Süleyman Karagülle’ye dair… Bir sistem arayışının kısa hikayesi…

Süleyman Karagülle’ye dair… Bir sistem arayışının kısa hikayesi…

24 Mayıs 2021 tarihinde vefat eden Süleyman Karagülle’yi rahmetle anmaya vesile olsun için bir yazı hazırlamaya karar vermiştim. Aradan günler geçti. Çok taraflı bu insanı anlatmaya nereden başlayacağımı kararlaştırmak benim için kolay olmadı. Oyalandım durdum. Onu dört başı mamur bir yazıyla yad etmenin zorluğunu biliyorum.

Kendisi ile vefatından sanırım bir iki ay önce internet üzerinden gerçekleştirilen bir toplantıda beraber olmuştum. Hafızası ne kadar da canlı, muhakemesi ne kadar da tutarlı idi. Konuşması o eski hoca tavrındaydı. Sonra ne oldu bilmiyorum, hastalandığını duydum. Dr. Lütfi Hocaoğlu’nun müşfik tedavisine cevap veremedi. Allah rahmet eylesin.

Süleyman Karagülle’ye vefa borcumu bir yazı ile ödeyemeyeceğimi biliyorum. Ama olsun, bu borcu hiç değilse bir yazı ile de olsa yerine getirmem gerekiyordu.

Aralıksız sekiz yıl her hafta bir yazı ile düşüncelerimi muhtelif platformlarda ifade etmeye çalışmıştım. Bir yılı aşkın bir süre önce artık duvara konuşuyormuşum hissine kapılmış ve yazılara ara vermiştim. Şimdi bu yazı belki yeni bir dönemin de başlangıcı olur benim için.

***

İslam dünyası hem kendi sorunlarına hem günümüz dünyasının sorunlarına teorik çareler üretse de bunları hayata tatbik etmek ve ortaya iyi örnekler koymak anlamında başarılı değil. Yönetim, ekonomi, hukuk, eğitim, insan hakları gibi alanlarda İslam dünyası içinde hayata geçirilmiş,  “işte güzel bir örnek” diyebileceğimiz bir çalışma var mı? Hadi var diyelim ama bunların geniş kitlelere ulaşmadığı da bir gerçek.

İslam adına konuşanların bir sistem kaygılarından söz etmek kolay değil. Bunlar daha ziyade bazı sorunlara İslam’ın getirdiğini iddia ettikleri kimi çözümler üzerinde duruyorlar. Mesela eğitim sorununu ele alıp kendilerince eğitimin nasıl olması gerektiğini izaha gayret ediyorlar. Yönetim sorununu ele alıp diğer alanlarla ilişkisini göz ardı ederek bazı çözümler öneriyorlar. Faiz sorununu Kur’an’daki hükümleri tekrarlayarak çözdüklerini zannediyorlar. Yargı meselesinde kişinin hakları ile toplumun hakları arasında bir tefrik yapmadan geçmiş uygulamaları inceleyerek kararlar vermeye yelteniyorlar. İhtilafların nasıl çözüleceği, kişinin ve toplumun uğradığı haksızlıkların nasıl telafi edileceği gibi, hakların nasıl teminat altına alınacağı gibi hususlar genellikle sorunlar cümlesi içinde yer almıyor. Çalışma hayatının hangi esaslar üzerine oturacağı, toplumlararası ilişkilerin nasıl düzenleneceği gibi konular zaten hiç gündeme gelmiyor. Kişilerin temsil haklarını nasıl kullanacağı üzerinde kafa yoranlar ortada gözükmüyor.

Üstelik bütün bu sorunlar ancak uzun vadeli bilimsel çalışmalarla incelenmeli diyerek kurumsal faaliyet maksadıyla organize olmaya çalışanlar da yok. Ortada ne bir enstitü, ne bir merkez, ne bir bu amaca yönelmiş vakıf, ne de bunları mesele edinen bir üniversite var.

Böyle olunca derli toplu, hayatın her alanını kapsayan bir sistem ve dolayısıyla güzel örnekler çıkmıyor ortaya. Kötü temsil, İslam’ın sorunlara çare üretemediği şeklinde yanlış bir algıya da yol açıyor. Yanlış algıdan öncelikle İslam adına konuşanların sorumlu olduğu unutulmamalı. Kısaca güzel örnekler yoksa her şey sözden ibaret kalmaya mahkum.  

İşte Süleyman Karagülle ve arkadaşları böyle bir örnek ortaya koyma cehdiyle Akevler bünyesinde elli yıldır bir gayret içerisindeler. Bu gayret hem teorik hem pratik çalışmalar içeriyor. Bu yazıda biraz bunlardan bahsetmek istiyorum.

Ben Karagülle ile 1975’te tanıştım. Üniversiteden mezun olmuştum ve bir iş arayışı içindeydim. O sırada Prof. Ahmed Satoğlu, akademik çalışmaların öneminden ve İzmir’de asistanlık imkanlarından söz ederek beni İzmir’e davet etti. Gittim. Yüksek Lisansa başladım. Ardından Ege Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Makine Mühendisliği Bölümünde yüksek lisanstaki tez hocam Prof. Ekrem Pakdemirli’nin delaletiyle asistan oldum.

İzmir’e taşındım ve Akevlere yerleştim. İstanbul’da öğrenciyken hatta onun öncesinde Kayseri Lisesi dönemindeyken sosyal faaliyetlere çokça zaman ayırırdım. Geniş bir arkadaş çevresine sahiptim. İzmir’de bunu devam ettirmeye gayret ettim. Bir taraftan Milli Türk Talebe Birliği İzmir şubesinde İstanbul’da iken tanıştığım Fehmi Koru, Emin Kılavuz ve Sabri Tekir’le beraberlik ederken diğer taraftan Akevlerde Süleyman Karagülle’nin pazar günleri yaptığı tefsir ağırlıklı çalışmalara katılıyordum. Ancak bu çalışmaların sadece tefsirden ibaret olmadığını da eklemeliyim.

Tefsir çalışmalarına dair söyleyeceklerimden evvel Akevler fikri üzerinde durmak icap ediyor. 1967 yılında Süleyman Karagülle ile Ahmed Satoğlu’nun öncülük ettiği bir grup tarafından Akevler Kredi ve Yardımlaşma Kooperatifi kuruluyor.

Dışardan bakanlar bu Kooperatifi daha çok bir yapı kooperatifi gibi algılasalar da kurucularının hedefi ve niyeti sadece ev yapmaktan ibaret değildi. Asıl gaye, ahlaki bir zemin üzerinde gerçekleştirilecek çok daha detaylı faaliyetlerdi. Bu husus, Kooperatifin Ana Sözleşmesinde şöyle ifade ediliyordu:  

“Ortaklığın gayesi, çalışmada ve yaşamada birbirleri ile anlaşabilecek kimseleri bir araya getirerek aralarında iktisadî, içtimâî, ilmî ve ahlakî dayanışmayı ve yardımlaşmayı gerçekleştirmektir.”

