2019-2020 Adli Yılının açılışı dolayısıyla epey nutuk dinledik. Yargı mensupları ve Cumhurbaşkanımız konuştular. Ben Yargıtay Başkanı’nın konuşmasından yola çıkarak birkaç hususa parmak basmak istiyorum.
Yargıtay Başkanı konuşmasında önce şöyle söylüyor: “Avrupa Birliği Komisyonunun 29/5/2019 tarihli Türkiye Raporunda ‘2016 darbe girişiminin ardından Hâkim ve Savcıların %30’unun ihraç edilmesi ve görevden uzaklaştırılması neticesinde Türk yargısının bağımsızlığına ilişkin endişeler devam etmektedir.’ ifadesine yer verilmiştir.”
Başkan, konuşmasına yargının çeşitli kademelerinde FETÖ/PDY Terör Örgütündeki faaliyetleri sebebiyle kaç kişi hakkında soruşturma ve ardından dava açıldığına ilişkin rakamlar veriyor. Daha sonra da şöyle bağlıyor: “Böylesine ağır ve önemli suçlardan mahkûm olmaları sonucu cezaevinde bulunan, soruşturmaları devam eden eski yüksek mahkeme üyeleri ve derece Hâkim ve Savcılarının ihraç edilmesi ya da görevden uzaklaştırılması zorunludur. Çağdaş hukuk sistemlerinde bunun dışında bir seçenek olamayacağını bilmek için hukukçu olmaya da gerek yoktur. Durum bu kadar açık iken “yargı bağımsızlığı” kavramını, “terör örgütüne bağlılık” olarak anlayan İlerleme Raporundaki bu ifadeler, söz konusu raporu değersiz bir kâğıt parçasına dönüştürmüştür.”
Yargıtay Başkanı tespitlerinde haklı olabilir ama yine de “değersiz kâğıt parçası” gibi ifadeler yanlış bir üsluba işaret ediyor. Şunu unutmayalım, Yargıtay Başkanının nezdinde değersiz kâğıt parçası olan bu İlerleme Raporu sadece bizim için kaleme alınmıyor. Bu Rapora bakarak Türkiye hakkında kanaat sahibi olan bir dolu mihrak var. Finans çevreleri, yatırım niyetiyle Türkiye’yi gözleyenler, yani kısaca ekonomiye yön verenler. Benzer bir mütalaayı Fehmi Koru’nun dünkü “Davutoğlu Olayı aleyhte algıyı kırmaya yarayacak bir fırsattı; pişmiş aşa su katıldı…” başlıklı yazısında da bulabilirsiniz.
Bir başka nokta daha var. İlerleme Raporunu yazanlar, Rapora nihai şeklini vermeden Türkiye’ye gelir ve sorunlu gördükleri alanların yetkilileriyle görüşürler ve gayet açık bir şekilde düşündüklerini aktarırlar. Acaba bizim etkili ve yetkililerimiz niçin muhataplarını ikna edemiyorlar? Haklı olduğunuz noktaları izahta güçlük çekiyorsanız başka noktalarda sıkıntılarınız var demektir.
Adli yıl açılışındaki konuşmalarda çok hoşumuza giden bölümler vardı. Ama bunların hepsi teorik olarak doğru olan şeylerdi. Uygulamada bunlara nasıl bakıldığını görmek mümkün değil. “Yargıda aklanmış, ama göreve iade edilmeyen kimselerin durumu insan hakları ihlali çerçevesinde ele alınabilir mi acaba” gibi sorular konuşanların notlarına girecek kıymette değil hala. Bir yanda yakınları yargılanırken bakan ve büyükelçi olanlar var, bir yanda yakınları yargılanmakta olduğu için ortada bir soruşturma bile yokken görevlerinden atılanlar var.
Bu teori ve uygulama farklılığına Karar Gazetesinden Elif Çakır da “Yargıtay Başkanı niye gecikti?” başlıklı yazısında ‘hâkimlerin coğrafî teminatı’ üzerinden dikkat çekiyor. Bu yazıdaki örnekleri ben tekrarlamayayım burada ama birilerinin hoşuna gitmeyen kararlar veren hâkimlerin nasıl yer değişikliğine tabi tutulduğunu da görmezden gelmeyelim.
