İslam dünyasının en önemli problemi hemen hiçbir alanda ortaya iyi örnekler koyamamasıdır. Bilim dünyasında, iyi yönetim ve yönetişim alanında, hukuki uygulamalarda dişe dokunur örnekler vermek neredeyse imkânsızdır. Bana geçmiş yüzyılları hatırlatacaklara söyleyecek sözüm çok ama susmayı tercih ederim. Günümüzün sorunlarından bahsediyoruz.
Konunun bir acı yanı daha var. İşin içinde hükümetlerinin beceriksizlikleri var mı bilmiyorum ana bir doğal afet olan Avustralya’daki orman yangınlarını saymazsak dünyada kan ve gözyaşı adeta İslam dünyasına hasredilmiş gibi… Maalesef artık bir kısmını –çok acı ama– kanıksamış gibi olduğumuz Afganistan, Yemen, Sincan, Arakan ve bazı Afrika ülkelerindeki acılar bir yana hemen burnumuzun dibindeki Suriye, Irak, Libya ve üstüne bir de İran kan ve gözyaşı içinde boğuluyor.
Niçin? Niçin bu acı? Niçin bu gözyaşı?
Sözü yönetim anlayışına getirmek istiyorum. İyi yönetilmiyor İslam Dünyası… Denetlenebilir, şeffaf, hesap vermeye hazır bir yönetim anlayışı olmadan bu kan ve gözyaşından kurtulmanın yolu yok gibi gözüküyor…
İran ve Amerika’nın Irak’ta ne işi var sorusunun bugün sırası değil, çünkü çok daha önceden sorulması gereken bir husus idi bu… Bunu bir kenara koyalım. Kasım Süleymani suikastından sonra İran’ın içine düştüğü yönetim karmaşası ne demek istediğimi gayet iyi anlatıyor.
Halkı Müslüman ülkelerin neredeyse tamamı demokrasinin çok uzağında yaşıyorlar. Tunus ve Malezya gibi demokrasi arayışında olan bazı ülkeleri saymazsak bugün İslam dünyasının en önemli problemi demokrasi eksikliği noktasında topaklanıyor. Mevcut yönetimlerin yoğun otoriter davranış kalıplarını yıkması da yakın bir gelecekte pek mümkün değil gibi duruyor.
Üstüne üstlük halkı Müslüman ülkelerdeki iç çekişmeler zaten o ülke insanlarının başlarını ellerinin arasına alıp düşünmelerine de imkân vermiyor. Belki son faktör olarak, enerji kaynaklarından başka bölge haritasında hiçbir şeyle alakadar olmayan ve stratejilerini bu nokta üzerine teksif eden herkesçe malum ülkeleri sayabiliriz. Ancak unutmayalım bu son nokta İslam ülkelerinin içinde bulunduğu hal için bahane sayılamaz.
Ukrayna uçağının düşürülmesi ve 176 kişinin ölmesi İran’daki yönetim zâfiyetinin göstergesi değil mi? Bir uçakla bir füzeyi birbirinden ayırdedemek olacak iş değil… Bir defa uçakla füzenin hızları çok farklı… Tahran, İran’ın ortasında bir şehir… Bir düşman füzesi nereden kalkıp da vuracak Tahran’ı. Sözü uzatmaya gerek yok. Yönetilemeyen, daha doğrusu iyi yönetilemeyen bir İran var orta yerde. Kasım Süleymani’nin cenazesini kaldırırken bile onlarca insan ölüyorsa burada bir düzenden bahsedilemez.
Bir hafta kadar önce hem İran’ı hem Rusya’yı iyi bilen bir eski diplomatı dinledim. Bölgemizdeki ülkelerin neden iyi yönetilemediğini anlattı uzun uzun. Çok önemli noktalara dikkatimizi çekti. Bu ülkelerin önündeki riskleri saydı. İran’ın çok hesaplı hareket ettiğini ve İslam dünyasının meselelerini sahiplenmek gibi bir derdi olmadığını vurguladı, örnek olarak da Kıbrıs, Karabağ ve Doğu Türkistan’ı verdi. Buralarda İran’ı hiçbir zaman sorunlara sahip çıkarken görmedik, göremeyiz dedi. Ayrıca yönetimdeki sıkıntılara değindi ve halkın, özellikle de gençlerin yönetim karşıtı gösterilerde yer aldığını zikretti. Petrol ve doğal gaz ihracatındaki Amerikan ambargosunun yıkıcı tesirlerinden bahsetti. İran’ın bir Şia hilali idealini Kasım Süleymani eliyle gerçekleştirme amacını küçümsememek gerekir diye de ilave etti.