Burada en ilginç noktalardan biri Kooperatif mensupları arasındaki ihtilafların önce hakemlere götürülme mecburiyeti idi. Hakemlerini herkes kendisi seçiyordu. Hakemlerin ortak kararı bağlayıcı idi. Hakemler anlaşamazlarsa birlikte tespit ettikleri başhakemin kararı bağlayıcı hale geliyordu. Hakemlere başvurmadan mahkemeye başvurulamayacağı Ana Sözleşmeye yazılmıştı ve bu hükümler Bakanlık tarafından onaylanmıştı. Hakem işi büyük bir yenilikti aslında. 

Ahlaki zemini de Kur’an esaslı çalışmalarla ortaya koyma hedefi vardı. Başlangıçta, Kooperatifin kuruluş işlemleri sırasında kurucuları rüşvet mekanizmasının içine çekmeye çalışanlar oldu. Kuruluş bu yüzden akamete uğramak üzereydi. Oysa rüşvetle mücadele zaten hedeflerinden biri olan kurucular için bu kabul edilemezdi. Neyse ki konuyu Ankara’ya intikal ettirerek Bakanlıklar seviyesinde halledecek kimseler vardı. Böylece bürokrasinin ortaya çıkarmaya çalıştığı ilk badire atlatılmış oldu. Yine de şunu söylemeliyim. Akevler’in Akyol Neşriyat ve Yayıncılık, Aksanayi ve Akkent gibi farklı teşebbüsleri de oldu. Bütün bu oluşumlarda bürokrasiyle ve rüşvetle mücadele etmek zorunda kaldı kurucular. Akkent Kooperatifinin tek katlı evlerden oluşan bir site kurmak niyetiyle aldığı, 367dönümlük, üzerinde sadece tek bir ağaç bulunan tapulu arazisi, haritalar üzerinde değişiklikler yapılarak orman statüsüne alındı ve tapu sahibi Kooperatife herhangi bir bedel ödenmedi. Bu konu ile ilgili bazı memur ve bilirkişilerin rüşvet talebinde bulunduğu iddiaları konuşuldu o sıralarda. Araziyi kaybetme pahasına bu tür talepleri olumsuz cevapladı Karagülle ve arkadaşları. Daha sonra bu konuda açılan davalar da bildiğim kadarıyla sonuç vermedi. Tam bir Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi konusuydu bu dava ama niçin iş oralara intikal ettirilmedi, tam bilmiyorum. Çok yüksek dava harçlarıydı belki sebep. Bu haksız tasarruf yüzünden çok sayıda Akkent ortağı mağdur oldu.

Kurucuların hedefleri arasında faizli muamele yapmamak belki en önde gelen husustu. Bunun için, yapılan işin karakterine göre enflasyondan etkilenmeyecek bir birim seçmek gerektiği fikri öne çıktı. İnşaat işlerinde bunu demir ve çimento esaslı bir birimle göstermek gibi bir yol bulundu. 10 kg demir ve bir torba çimentoya 1 DÇ denildi. Artık herkesin yatırdığı para ya da yaptığı harcama hatta verdiği mesai bu birimle kayıt altına alındı. Böylece enflasyona karşı bir kalkan oluşturulma yolunda ilk adımlar atılmış oldu.

Faize bulaşmak istemeyenlerin en büyük handikabı kredi kullanımında ortaya çıkıyordu. Faizli kredi kullanmak istemeyenler ekonomik olarak büyüme imkanını kaybediyordu. Oysa faizli kredi kullananlar alabildiğine büyüyor ve faizli sistem gittikçe yaygınlaşıyordu. Faize karşı olmak, sözde kaldığı müddetçe bir kıymet ifade etmiyordu. Faizli kredi kullanmak olmazdı ama bir alternatif geliştirmek gerekiyordu. İşte Akevlerde oluşturulmaya çalışılan sistem aynı zamanda faizsiz ortaklık ve kredileşme sisteminin esaslarını da ortaya koymaya matuftu. Nitekim ilerde Alternatif Faizsiz Banka- Selem ve Kredileşme adıyla bir kitap da neşredecekti Süleyman Karagülle.

Bu işe o kadar ehemmiyet verilmişti ki 1987 yılında Akevler, bir heyet halinde önce Necmettin Erbakan’a sistemi anlatma fırsatı buldu. Daha sonra sistemin bütününü de ihtiva eder şekilde “Faizsiz Yeni Bir Banka Modeli” adı altında bir dizi tebliğ hazırlandı. Bu tebliğler İstanbul’da İslami İlimler Araştırma Vakfı’nın organizatörlüğünde düzenlenen bir konferansta sunularak kamuoyunun haberdar olması sağlandı. Akevler Akdeniz Bilimsel Araştırma Merkezi (ABAM) üyelerinin bu tebliğleri “Faizsiz Yeni Bir Banka Modeli” adıyla kitap olarak da yayınlandı. İSAV Başkanı rahmetli Prof. Dr. Ali Özek’in önsözünü kaleme aldığı bu kitap da Akevler internet sitesinde incelenmeyi bekliyor. Kitap Süleyman Karagülle’nin sunuş yazısından sonra şu başlıkların ele alındığı tebliğlerden oluşuyor:

  • Faizsiz Banka ve İşlevleri
  • Faiz ve Faizin Tarihi Gelişimi
  • Faizsiz Kredileşme Sistemi, Genel Hizmetler
  • Kredileşme ve Kredi
  • Senet Çıkarılması ve Senet Çeşitleri
  • Senetlerin Karşılıkları ve Teminatı
  • Senet Tedavülü ve Fiyatlandırılması
  • Faizsiz Banka Muhasebesi ve İşleyişi
  • Bina ve Fabrika İnşasının Senetle Kredilendirilmesi
  • Faizsiz Bankanın Kuruluşu, Teşkilatlanması ve Yönetim Şekli

***

Yeri gelmişken faize karşı olanların neler yaptığına da bakalım. Diyelim ki bunlar faiz nispetlerini düşürmek istiyorlar. Bu sadece faiz – enflasyon ilişkisini gündeme getirmekle olmuyor. ‘Faiz sebep, enflasyon sonuç’ fikrini savunanların faizi düşürmek için hiçbir şey yapmadıklarını görmek insanda umutsuzluk hasıl ediyor. Faize karşı olanlardan kimilerinin geldiği yer katılım bankacılığı oluyor. Oysa bunun faize çare olmadığı uygulamalarla ortada.

Faizsiz bir düzen için teorik çalışmalar yapanların hakkını görmezlik edemeyiz. Ancak bu çalışmaların uygulamaya yansıtılması gerekmez mi? Benim bildiğim böyle bir uygulama yok. Faize karşı olanların ve bunu her vesileyle vurgulayanların faizi ortadan kaldırmak için neler yapılması gerektiğine dair bir fikre sahip olmaması anlaşılır gibi değil. Hiç değilse bu konuyu araştırmak ve küçük ölçekli de olsa bazı uygulamalarla faizsiz bir sistemin örneklerini ortaya koymak yolunda çalışılması gerekmez mi? Ortada bu konulara eğilen ne bir merkez ne bir enstitü ne de üniversitelerde bir kuruluş var. Faizsiz bir sistem oluşturmak isteyenlerin sadece para üzerinde birtakım tasarruflarla bu sonucu elde edemeyeceğini de vurgulayalım. Dayanışma ortaklıklarını kurmadan, hakemlik sistemini geliştirmeden, mal senetleri sistemini hayata geçirmeden, yönetim mekanizmasını yeniden organize etmeden, yerel yönetimlere özerklik sağlamadan, işi ehline verme anlayışına ermeden yani teminatlı ehliyet kavramının sırrına vakıf olmadan faizsiz bir sistem oluşturmak gerçekten hayalden öteye gitmiyor.

