Ahmet Davutoğlu, Ak Parti’den ihracı söz konusu olunca “Ak Parti yönetiminin ihraç etmek istediği şahıslar değil daha önce hatırlattığımız bu ilkelerdir. Söylediklerimizin arkasındayız” dedi. Sonra da ihracı beklemeden Ak Parti’den istifa etti.
‘Öfkeyle kalkan zararla oturur’ derler. Davutoğlu ve arkadaşlarının ihraç edilmek istenmesi Ak Parti açısından doğru olmamıştır. Çünkü ortada hakaret ve aşağılama gibi unsurlar yok, sadece Parti’nin izlemesi gereken yol ve yöntemle ilgili teklifler var. Mensuplarının bu türden önerilerinin olması bir parti için canlılık alâmetidir. Ak Parti’deki bu yersiz öfke “söyletmen, vurun…” söylemine eşdeğerdir ve tarih dedenin notlarına bu haliyle girecektir. Oysa “vur, fakat dinle” tavrı takınılsaydı her bakımdan çok daha makul bir yol izlenmiş olurdu. Tartışmak iyidir. Tartışmadan kaçmak ise yönetimlerin her icraatının doğru olduğunun peşinen kabul edilmesini istemek gibi sağlıklı olmayan sonuçlara yol açabilir. Hem Şeyh Edeb Âli Hazretleri ne buyurmuştu: “Ey Oğul! Beysin, bundan sonra öfke bize; uysallık sana…”
Galiba Ali Babacan bu tartışma ortamının mevcut olmadığı düşüncesiyle istifayı yeğledi ve kendini yeni oluşumun kadrosunu tamamlamaya verdi. Benim gördüğüm kadarıyla Babacan, çok farklı kesimlerle görüşerek oluşturmak istediği bu kadronun kendi içinde tartışmasını ve Türkiye ve dünya meseleleriyle ilgili ortak aklın eseri denilebilecek dosyalar hazırlamasını istiyor. Lider ağırlıklı bir oluşumdan ziyade kadro ağırlıklı bir oluşum meydana getirmek ve ondan sonra her platformda görünür ve ses getirir olmak gibi bir anlayış, Babacan ve arkadaşlarının tercih ettiği bir yol olarak gözüküyor.
İhraç tartışması aslında başka bir tartışmanın da yeniden gündeme gelmesine yol açıyor. Esas olan nedir? İlkelere, prensiplere, evrensel kabul görmüş standartlara, ortak akılla ortaya konmuş yazılı belgelere bağlılık ve sadakat mi, yoksa kişilere, liderlere, başkanlara bağlılık ve sadakat mi?
Sözü evirip çevirmeden söyleyelim: “Biz Tayyip Erdoğan’a, Reis’e, Başkan’a ölümüne bağlıyız, hiçbir kararını tartışmayız ve tartıştırmayız” diyenler Tayyip Erdoğan’a haksızlık ediyorlar. O’nun böyle bir talebi olacağını sanmıyorum. Üstelik böylesi tavırları yanlış bulacağına dair kuvvetli bir kanaatim var. Bir nokta daha: ‘Tayyip Erdoğan’ı tartıştırmayız’ diyenler ona ayrı bir olumsuzluk atfetmiş oluyorlar: Otoriter, hatta diktaya kaymaya meyilli bir lider… Bu türlü atıflar yapanların demokrasiyi içselleştirmemiş, onu bütün kurum ve kurallarıyla kabullenmemiş, belki ansiklopedik bilgileri geniş ancak o bilgiyi yoğuracak saf suyu bulamadığı için cana can katan irfandan mahrum kıt zekalı kimseler olması olağan değil mi? Bakın etrafınıza, bu türden çok cahil göreceksiniz. Bir orada, bir burada gezenler, gittikleri her yerde borazancı başı kesilenler, yaptıklarının yalakalık olduğunun farkına varamayacak kadar yalaka tabiatlılar…
Ak Parti’nin, izleyeceği yol ve yöntemi tartışacağı pek çok kurul mevcut. MKYK, MYK ve başka istişare mekanizmaları… Yine de son dönemlerdeki bazı kararların ortak akılla mı yoksa bir dayatmayla mı alındığını anlamakta zorlanıyorum. Davutoğlu’nun ihracı bunlardan biri. İstanbul Belediye Başkanlığı seçimlerinin yenilenmesi kararı bir başkası…
Ankara, İstanbul, Kütahya ve benzeri pek çok yerdeki Belediye Başkan adaylarının tayini size de tuhaf gelmiş miydi? Daha önce alınmış ve benim kabullenmekte zorlandığım kararlar da var. MHP ile sürekli ittifak bunların başında geliyor. Seçim ittifakları anlaşılabilir ama Ak Parti’nin her icraatına karışmaya hevesli Bahçeli ile sürekli ittifak da neyin nesi oluyor? Çok önceleri dile getirmiştim bu itirazı, bu yılın Mart ayında… O yazının başlığı “Mezara kadar mı? Buna itirazım var benim…” şeklinde idi. Son örnek Bahçeli’nin Bakanlar Kurulu değişikliği ihtimaline “Her gün bakan mı değiştireceğiz ”çıkışıyla itiraz etmesi…
Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan, Ak Parti Genel Başkanı sıfatıyla yaptığı bir konuşmada “Bize Ömerler lazım. Bu Ömerleri bulduğumuzda, şu anki konumumuzdan daha ileri bir konuma geleceğiz” diyordu. Ömerler arayışının iki veçhesi var. Anlaşılan bir “Ömerler eksikliği” söz konusu… Ömerler arayışıyla otoriter, dediğim dedikçi anlayışlar bir arada olamaz. İlahi buyruğu hatırlamanın tam vaktidir. “Sözü dinleyip de onun en güzeline uyanlar var ya, işte onlar Allah’ın hidayete erdirdiği kimselerdir. İşte onlar akıl sahiplerinin ta kendileridir.”
Benim bildiğim kadarıyla Tayyip Erdoğan, kendisine bir şey anlatmak isteyenleri sonuna kadar dinleyecek sabra sahiptir. İki ihtimal var: Ya Tayyip Erdoğan artık eski sabırlı Tayyip Erdoğan değil, söylenenlere kulak vermekte zorlanıyor, ya da -ki galip ihtimal bu olsa gerek- artık etrafında O’na hakikatleri haykıracak Ömerler yok.
Davutoğlu ve arkadaşlarını ihraç etmek yerine söylediklerine kulak verilemez miydi? Ömerler aramak için önce Ömer olmak gerekiyor. Söylemle eylem birbiriyle uyumlu olmadığı müddetçe bereket de doğmaz sinerji de…
Anlatabildim mi acaba?
Öncelikle çok güncel ve güzel konular seçmiş olmanızdan ve bunları iyi bir şekilde analiz ettiğinizden dolayı teşekkür ediyorum. Tenkide açık olmak fikren dolu olan insanların özelliği diye düşünüyorum. Kim olursa olsun bir başkası adına hareket etmek fiili yapana da yapılana da haksızlıktır. Farklılıkları bir arada tutmak zenginliktir.
Selamlar ve hürmetler