İlerleme Raporlarının önemini kavramamış bir Yargıtay Başkanı varken, yargıdan bir şeyler beklemek boşa kürek çekmek gibi…
Yargıtay Başkanı “bireysel başvuru hakkı” konusunda da rahat değil. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru konusunda verdiği son kararlardan rahatsız olduğu anlaşılıyor. Şöyle diyor adli yılın açılış törenindeki konuşmasında: “Yargıtayın uzman daireleri tarafından yıllara dayanan deneyim ve bilimsel tartışmalar sonucunda oluşturulan içtihatların, bu konuda uzmanlığı bulunmayan Anayasa Mahkemesi tarafından kaldırılması, hukuki öngörülebilirlik ve eşitlik ilkeleri üzerinde risklere yol açabilmektedir.”
Anayasa Mahkemesinin kararlarını özgürlükler esası üzerine oturtması Yargıtay’da rahatsızlık mı doğuruyor yoksa?
Hukuken öngörülebilir bir ülke olmak için hukuk prensiplerine teorik olarak sahip çıkmak yetmiyor. Uygulamada da aynı kararlılığı göstermek gerekiyor. Yargıya güven endeksinin niçin yerlerde süründüğü de mi bir fikir vermiyor? Yargıtay Başkanı daha bir yıl önceki konuşmasında şöyle diyordu: “Hepimizin bildiği üzere, mahkemelere ve adalet kurumlarına ülkemizde duyulan güven arzulanan seviyede değildir.”
Yargının bağımsızlığı üzerinde duranların Brunson, Büyükada ve Deniz Yücel davalarının nasıl sonuçlandığından haberi var mı acaba? Süren davalarda hâkimlerin bağımsız karar vermekte zorlandıklarına dair yüzlerce hikâye dinliyor herkes. Bunları görmezden gelmek mümkün değildir.
15 Temmuz hain darbe girişimi yargının da kimyasını bozdu, doğru. Ama bu travmadan yargı kurtulamazsa diğer kurumlara ne diyeceğiz?
Merakla izlenmesi gereken bir başka husus Mayıs ayında açıklanan Yargı reformu Strateji Belgesinin işlerlik kazanıp kazanmayacağı… Bu konunun kuvvetler ayrılığı ile ilişkisini akılda tutmakta fayda var. Meclisten geçer mi bu strateji belgesi, bilmiyorum, ama uygulamalar konusunda kaygıların geçmişe istinat eden bir tarafı olduğu muhakkak.
Avrupa Konseyinin yeniden denetim sürecine aldığı Türkiye’nin, yargı bağımsızlığını uygulamalarla teyit etmesi gerekiyor. Aksi halde inandırıcılığımız daha da aşınır. Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Dunja Mijatovic de “Türkiye’de yargı bağımsızlığının olağanüstü hal ve sonrasında ciddi şekilde aşındığı konusunda endişeliyim” diyor. Bu insanların eline malzeme vermekten kaçınmak bu kadar mı zor?
Dunja Mijatovic, Osman Kavala davasına da müdahil olacağını açıklamıştı.. Yargıtay Başkanı yukarda bahsettiğimiz konuşmasında “Günümüzde, toplumların gelişmişlik düzeyleri; ekonomik ve siyasi bakımdan elde edilen başarılardan çok, insan haklarına duydukları saygı ile ölçülmektedir” diyor. Öte yandan ısrarla yanlış götürülen Kavala davası hakkında, Komiserin, “Türkiye’de sivil toplum ve insan hakları savunucularına meşru faaliyetleri nedeniyle giderek artan baskı” sözleri karşısında herkes sessizliğini korumak zorunda kalıyor.
İlerleme Raporlarını ciddiye almak başka, onu tenkit edip yanlışlarını ortaya koymak başka şeydir. Bir vakitler bu raportörlerin çoğu ile sohbetlerim, tartışmalarım olmuştu. İkna ettiğim hususlar da oldu, anlaşamadığımız hususlar da. Mühim olan anlamsız bahanelere sığınmamak… Aksi takdirde size olan güven bütünüyle yok olur.
İlerleme Raporu birilerinin nezdinde değersiz bir kâğıt parçası hükmünde olabilir. Fakat herkesin gözünde öyle değil… Peki, bu raporların ifade ettiği kıymet bakımından hangisinin önemi var, birincilerin mi, ikincilerin mi?
yazık çok yazık bir milletin milli manevi dini değerlerinin bu değerleri temsil edenler tarafından bu şekilde son bahar rüzgarlarının yaprakları savurduğu gibi savurması sonumuzun hicran olduğudur