Faize karşı olanların Akevlerdeki çalışmaları görmezden gelmesi de anlaşılır gibi değil.  Faizsiz sistem peşinde olanlar ‘Akevlerde bu konuda çalışanlar var, acaba onlar ne diyorlar’ diye bir merak içinde de değiller. 

Öte yandan öyle anlaşılıyor ki faize karşı olanlar faiz oranları düşük olsa itirazlarını ortadan kaldıracaklar. Bu anlayıştakilerin kavraması gereken bazı hususlar var. Demokrasiyi bütün kural ve kurumlarıyla işletmeden, şeffaflığı öncelemeden, denge ve denetleme mekanizmalarını hayata geçirmeden, ekonomiye yön veren kurumların bağımsızlığını sağlamadan, hukuki güvenceyi teminat altına almadan, yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını hayata geçirmeden, işi ehline verme anlayışına ermeden faizlerin düşmeyeceği açık değil mi? Ortada çıplak bir gerçek var. Faiz nispetleri şu anda en düşük ülkeler demokrasi göstergelerinde zirvede gezen ülkeler, faiz oranları en yüksek ülkeler de bu göstergelerde en dipte yer alan ülkeler. Türkiye de maalesef ikinci gruptakilerden biri. Şu tablo belki bazı noktaların anlaşılmasına yardımcı olur

***

Aslında Süleyman Karagülle, daha 1970’lerin ortalarında bu konulara dair çalışmalarını  “PARA-İslam’da denge/Altın ve Gümüş” adıyla kitap haline getirmişti. Bunun benim için de farklı bir anlamı var. Ben İzmir’e henüz yerleşmiştim. Çevremi tanımaya çalışıyor ve yeni yeni insanlarla tanışıyordum. Süleyman Karagülle ile ilk karşılaşmamızın üzerinden çok geçmeden bana yeni kitabından söz etti ve kitap içerisindeki matematiksel ifadeleri mühendis olmam sebebiyle birlikte gözden geçirmemizi istedi. Bu yeni bir olaydı benim için. Elbette hemen evet dedim bu teklife. Akevler Kooperatifinin yazıhanesinde çalıştık. Daha sonra önsözünde bu kitabın icazet dairesinde okunması gerektiğini belirterek ilgili kısmın ilk icazetinin bana verildiğini belirten şu satırları yazdı. “Birinci bölümün ilk icazeti, bu eserin naşiri Reşat Erol’a; İkinci bölümün ilk icazeti, bu bölümün tashihlerini yapan Mehmet Tekelioğlu’na; üçüncü bölümün ilk icazeti, bu bölümün tashihlerini yapan   Fevzi Omay’a verilmiştir.”

Daha önce herhangi bir tefsir çalışmasında bulunmamıştım ama tefsir kitapları karıştırmıştım. Akevlerdeki tefsir çalışmaları o kitaplardakine benzemiyordu. “Kur’an’dan yola çıkarak yeni bir düzen nasıl kurulur” sorusu ana temayı teşkil ediyordu. Bir yeni düzen kurulacaksa bunun kurumları neler olmalı idi ve bu kurumlar hangi esaslar üzerine bina edilmeliydi?

Yasama, yürütme, yargı, güvenlik, bilimsel kurumlar ve iş hayatı gibi hayati unsurlar nasıl teşkilat-lanacaktı? Dayanışma diye bir kavram nasıl hayata geçirile-cekti? İhtilaflar nasıl çözülecekti? İşçilik sistemi yerine ortaklık sisteminden söz ediliyordu. Bunları Kur’an bize vazediyor muydu? Bu derin sorular doğrusu benim daha önce karşılaştığım cinsten değildi.

Yeni bir düzen mi demeliyim, yoksa yeni bir medeniyet mi demeliyim? Akevler camiası içinde hedef yeni medeniyet olarak ortaya çıkar ama şimdilik ben yeni bir düzen diyeceğim. Bu yeni düzen dediğim gibi oldukça detaylı. Refah Partisi bu yeni düzen anlayışının sadece küçük bir kısmını, daha çok ekonomik söylemini benimsedi ve onu “adil düzen” olarak isimlendirdi. Bu yeni düzen teklifinin uygulama zorlukları vardı, bu doğru, belki fantezileri de vardı, ama bunlar aşılamaz güçlükler miydi? Bir defa ortaya konan tekliflerin mevcut kanunlarla ters düşen bir tarafının olmadığını ısrarla vurguluyordu Karagülle.

***

Süleyman Karagülle’nin sohbet halkasında çok kimse vardı. Fakat birkaç isim var ki onları zikretmeden olmaz. Reşat Nuri Erol, Süleyman Akdemir ve rahmetli Arif Ersoy.

Belki bunlardan önce Ahmed ve Nazif Satoğlu kardeşlerden bahsetmek gerekir. Ahmed Satoğlu, Akevlerin oluşumunda Süleyman Karagülle ile hareket eden en önemli isimlerden biri. Süleyman Karagülle’nin İzmir geçmişi biraz kısaydı kuruluş sırasında. Oysa Ahmed Satoğlu uzun zamandır İzmir’deydi ve geniş bir çevresi vardı.

Ahmed Satoğlu benim tanıdığım en idealist insanlardan biridir. Sünnet-i seniyye üzere yaşayan birini göster deseler herhalde ilk aklıma gelen isim olur. Büyük idealleri vardı, kiminde hayal kırıklığına uğradı bunların, kiminde ideallerini gerçekleştirecek refik bulmakta zorlandı. Bir hastane kurmak istedi, olmadı. Düşündüğü birçok şeyi gerçekleştiremese de yaşayışıyla ve ahlakıyla örnek bir insan oldu, belki bu vasfı her şeye galebe çalacak çaptaydı. Onun varlığı Akevler için bir güvenceydi, Adını duyan hemen herkes “sen varsan, biz varız” noktasına geldi.

Ağabeyi Nazif Satoğlu, Kooperatifin nerdeyse bütün muhasebe yükünü çekecek kadar çalışkandı. Onun bir söylediğine itiraz mümkün değildi, zira doğrudan şaşmaz, kuvvetli bir hafızaya malik, herkese güven telkin eden bir şahsiyetti. Doksanlı yaşlarını sürüyor şu sıralarda, Akevlerin yaşayan hafızası… Hala ihtilaflı konularda onun bir sözü senet yerine geçiyor.

Ahmet Bülbül, Süleyman Karagülle’nin ismini minnetle andığı şahsiyetlerden birisidir. Onun özellikle kuruluş safhasındaki gayretlerini Süleyman Karagülle’nin şu yazısından izlemek mümkün. Böyle bir şahsiyeti bu yazıda anmadan edemedim.

