohbet ederken kendisinin ısrarla dile getirdiği, “bir toplum için hukuk devleti ve demokrasinin gerekliliği”,  “ironik” olarak ve maalesef kötü bir şekilde karşısına çıkmıştır.  Delil, belge veya hukuk temeli bulunmayan ve anlaşıldı ki muhtemelen “fişleme” kaynaklı iddialarla tutuklanması ve bu tutukluluğun sürdürülmesi,  hakkaniyete, adalete ve tabii ki insan haklarına dayalı çağdaş demokrasi ve hukuk devleti ilkelerine bütünüyle aykırıdır.

Bilindiği gibi, zaman zaman, durumdan vazife çıkaran,   “vatan kurtarma” ya da “devleti ele geçirme” meraklısı sivil ve asker darbeci zihniyet,  en başta vesayet sonra da istismar, hesap, menfaat, “ukalalık” ve kibir kokan hâl ve duruşları ile ülkemize ve insanımıza haksızlık yapmış, zulmetmişlerdir.

Devletin ve meşruiyetin kendini koruma refleksi ya da inisiyatifine kimsenin diyeceği bir şey yoktur, yeter ki hukuk ve adalet hassasiyeti çerçevesinde olsun.

Ama bilelim ki, 1960, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat dönemlerindeki siyasi dâvalarda ve son olarak Ergenekon, Balyoz gibi FETÖ yargılamalarındaki hukuk faciaları, ülkemizde adaletin ya da temel insan haklarının yerlerde süründüğünün karineleri olmuştur.  Bu tür dönem ve dâvalardaki kararlar, maalesef adalet kaygısından uzak, daha çok vesayet altında, siyasetin ve ihtirasın gölgesinde verilen kararlar olmuştur.  Darbeciler, darbeye teşebbüs edenler kadar bu kararları verenler de, ne yazık ki ya da ne iyi ki, bugün hayırla değil lanetle anılmaktadırlar.

FETÖ gibi bir örgütle mücadele edilirken devletin, yargı camiasının ve bu çerçevede hâkim ve savcıların karşılaşabilecekleri zorlukların da farkındayız. Ama gönül ister; medenilik, millet ve vatan sevgisi, Türklük ve Müslümanlık gerektirir ki,  hiç olmazsa artık, bu defa da adalet vesayete, siyasete, cehalete, ihtirasa,  keyfiliğe kurban edilmesin!

Tabii ki, ümidimizi kaybetmedik; eninde sonunda, adaletin gereğinin yerine getirileceğine,   “Ankara’da hâkimler var!” dedirtecek bir kararın verileceğine de inanıyoruz.

Yeter ki, at izi it izine karışmasın; kurunun yanında yaş da yanmasın! Vur denilince öldürülmesin; doğru iş, doğru şekilde yapılsın.

Bugün, FETÖ ile mücadele adına yapılanların, en azından bazı uygulamalara bakıldığında, samimiyete aykırı, yanlış ve maksadı aşan, “kerim devlet” anlayışına aykırı özellikler taşıdığına dair o kadar çok işaret var ki…

Bir Kayseri sözü, “bıçak kınını kesmez!” şeklindedir, ama ne acı ki, “bıçak artık kınını kesmeye başlamıştır!”

Kalbimden ve aklımdan geçen, Ak Parti iktidarının, bütün bu yapılanların altına, ince eleyip sık dokumadan imza atmaması, tuzağa düşmemesi, mağduriyetin uzamasına veya çoğalmasına müsaade etmemesidir; yoksa öncekilerden farkı kalmayacak,  temel haklar ve hukuk devleti ilkeleri açısından bakıldığında adaletsizlik olarak tanımlanabilecek uygulamaların faturası kendisine çıkarılacak, tarih ve maşeri vicdan da affetmeyecektir!

Masum insanların olduğu kadar, yakınlarının da bedduası alınmasın!

Adalet, bir kişi için bile, bir gün dahi olsa gecikmemeli, geciktirilmemelidir. Bu ölçü, akıl, vicdan, ahlâk gereği olduğu kadar ülke/millet/devlet sevgisi ve yararı için de gereklidir.

 Değerli Kardeşim,

İnşaallah, emrivaki olarak telakki etmemişinizdir. Niyetim, olan bitenlerle ilgili olarak size birinci elden sağlıklı bilgi sunmaktır.

Sizi temin ederim ki, baştan beri ince eleyip sık dokuyarak yakından takip ettiğim bütün duruşmalarda,   bugüne kadar suçun varlığına dair kayda değer bir delil veya karîne tespit etseydim,  kardeşimin suçlu olduğuna inansaydım bu mektubu yazacak cesareti kendimde bulamazdım.

Takdir edersiniz ki, sadece gücü, belirleyici iradesi, yetkisi olanlar değil şahit olanlar da sorumludur.”

Join the discussion