Süleymani suikastının, Amerika ve İran’ın Irak’ı bir çekişme alanı haline dönüştürmesinin Irak’taki şiileri bile rahatsız ettiğini bu tecrübeli diplomattan dinledik. Bölgenin terörle anılmasının verdiği rahatsızlığı, moral çöküntüsünü, hayat şartlarının fakirlikle birlikte ortaya çıkardığı zorlukları konuşmak durumunda kaldık. Ben bölge dedim ama vaktiyle oralarda büyükelçilik de yapmış olan diplomatımız bölge yerine Ortadoğu diyordu. Sormadan edemedim, “Ortadoğu ülkeleri derken Türkiye’yi de dâhil ediyor musunuz?” dedim. Tebessüm etti dostumuz ve “bu herkesin kendi takdiri” demekle yetindi. Belki her noktaya değil ama demokrasi sorunlarına bakarak Türkiye’yi hariç tutmak mümkün mü diye geçirdim içimden ben. Sonra da beni teyit eden Kadir Has Üniversitesinin “Türkiye’nin Eğilimleri” adlı kamuoyu araştırması düştü önüme. Ankete katılanların %54’ten fazlası Türkiye’yi bir Avrupa ülkesi olarak değil bir Ortadoğu ülkesi olarak görüyorlarmış. Üstelik bu, üç senedir aynı sonucu veriyormuş. [Bu araştırmada daha detaylı ele alınmayı hak eden pek çok nokta var. Belki haftaya…]
Böyle bir sohbette Libya ve Suriye konuşulmaz olur mu? Detaya girmeye gerek yok…
Buradan çıkarılacak dersler var. Türkiye bölgede yumuşak güç olma vasfını yitirmiş gözüküyor. Böylece bölge ülkeleriyle dostane ilişkiler geliştirme imkânını da kaybediyor. Yumuşak güce sahip olmanın ilk şartı kurum ve kurallarıyla işleyen güçlü bir demokrasidir.
Suriye’de işler iyi gitmiyor. İdlib’deki durum içler acısı. Libya’da zorluklar bizi bekliyor. Putin isteseydi, Hafter ateşkes anlaşmasını imzalamaktan kaçınabilir miydi diye geçiyor aklımdan. İnisiyatifi bölge sorunlarında Rusya’ya mı kaptırdık yoksa!.. Amerika ile kurumsal çapta iyi ilişkileri geliştirecek yerde iki başkanın sözlü mutabakatıyla yetinmek ne kadar doğru dersiniz!..
Türkiye’de yeni siyasal oluşumlar var. Bölgede olup bitenlere hem Davutoğlu’nun hem Ali Babacan’ın yaklaşımlarını bilmek isteyecektir insanlar. Türkiye’nin bundan daha on yıl evvel sahip olduğu yumuşak güce nasıl olup da tekrar kavuşacağını anlatmalılar yeni partiler.
Türkiye’nin de artık iyi yönetilmediğini dile getirenler az değil. Dış ilişkilerimizdeki dağınıklık ve sorunlar yumağı var bir tarafta, diğer tarafta ise ekonomik tablonun getirdiği umutsuzluk… Üretim artışına yönelik stratejilerin bir türlü hayata geçirilemediği, hukuki güvence görmediği için iç ve dış sermaye sahiplerinin Türkiye’yi yatırım yapılabilir ölçekte bulmadığı bir halin içindeyiz. Yatırım olmadan ekonomik büyüme olmuyor, ekonomik büyüme olmadan sosyal çalkantılara yol açacak seviyelere yükselme ihtimali taşıyan işsizlik sorunu çözülemiyor. Güven duygusu yitince zincirin bir halkası kopmuş gibi oluyor. Bu tehlikeli hali kayırmacılık, ekonomik tehditler ve kollamacılık izliyor. Bir korku atmosferidir hâkim oluyor etrafa.
Ahmet Davutoğlu partisini kurdu ve yukarda saydığım hususlarla ilgili görüşlerini açıkladı. Şimdi kamuoyu Ali Babacan başkanlığında kurulacak yeni oluşumu bekliyor.
Ali Babacan’ın bölgemizde cereyan eden olayları iyi değerlendireceğini ve bu anlayışın yeni oluşumun strateji ve söylemlerinde de önemli bir yer tutacağını sanıyorum.
Ali Babacan zaten son dönemlerde yaptığı konuşmalarda bu anlayışın işaretlerini verdi. Hukuk vurgusu, evrensel özgürlük anlayışını tutkuyla dile getirişi, ekonomik sorunlara yaklaşımı takdir ediliyor Babacan’ın. Şimdi sıra bu yeni oluşumun ete kemiğe bürünmesinde… Öyle sanıyorum ki kurucular kurulu ortaya çıktığında, kendi alanında başarısıyla temayüz etmiş dürüst insanlardan, hatta dürüstlüğünü eline geçen imkânları doğru yolda kullanarak kanıtlamış insanlardan oluşmuş bir heyetle karşılaşacağız. Bu gibi oluşumların siyasi rekabete de kalite getireceğini söyleyebiliriz.
Yeni oluşumlara ilgi azalıyor diyenler için bir şarkı sunayım mı size: “Kalbime koy başını doktor nabzımı bırak/ Gülen gözüme değil ağlayan gönlüme bak”. Bölgemizde cereyan eden olaylarda yalnız Ali Babacan için değil herkes için ipuçları var.
Çok değerli tespitlerle dolu yazınız aydınlatıcı oldu.
Vizyon ve misyonunuzu destekliyoruz
Twettir ve bir çok sosyal medyada oluşturulan BabacanVOL kurucu öylerinden
Halil candan