***

Kooperatifin muhasebesi deyince Hira Karagülle’yi anmadan olmaz. Bütün sistemi bilgisayara aktararak işleri ne kadar kolaylaştırdığını biliyoruz. Tabii bu işleri yaparken Akevler felsefesini kavramak ve ona inanmak işin ön şartı. Hira Karagülle bu bakımdan en başta gelen isimlerden biri. Biz ayrıca Hira Karagülle ile aynı Fakülte ve Bölüm çatısı altında da mesai ortaklığı yaptığımız için onun ne kadar derin bir anlayışa sahip olduğunu ben herkesten çok daha iyi biliyorum.

Gelelim Reşat Nuri Erol’a. Allah herkese onun gibi bir refik nasip etsin. En başından beri Süleyman Karagülle’nin en yakın halkası içinde oldu. Tek Yol Dergisindeki gayretleri onu pek çok alanda ilklerin içine soktu. Askerlik dönemi ve 12 Eylül sonrası Suudi Arabistan’daki Arapça öğrenme maksatlı ayrılığını saymazsak sürekli olarak Akevler bünyesindeki çalışmalarda hep en ön safta oldu. Bu vasfını elan devam ettiriyor.

Onun da kuruluşuna öncülük ettiği Akyol Matbaacılıkta bizim müşterek çalışmalarımız da oldu. Hem yazıları gözden geçirme hem de matbaada işçilik olarak müşterek işler yaptık. Benim öğrencilik döneminde biraz matbaa mürettipliği ama daha çok entertip makinalarında dizgicilik yapmışlığım vardı. Akevlerin matbaasında çok yazı dizdim ben. Daha sonra Mehmet Çakır yönetimindeki dönemde de bu dizgi işine devam ettim. Hatta bir ara doktora çalışmalarımın tıkandığı hissine kapıldım ve acaba bıraksam mı bu akademik hayatı, matbaacılığa mı başlasam diye düşündüğüm dönemler oldu. Neyse ki tıkanıklığı aştım ve akademik hayata devam ettim.

Reşat Nuri Erol’u şimdilerde Yalova’daki işletmede ve Milli Gazete’deki günlük yazılarında izlemeye devam ediyoruz.

Süleyman Akdemir’le ben hemen hemen aynı dönemlerde asistanlığa başladık. Akdemir hukukçu vasfıyla Akevlere önemli katkılar yaptı. Doktora tezi Ceza Hukukunda Mağdurun Korunması başlığını taşıyordu ve tezini Akevlerde edindiği yeni anlayış etrafında oluşturmuş ve kabul ettirmişti. Özdemir Çelik Döküm davaları sırasında en ağır yükü çekenlerden biri oldu ama bana göre onun asıl katkısı Adil Düzen İnsanlık Anayasası adlı çalışmada ortaya çıktı. Zaten daha önce de Yeni Anayasaya Geçiş Önerisi adı altında Süleyman Karagülle ile yaptıkları kitap çalışması vardı.

Arif Ersoy, Akevlerin bilge kişisi idi. Dünyayı ve Türkiye’yi özellikle idari mekanizma yönünden iyi tanıyordu. Bütün çalışmalarda yol gösterici vasfını hiç kaybetmedi. Akevler külliyatı içinde adı çok geçmese de yapılan her çalışmada onun alın ve beyin teri olduğunu biliyoruz. Bir ara sanırım bir yıl kadar Çin’de bir üniversitede bulundu. 1994 seçimlerinde Çorum Belediye Başkanlığı için kendisine gelen teklifi arkadaşlarla istişare etti. Ben karşı çıktım ve Akevler ve üniversitedeki çalışmalarının daha önemli olduğunu söyledim. Neticede aday oldu ve kazandı. Beş yıl Başkanlık yaptı Çorum’da. Bürokrasiyle boğuşmaktan ideallerini gerçekleştirmeye ne kadar fırsat buldu, bilmiyorum. Onunla da vefatından bir iki ay kadar evvel internet üzerinden yapılan bir toplantıda beraber olmuştuk. Ani vefatı herkesi çok üzdü. Allah rahmet eylesin…

Elbette Süleyman Karagülle’nin yanında dönem dönem değişik arkadaşlar da bulundu. Mesela Osman Eskicioğlu, doktora çalışmalarında Akevlerde ortaya konan tezlerin teorik temelleriyle uğraşmıştı bildiğim kadarıyla. Karagülle de Eskicioğlu’nu hep hayırla anmıştır. Osman Eskicioğlu da vefat etti. Allah rahmet eylesin. Bunların hepsini saymak zor. Belki Hüseyin Kayahan’a ayrı bir yer ayırmak mümkün. Hem düşüncelerini yazıyla ifade ederek katkıda bulundu hem de Karagülle’yi Kırgızistan’da bile yalnız bırakmayacak bir vefa örneği gösterdi. Biraz rahatsızlığı olduğunu biliyoruz, buradan kendisine şifa dileklerimizi gönderelim. Onun yazılarına da Akevler.org adlı siteden ulaşılabildiğini belirtelim.

***

Süleyman Karagülle, kendi özgeçmişini ve yaptığı işleri Akevlerin internet sitesinde anlatıyor.

Akevlerin, Özdemir Çelik Döküm Fabrikası macerasını buradan okuyalım:

“Bir taraftan ilmî çalışmalar yapıldı, diğer taraftan Özdemir Çelik Döküm A.Ş. gibi aleyhine 50 avukat tarafından 550 iflas davası açılmış dört milyar dolarlık fabrika iflastan kurtarıldı ve Akevlerin yönetimine geçti. İflas şebekeleri ve bu şebekelerin devlet ve bürokrasi bünyesindeki kökleri keşfedildi. Bu iflas şebekeleri ve bürokratik engellemelere rağmen başarıya ulaşıldı. Tarihe ibret verici vesikalar kaldı. Akevleri öğrenmek isteyenler, Akevler ile ilgili bu yüzlerce dava dosyalarını mutlaka okumalıdırlar. Bütün bu çalışmalar sonunda tarihe kalan en önemli mesaj ve netice, Türkiye’de mevcut çürümüş sistem içinde Akevler tipi İslâmî teşebbüs ve denemelerin karşılaşabileceği engeller apaçık ortaya konmuştur. Marifet biraz da iltifata tabi değil midir? Ama bizler maalesef sürekli olarak ‘destek’ yerine ‘köstek’ ile karşılaşmışızdır…”

Özdemir Çelik Döküm iflastan kurtarıldı ve ortaklarının hakkı korunmuş oldu. Öte yandan Akevlerin bazı teorilerinin uygulanması Özdemir Çelik Döküm sayesinde mümkün oldu. Bir nevi laboratuvardı Özdemir Çelik Döküm. Bazı ortaklık tiplerinin nasıl hayata geçirileceği, aksamaların ve iyi tarafların neler olduğu gibi hususlar üzerinde önemli tespitler yapıldı.

Özdemir Çelik Dökümü iflastan kurtarmak için Akevlerin sahibi olduğu bazı parsellerin satışı icap etti. Bu satışa karşı çıkanlar oldu. Akevlerin iyi bilmediği bu işe girmesini mahzurlu bulanlar vardı. Bu husus Akevlerde bazı ihtilaflara sebep olduysa da her şeyin açıkça görüşülüp tartışıldığı kurullarda alındı kararlar.

Binlerce ortağı vardı Akevlerdeki çeşitli ortaklıkların. Çok sıkı takip gerekiyordu. Hukuki problemlerin çözümü ve ortakların tatmin edilmesi çok önemliydi. Süleyman Karagülle Kırgızistan’a gittikten sonra bazı ortaklıkların tasfiyesi söz konusu olmuştu. Bu safhada çok emek veren arkadaşlarımız oldu. Başta Hira Karagülle olmak üzere halen Kooperatifin her türlü işine koşan ve Akbilim Kooperatifi adı altında yürütülen faaliyetlerde öncülük eden Kazım Erten var mesela. Harun Özdemir, Hilmi Altın bu dönemin çalışkan kişileri olarak hatırlansa yeridir.

Akevlerde yürütülen bilimsel çalışmalar ABAM (Akdeniz Bilimsel Araştırmalar Merkezi) çatısı altında gerçekleşti. Burada pek çok arkadaşımız faaliyette bulundu. Bir kısmı daha sonra İzmir’den ayrılmak zorunda kaldı. Ali Erişen Kırıkkale’ye, Ali Sayı ebedi âleme hicret etti. Remzi Fındıklı Ankara’da göreve başladı. İzmir’de belki herkesten kıdemli olan Sabri Tekir bir ara siyasete atıldıysa da Akevlerle irtibatını kaybetmedi. Salih Yavuzer hukukçu vasfının yanına iş adamlığını da katarak grubun hep içinde oldu.

Süleyman Karagülle, Kırgızistan’dan döndükten sonra daha çok İstanbul’da çalışmalarına devam etti. İstanbul’da Akevler benzeri oluşumlar meydana geldi. Yalova’da bazı işletmeler hayata geçti. Oradaki faaliyetleri ben tam olarak izleyemedim. Umarım İstanbul çalışmalarını bir başka arkadaşımız kaleme alır. Reşat Nuri Erol, Lütfi Hocaoğlu, Gürsoy Erol ve Tayyibet Erzen gibi çok gayretli arkadaşlarımızdan bunu bekliyoruz.

****

Akevlerin çalışmalarında dayanışma ortaklıkları önemli bir yer tutar. Bu ortaklıklar İlmi Dayanışma, Ahlaki Dayanışma, Mesleki Dayanışma ve Siyasi Dayanışma ortaklıkları olarak tasnif ediliyor. Bu sistemi idari teşkilatlanma ile ele almak gerekiyor. Yani her bucak, her il ve nihayet ülke için bu tür ortaklıklar tesis edilmesi söz konusu. Bunların detaylarına girme imkânı yok bu kısa yazıda. İsteyenler detayları akevler.org adlı sitede bulabilirler.

Dayanışma ortaklıklarının bir diğer adı akile sistemi. Hz. Peygamber, Medine sözleşmesinde kabileleri ve diğer toplumları akileler şeklinde örgütlemişti. Daha sonra İslam Medeniyeti içerisinde bu örgütlenme biçimi İlmi, Ahlaki, Mesleki ve Siyasi Dayanışma ortaklıkları olarak gelişti. Karagülle’ye göre bu teşkilatlanma biçimi günümüzün yönetim problemlerine de çare olacaktır. Ona göre “insanlığın öncelikle çözmesi gereken sorunlar yönetim ve hukuk alanındaki sorunlardır, ekonomi ve teknolojideki sorunları yönetim ve hukuk alanındaki sorunların önüne geçirmek doğru değildir.

Dayanışma ortaklıklarının bir işlevi de sigorta olarak temayüz eder. Buna göre ihmalden doğan zararları ahlaki, bilgisizlikten doğan zararları ilmi, beceriksizlikten doğan zararları mesleki ve kasten iras edilen zararları siyasi dayanışma ortaklıkları tazmin eder.

Eskiler ilmi dayanışma ortaklığını medreseler ile, ahlaki dayanışma ortaklığını tekkeler ile, mesleki dayanışma ortaklığını loncalar ile karşılamış olsalar gerek. Ancak bunlara daha anlamlı hüviyetler kazandırmak gerektiği Akevlerde ortaya çıkan fikirlerdendir. Belki en önemli tarafı bu ortaklıkların teminatlı ehliyet verme yetkisidir. Bu husus, her alandaki istismarı ve kayırmacılığı önlemeye matuf bir adımdır.

Dayanışma ortaklıklarının diğer bazı fonksiyonlarını da sayarsak Akevlerin ortaya koyduğu yönetim anlayışını biraz daha anlaşılır kılmak mümkün olur diye düşünüyorum.

 Dayanışma ortaklıkları ortaklarını devlet içinde temsil ederler.

  • Ortakların ne istediğini devlete ahlâkî dayanışma ortaklıkları bildirirler.
  • İsteklerin nasıl yapılacağını ilmî dayanışma ortaklıkları bildirirler.
  • İstenenlerin kimler tarafından yapılacağını meslekî dayanışma ortaklıkları bildirirler.
  • Elde edilen ürünlerin nasıl bölüşüleceğine siyasî dayanışa ortaklıkları karar verirler.

Dayanışma ortaklıkları halk nezdinde devleti temsil ederler.

  • Yapılacaklarla ilgili bütçeleri ahlâkî dayanışma ortaklıkları hazırlar.
  • Plan ve projeleri ilmî dayanışma ortakları yaparlar.
  • Kredileri meslekî dayanışma ortaklıkları dağıtırlar.
  • Vergileri siyasî dayanışma ortaklıkları toplarlar.

Dayanışma ortaklıkları birer sigorta kurumudurlar, ortaklarının beklenmedik zararlarını dayanışma içinde bölüşürler.

  • İhmalden doğan zararları ahlâkî dayanışma ortaklıkları tazmin eder.
  • Bilgisizlikten doğan zararları ilmî dayanışma ortaklıkları tazmin eder.
  • Beceriksizlikten doğan zararları meslekî dayanışma ortaklıkları tazmin eder.
  • Kasten iras edilen zararları siyasî dayanışma ortaklıkları tazmin eder.

Dayanışma ortaklıkları yönetim erklerini oluştururlar.

  • Yargılama erkini ahlâkî dayanışma ortaklığı kullanır.
  • Yasama erkini ilmî dayanışma ortaklığı kullanır.
  • Yürütme erkini meslekî dayanışma ortaklığı kullanır.
  • Yönetme erkini siyasî dayanışma ortaklığı kullanır.

Dayanışma ortaklıklarının nasıl kurulduğu, fonksiyonları ve diğer detaylar için şu yazıya bakılabilir. Belki daha geniş bir şekilde konuya vakıf olmak isteyenler olabilir. Onlara da üzerinde çok çalışılmış bir kitap önerebilirim. “Adil Düzen’e Göre İnsanlık Anayasası” adlı bu çalışma, sadece burada üzerinde durmaya çalıştığımız Dayanışma Ortaklıklarını değil teorik esasları oluşturulmaya ve kısmen de olsa uygulanmaya çalışılan sistemin bütün temel esaslarını bir anayasa anlayışı içinde detaylarıyla anlatmaya gayret ediyor.

***

Akevlerdeki düşünce sistematiğini ben bütün detaylarıyla anlatamam ama birkaç hususu vurgulayabilirim. Güçlünün haklı olduğu değil haklının güçlü olduğu bir hukuk nizamı her şeyin başında gelir. Alabildiğine geniş bir özgürlük söz konusudur. Herkes istediği dayanışma ortaklığını, istediği idari teşkilatlanma birimlerinden bucağı, ilçeyi ve ili seçmekte özgürdür. Aynı özgürlük ilgili Başkanlara da tanınmıştır ve istediği kimselerle çalışma hakkına sahiptir.

Kanunlardan çok sözleşmelerdir insanları ve kurumları bağlayan. Özel hukuk galiba bu şekilde oluşuyor. Her topluluğun bir sözleşmesi vardır. O topluluğa katılan kimseler o sözleşmeye uymakla yükümlüdürler. Sözleşmeyi beğenmeyen ayrılma hakkına sahiptir. İhtilaflar hakemler marifetiyle hal yoluna konur.

Madem Kur’an’dan yola çıkmak gibi bir iddia var, o halde işe Fatiha suresinden, hatta Besmele’den başlanabilir Besmele ve Fatiha, İslam hukuk sisteminin temellerini belirler Karagülle’ye göre. Onlara hayattan süzülmüş manalar vermek gerekir. “Çalıştıran ve yaşatan Allah’ın adıyla” başlıyor her şey, her eylem, her iş. Böyle yeni kavramlarla yola çıkılırken klasik müfessirlerin takip ettiği usulün de dışına çıkmamak gerekiyor. Bu konular uzun uzun izaha muhtaç elbette. Ben küçük bir alıntı ile yetineyim ama daha fazlasını isteyenler şu bağlantıya müracaat edebilirler, bir de şu bağlantıya:

“Fatiha Sûresi, demokrasinin değişmez maddeleri gibidir.

Bütün değerler Allah’a aittir. Kimsenin kimseye üstünlüğü yoktur. O herkesin Rabbi’dir. Yönetimde kişiler arasında ayrılık yapılamaz. O rahmândır, herkesi yaşatır. O rahîmdir, gücü olanları çalıştırır. Din gününün sahibidir. Herkes O’na karşı sorumludur. Herkes şeriata uymakla yükümlüdür. Hukuk düzeni vardır. Yalnız Sana ibadet ederiz.  Herkes kamunun işçisidir. Yalnız Senden istiâne ederiz. Herkes kamudaki payını alır. Bize mustakîm sıratı hidâyet et. Nasıl davranacağımızı Sen bize öğret. İçtihadımızla hareket edecek ve Senden başka kimseyi dinlemeyeceğiz. Dalâlette olmayanların, kapitalistlerin. Mağdubun aleyhim olmayanların, sosyalistlerin dışında olan şeriatçıların= demokratların yoluna götür. Kendi içtihadımızla hareket edelim, ama uzlaşma ile oluşturduğumuz ortak sözleşmelere de uyalım.

Kur’an bundan sonra hep “şeriatı = demokrasiyi” anlatır. Kur’an bir yasa değildir. Çünkü bir kitabın yasa olabilmesi için onu teyit eden askeri güç olmalıdır. Allah hiçbir askeri güce Kur’an’ı zorla uygulatma yetkisini vermemiştir. Tam tersine; “Dinde zorlama yoktur…/ Sana yalnız tebliğ düşer…/ Sen onlara zor uygulayamazsın…” diyerek   Kur’an’ın askeri güç uygulamasını yasaklamıştır.”

Süleyman Karagülle zaman zaman bazı kavramları kendisi tanımlar ve o şekilde kullanmaya devam eder. Burada bunun bir örneğini görüyoruz. Ona göre şeriat, demokrasi demektir ve konuşmalarında ve yazılarında bu şekilde kullanmakta bir mahzur görmez. Kendi mantığı içinde haklıdır ama yazılarını okuyanların şeriata yükledikleri anlam farklı olduğunda maksadı izah zorlaşır. Buna benzer bir diğer kavram da laikliktir. Umumun anladığı laiklikle Karagülle’nin bu kavrama yüklediği anlamın birbiriyle zerrece ilişkisi yoktur.  

Kur’an’daki bazı kavramlara yeni anlamlar vermek kolay değil. İşte onlardan biri: Maide suresindeki 33’üncü ayetin tefsirinde şu ibarenin yorumu dikkat çekicidir:

“Allah ve Resûlüne karşı savaşanların…” Burada önce şöyle bir hatırlatmaya ihtiyaç var: “Kur’an konuşma dili ile inmiştir. Onu hukuk dili ile yorumlamak rasihlerin yetkisindedir. Rasihler kendi çağları için Kur’an’a hukuki manâlar verirler. Birinci dönem fukahası böyle manâlar vermişlerdir. Örnek olarak “Allah’ın hakkı” dendiği zaman, bunu “topluluğun hakkı” kabul etmişlerdir. “Resul” deyince kastedilenin “başkan” olduğunu anlamışlardır.” Peki günümüzde nasıl anlayacağız. Onu da şöyle izah etmek mümkün: “’Allah’ dediğimiz zaman biz topluluğu anlıyoruz. Ocak, bucak, il, ülke ve insanlık Allah’ın yeryüzündeki halifesidir. Kâinatın Rabbi olan Allah’ın halifeleri olarak haklara ve görevlere sahip olma demektir. “Allah” dendiğinde topluluğun tamamı anlaşıldığı gibi, bunları temsil eden meclis de anlaşılır./“Resul” başkan demektir. Ocak, bucak, il, ülke ve insanlık başkanları resuldür. Kâinatın Rabbi Allah Hz. Peygamberi gönderdi, onun halifesi olan topluluk da başkanları atar. Başkanın kendisi resul olduğu gibi, emir sahipleri de resulün resulleridir.”

Nur suresinin 62’nci ayetinin tefsirine ilişkin çalışmada daha genel bir tanımlama var: “Allah” meclisi, “Resul” hükümeti veya yönetimi, “Allah ve Resul” başkanı, “Allah ve Resulü” yargıyı ifade eder varsayımı ile yola çıktık. Yani devletin dört uygulayıcısı vardır; meclis, hükümet, başkan ve yargı. Son söz yargınındır. Yargı meclisin ve başkanın da üstündedir.

Yargının hakemlik sistemine dayandığını vurgulamakta fayda var.

Namaz konusunu belki daha sonra ele alırız ama şimdilik şu görüşü burada zikretsek galiba iyi olacak: Namazlar toplantılardır, müzakeredir, tilavettir, istişaredir.

Aslında sadece namaza değil diğer temel umdelere de bakmak gerekiyor. Bunlara kısaca dokunalım şimdilik: Namaz nasıl yaşayacağımızı, Zekât nasıl çalışacağımızı, Oruç kötülüklerden nasıl korunacağımızı, Hac tüm insanlık içinde nasıl yer alacağımızı bize öğretir.

Bilindiği gibi Kur’an’daki en uzun ayet Bakara Suresinin 282’nci ayetidir. Faiz yasağının ardından gelen bu ayetle faizli muamelelerin terkinden sonra selem senedi ve onun fonksiyonları dile getirilmektedir. Süleyman Karagülle’nin ısrarla üzerinde durduğu selem senetleri, senet piyasası, mal senetleri, piyasalarda senetlerin nasıl el değiştireceği gibi hususlar bu ayetten yola çıkılarak uzun uzun anlatılmaktadır. Önce Akevlerdeki seminerlerde daha sonra İstanbul’daki çalışmalarda üzerinde çok durulan bu konuyu Kur’an seminerleri dizisinden izlemek mümkün. Şu bağlantıya tıklayarak detaylara ulaşabilirsiniz. Burada sırayla 435, 436 ve 437’nci seminerlerde Bakara Suresinin 282’nci ayeti üzerinde duruluyor. Ayrıca şu bağlantı da Bakara 282’nin güzel bir özetini ihtiva ediyor.

Bu yazının giriş kısmında faize karşı olmak sözle olmuyor demiştik. Serbest piyasanın nasıl düzenleneceğine ilişkin binlerce sayfa tutan Akevlerdeki çalışmalar faizsiz bir sistem oluşturma yolunda atılmış önemli bir adım olarak orta yerde duruyor. Sistem, idari yapılanmayı, yasama esaslarını, yargı yani hakemlik mekanizmasını, piyasa kurallarını her cephesiyle ele alıyor. Bu sistem, üzerinde durulmaya, eleştirilmeye, uygulanamaz yönleri varsa yeni tekliflerle değiştirilmeye hazır. Bunları görmezden gelmek ve yok saymak bilimsel zihniyetle bağdaşmaz. Şahsen bana da afaki gelen, fantezi sayabileceğim yönleri var. Fakat öte yandan bunlar niçin uygulanamasın dediğim yönleri çok daha fazla.

Bildiğim kadarıyla Süleyman Karagülle, Necmeddin Erbakan nezdinde geliştirdiği sistemi Vakıflar Bankası bünyesinde kısmen de olsa uygulamak için ısrarcı oldu. Ancak buna imkân bulamadı.

Zaman zaman muhtelif dergilerde çıkan bazı yazıları cevaplama ihtiyacı duydu Süleyman Karagülle. Bunlardan biri Liber+ dergisinde “Paranın Ahlakı” adıyla 2016 yılında çıkmıştı. Bu yazının ana fikri İslam’da haram olanın riba olduğu faiz ile ilgili bir yasağın bulunmadığı şeklinde idi. Ben, Barış Tersaçı müstear adını kullandığı anlaşılan iktisat doktorası sahibi bir yazarın bu yazısından Reşat Nuri Erol’u haberdar ettim ve “Üstad Karagülle buna bir yazıyla mukabele etmek ister mi acaba” diye sordum. Süleyman Karagülle, Liber+ Dergisinde çıkan bu iki yazıya, “Paranın Ahlakı Olmaz, Parada Ahlak Olur” başlığı altında paragraf paragraf cevap verdi. Faiz, riba ve ahlak eksenli bu tartışmayı ilgilenenler için burada zikretmek istedim. Birinci yazı şurada. Daha sonra çıkan ikinci yazı burada.

Burada Yunus Suresi 62’nci ayete verilen anlamdan ve dolayısıyla Kur’an’ın tefsirinde yeni anlayışların ne kadar önemli olduğundan söz etmek istiyorum. Yunus 62 “Ve onlar mahzun da olmazlar” diyor. Bu ayetin tefsirine dair metinden aşağıdaki kısmı okuyalım:

“Hüzün” ruhi bir olaydan çok bedenî, hatta ekonomik olay olarak düşünüldüğü zaman, “mahzun olmazlar” demek, yoksulluk içinde sıkıntı çekmezler demektir; dayanışma onların sıkıntısını giderir./Kur’an’ın manalarını yaşama hayatına uyduramayanlar iki çözüm üretirler; kelimelere hep psikolojik mana vermek yahut olayları âhirete havale etmek. Hüzün hep ruhi bir olay olarak düşünülmüştür. Oysa hüzün sıkıntı içinde olmaktır. Bu sıkıntı ruhi olduğu gibi başı ağrıyanın bedeni sıkıntısı da hüzündür veya borçlu olanın borcunu ödeyemediği zamanki sıkıntısı da hüzündür. Onlar sıkıntıya da düşmezler. Çünkü dayanışmaları sıkıntıları giderir.”

Karagülle’ye göre “Kur’an’ın kelimelerine görünür mana verip amel etmek gerekir. Onu mücerret sözler olarak alırsanız ve onu geçmiş tarihi hikâyelere hapseder veya âhiret hayatına gönderirseniz Kur’an’dan yararlanamazsınız. Kur’an âhirete ait hükümleri değil dünyaya ait hükümleri içerir. Âhireti kazanmamız için dünyada ne yapmamız gerektiğini anlatır.”

***

Nasıl bir seçim sistemi? Önemli konulardan biri de bu olsa gerek. Mevcut demokrasilerde belirli periyotlarla seçim yapılıyor. Yani bugün tasvip ettiğiniz bir kişi ya da partiyi yarın değiştirmek isterseniz dört yıl beklemeniz gerekiyor. Acaba daha dinamik bir seçim sistemi mümkün mü? Hz. Peygamber’in vefatından sonra halifeler biat usulü ile seçilmişlerdi. Şu soru beni bir zaman meşgul etmişti: “Nasıl yani, Medine’de ve diğer beldelerde yaşayan herkes gelip, diyelim, Hz. Ömer’e muvafakatini mi bildirmişti?” Bu biraz zor görünüyor. Sanırım kabileler ve diğer topluluklar temsilcilerini belirliyordu önce. Temsilciler de gelip seçim için reylerini belli ediyorlardı.

Dinamik seçim usulünü bir üniversite üzerinden örneklemeye çalışalım. Diyelim ki üniversitenin rektörü seçimle belirlenecek. Üniversitede beş Fakülte ve on bölüm bulunduğunu düşünelim. Bölümdeki üyeler kendilerini temsil etmek üzere Bölüm Başkanı olarak bir isim üzerinde anlaşmış olsunlar. Zaman içerisinde her üye temsilcisini her an değiştirme hakkına sahip olsun. Günümüzde bilgisayarlarla bu değişiklikleri kolayca izlemek mümkün. Eğer mevcut bölüm başkanı önceden tesbit edilmiş belli bir oranın altına düşerek temsil kabiliyetini kaybederse yerine yenisini yine temsil usulüyle eskisinin dönemi bitmeden hemen belirlemek gerekeceği açıktır. Bu usulün fakülte dekanını ve nihayet rektörü belirlemek için de kullanılabileceği izahtan varestedir. Böylece yanlış yapmakta olan bölüm başkanı, dekan ya da rektörün anında değiştirilmesi mümkün hale gelmektedir. Buna gelin dinamik seçim sistemi diyelim.

Burada açıklamaya çalıştığımız yöntemin her türlü meclisin belirlenmesinde de kullanılması mümkündür. Dolayısıyla temsilciliğin, fonksiyonunu icra etmek için uzun süre beklemesinin önüne geçilmiş olmaktadır. Seçimlerin bazılarında ittifak şartı getirilebilir. Bunların hangi hususlarda nasıl tespit edileceği de sistemin kendi mantığı içinde tayine muhtaçtır.

***

Daha önce de söylemiştim, burada Akevlerde oluşturulan sistemin bütün detaylarını anlatmam imkânsız. Ancak bazı ilginç hususları ele alabilme şansımız var. Bunlardan biri de Tevbe suresi 60’ıncı ayetin tefsirinde dile getirilen hususlardır. Burada paranın nasıl tedavüle çıkarılacağı, vergi nispetlerinin nasıl anlaşılacağı, vergilerin nasıl toplanacağı ve nasıl ve kimlere harcanacağı gibi hususlar üzerinde duruluyor. Hep söyleme ihtiyacı duyuyorum: Yeni bir sistem iddianız varsa hiçbir konuyu atlama lüksünüz yoktur. Her konuyu o sistem içinde ele almalısınız ve bütünlüğü bozmamalısınız, tutarlılığı göz ardı etmemelisiniz. İşte bunlar için size bir bağlantı…

İlginç konulardan biri de günümüzde insanoğlunun gözünü bürüyen hırstır. Karagülle Tekasür suresinin tefsirinde buna şöyle bir açıklama getirmeye çalışıyor:

“(Tekasür suresi bize diyor ki) ‘Siz mezara varıncaya kadar çokluk yarışı içindesiniz. Ben çok bileyim, herkesi geçeyim. Ben çok sevileyim, herkesten fazla sevenim olsun. Benim çok malım olsun, zengin olayım. Benim makamım yüce olsun, herkes benden korksun gibi çokluk yarışı içindesiniz.’ İnsanlar Allah rızası için çalışırlarsa sorunları yoktur. Kimileri ise çokluk yarışı içindedirler, sıkıntılı günler yaşarlar. Oysa müminlerin tek derdi vardır, o da Allah’ın rızası.”

Bugünlerde çeşitli alanlarda köpürtülen sayılara bakınca insan bu surenin hikmetini daha da iyi kavramak zorunda hissediyor kendisini.

Burada Muhammed Esed’i hatırlamamak mümkün mü? Kur’an Mesajı adlı meal tefsir çalışmasında şöyle bir anısı anlatılıyor:

“1926 yılının sonbaharında bir gün Berlin metrosunda seyahat ederken gördüğü yüzlerin istisnasız hepsinin derin ve gizli bir acıyla kasılı olduğunu müşahede etti. Duyduğu sarsıntıyla bunu yanındaki eşi Elsa’ya açtı. Elsa şaşkınlıkla “bir cehennem azabı çekiyorlar sanki… Acaba kendileri bunun farkındalar mı?” cevabıyla onu tasdik etti. Esed bu acıları ve ızdırabları insanların gerçeksiz, inançsız ve fasılasızca refah peşinde olmalarına bağlar./ Eve döndüklerinde masada açık kalmış Mushaf’ı gördü. Kapatıp kaldırmak için uzandığında gözü Tekâsür suresine ilişti. Birden surenin o gün metroda yaşadıklarının tam bir yankısı olduğunu hissetti ve şunları düşündü: ‘Bütün çağlarda insanlar tamahı, açgözlülüğü tanımışlardır; ama tamah ve açgözlülük başka hiçbir çağda bugün olduğu kadar… ciğer sökücü bir hırs halinde kendini açığa vurmamıştı… İnsanların boyunlarına binmişti ifrit; kamçısını tam yüreklerinin başına indiriyor ve uzaklarda alayla göz kırpan yalancı hedeflere doğru dehliyordu onları…’”

***

Süleyman Karagülle, siyasetin ne kadar önemli olduğunu iyi biliyordu. 1960’ların sonunda Erbakan’ın başlattığı bağımsızlar hareketinde Aydın Bağımsız adayı olmuş ama bu hareketi düşüncelerini açıklamak için faydalı bir platform olarak görmekten öteye gitmemişti. Daha sonraki Erbakan hareketlerinin hepsinde de aktif rol aldı. Bir gün kendisine milletvekili olmaktan bahsedince bunun kendisi için mümkün olmadığını, o yemini tasvip etmediğini açıkça söylemişti. Fakat siyaseti görüşlerinin duyurulması için olmazsa olmaz bir faaliyet olarak gördüğünü de her zaman zikretmişti. Adil Düzeni Erbakan’a anlattı. Onu bir yere kadar ikna etti, fakat rahmetli Erbakan, sistemin bütünü yerine daha çok ekonomik esaslı kısımlarını kullandı ve onu Adil Düzen adıyla popüler hale getirdi. Erbakan’a bu adil düzen konusunda en çok muhalefet edenin Oğuzhan Asiltürk olduğu o vakitler çokça konuşulmuştu.

Süleyman Karagülle, 1992 yılında Kırgızistan’a gitti. Türkiye’de biraz sıkılmış ve artık burada yapacak fazla bir şey kalmadı duygusuna kapılmıştı. Kırgızistan’da hükümete danışmanlık yaptı, onların milli parasının tedavüle çıkmasını sağladı. Sanırım beş yıl kadar Kırgızistan’da yaşadı.

Bu yazının başındaki sözlerimi tekrarlamak istiyorum. İslamiyet’e inanmak başka , İslamiyet’i bilmek başka. İslami hükümlerin bugün nasıl uygulanacağını çalışmadan, bir bütün olarak sistemi ele almadan, hayatın her safhasına, toplumun her ihtiyacına nasıl cevap verileceğini bilmeden İslamiyet’i biliyorum demek olmuyor. Faiz zararlıdır diyerek İslami bir hüküm verdiğini sananlar ekonominin faizsiz nasıl düzenleneceğini açıklamak ve izah etmek zorunda değiller mi? Yoksa iş kolaycılığa kaçar. İhtilafları nasıl çözeceğinizi, devletin idari mekanizmasının hangi tabakalarda nasıl oluşacağını tayin etmezseniz iddianız havada kalır. Akevler bütün bir sistemi düzenleme iddiasında. Bunun için pek çok çalışma yapılmış, kimisi uygulamalarla test edilmiş, kimisi test edilmeyi bekliyor. Üstelik Akevler, kendi çözümünün tek ve en doğru çözüm olduğu iddiasında da değil. Doğruyu bulmak için tartışmak gerekiyor.

Bu yazıda Akevler bünyesindeki çalışmalara öncülük eden Süleyman Karagülle’yi anlatmaya çalıştım. Allah rahmet eylesin.

Not 1: Bu yazıya Hira Karagülle ve Süleyman Akdemir’in katkıları var. Kendilerine teşekkür ediyorum.

Not 2: En yukarıdaki resim adil düzene göre insanlık anayasasının görev konularını gösteriyor. Detaylar şu bağlantıda.

Join the discussion

3 Yorum
  • Çok güzel bir yazı. Allah razı olsun. Rahmetli Karagülle ve Akevler bundan daha iyi anlatılamazdı diye düşünüyorum. Yalova’da yapılan çalışmalar “Yalova’da Küçük Adımlarla Başlangıç” başlığı altında özetlenmektedir. Bu serinin (oldukça geciken) 2. yazısının düzeltmeleri bitmek üzeredir ve bu ay içinde inşallah yayınlanacaktır.

  • kıymetli hocam kaleminize kuvvet. Ben bir araştırma yapmak için izmirde kurulan akevler kooperatifinin ana sözleşmesine ulaşmak istiyorum. araştırdığım mecralarda buna rast gelemedim. bu konuda bana yardımcı olur musunuz? Çalışmalarınızda muvaffakiyetler dilerim.