Ben Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan’ın faiz-enflasyon ilişkisini anlatırken ortaya koyduğu temel düşünceleri anlamaya çalışıyorum. Bu konuda samimi olduğuna inanıyorum elbette. Ancak anlamadığım bazı şeyler var. Faize bu kadar karşı iken mevcut yönetim anlayışı ve düzenlemeler içinde faizi düşürerek enflasyonu kontrol edemeyeceğini niçin kabullenmiyor, işte bunu anlamıyorum. Anlamadıklarımın birincisi bu husus. İkincisine geçmeden önce bir iki noktayı belirtmem gerekiyor.
Tayyip Erdoğan’ın faiz enflasyon ilişkisi konusundaki fikirlerinde ısrarcı olduğu da görülüyor. Zira Batı ülkelerini ve Amerika’yı örnek vererek oralarda faizin ne kadar düşük olduğunu biteviye tekrarlıyor. Buradan şunu da çıkarmak doğru mu bilmiyorum ama Cumhurbaşkanımızın %6, %7 gibi bir faiz nispetine itirazı yok gibi.
Bahsettiği ülkelerde demokrasinin ne kadar güçlü olduğunu bilmiyor değil elbette. Öngörülebilir bir hukuk düzenine sahip olmaksızın ve kurumlar arasındaki iş birliğini ve senkronizasyonu sağlamaksızın güven ortamının tesis edilemeyeceğini Tayyip Erdoğan’ın niçin göz ardı ettiğini anlamıyorum. Ortaya koyduğu hedeflere ulaşmanın ilk şartı piyasalara ve yatırımcılara güven vermek değil mi?
Galiba Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi içinde aldığı kararların mutlak doğruluğuna dair bir his var içinde. Mesela kur korumalı vadeli hesap için ortaya koyduğu sistemin, enine boyuna düşünse halkı faizli muameleye teşvik manasına geleceğini fark eder. Yoksa buna vakti mi olmadı? Çünkü elindeki üç kuruşu kendi usullerince korumaya çalışan insanları açıkça faizli mevduata geçmeye teşvik etmiş oldu Cumhurbaşkanımız. İnsanları faize alıştırmak… Olacak iş değil. Nerede kaldı faiz karşıtlığı…
Bu yanlışlığa bazı hocalarımız da “faiz değil hibe” gibi neresinden tutsanız elinizde kalacak bir anlayışla iştirak etmekten geri kalmadı. Kaldı ki bu bir imkansa eğer, en çok faydalananları yine alt gelir grubundaki insanlar değil nispeten üst gelir grubundaki insanlar olacaktır. Kur garantisinden doğacak ek ödeme böylece alt gelir grubundan üst gelir grubuna transfer edilmiş olacak. Yani faizle en ufak bir ilişkisi olmayan insanların ödediği vergiler başkalarına aktarılmış olacak.
Politika faizi inerken devletin borçlanma faizi alabildiğine yükseliyor. Bilindiği gibi hazine, vaktiyle aldığı borçları yeniden borçlanarak ödüyor. Bu da hem bizlerin hem çocuklarımızın, hatta hem de torunlarımızın borçlandırılması, üstelik yüksek faizle borçlandırılması demek. Faize harcanan her fazlalık ya eğitimden ya sağlıktan ya da halkın zaruri ihtiyaçlarından kısmak demek. Onun için bir yönetim bu hususları makul bir seviyede tutabiliyorsa başarılıdır.
Şubat 2021’de %13 olan borçlanma faizinin Aralık 2021’de %25 olması bir yerlerde bazı yanlışlıkların olduğunu göstermiyor mu? Ticari kredi faizleri de %40’a doğru gidiyor. Bu faiz oranlarıyla nasıl üretim yapılacak, bilmiyorum. Pek çok faiz kalemi var. Sadece birini, o da emirle indirmekle bir yere varılamayacağı açıkça görülüyor.
Faize karşı olanlara söyleyecek bir şeyim yok elbette. Faizlerin düşük olmasını herkes arzu eder. Ancak sadece pozitif faize karşı çıkmak yetmez. Negatif faiz demek olan enflasyona da bir çare bulamayanların faiz karşıtlığı havada kalıyor. Nice vatandaşın ne faiz aldığı var ne de verdiği. Ama elindeki üç kuruşun satın alma gücü düşüyorsa bu açıkça yetersiz yönetimlerin, onlardan rızası olmadığı halde faiz alması demek değil midir?
Türkiye’nin temel sorunu iyi yönetişim olsa gerek. İyi yönetilen bir ülkede enflasyon yani ülkedeki herkesten rızaları dışında tahsil edilen negatif faiz diye bir şey olmaz. Tasarruflardan yana sıkıntılı bir durumda olduğumuz su götürmez. Ancak insanlara tasarruf aracı olarak faizden başka hiçbir makul imkân sunulmuyorsa ekonomi iyi yönetilmiyor demek yanlış olur mu?
Faizleri ve enflasyonu düşürmek ve dövizdeki panik sebepli yükselişi durdurmak için, çaresizlikten doğan bu tedbirler yerine, hukuka bağlılığa yapılacak bir vurgu, Merkez Bankasının bağımsızlığına yeniden dönüşe dair bir kararlılık belirtisi ve ekonomi yönetimini ehil ellere teslim doğrultusundaki bir değişiklik iması hem dövizi frenlemek hem piyasalara güven vermek açısından daha etkili olurdu.
Bu yol izlenseydi döviz ve enflasyondaki aşırı yükselişin sebeplerini dış güçler gibi bir bahaneye sığınarak izah etmek basitliğinden de kurtulmak mümkün hale gelirdi? Çünkü dış güçlerin müdahalesini önleyememek de ayrı bir zaaf belirtisi değil midir? Dış güçlerle baş edemeyen yönetimlere ‘farklı yöntemlere ihtiyaç var’ diyenlere ne cevap verilebilir? Bir zamanlar da üst akıl diye anlamsız bir bahaneye sığınmak adeti vardı. O da açıkça ben akılsızım gibi bir algıya yol açıyordu.
Bazı tutum ve davranışlara üzülmemek kabil mi? Yirmi liraya yaklaşan dolar 12 liraya düşünce sevinmek ve zafer havasına girmek üzücü değil mi? Dolar yükselirken neredeydiniz, kim bunun sorumlusu diyenler haksız mı? Bu durum balkondan düşen çocuk misaline ne çok benziyor…
Balkon demirinden sarkan çocuğa ev ahalisi sahip çıkmıyor, bir vurdumduymazlıktır gidiyor, etraftan çığlık çığlığa çocuk düşecek diye haykıranlara da içerdekiler, bir şey olmaz havasında, aldırış etmiyorlar. Çocuk düşüyor, Allahtan ölmüyor. Evdekiler hastaneye yetiştiriyorlar çocuğu ve kahraman muamelesi görüyorlar, niçin sahip çıkmadınız çocuğa diyenlere ya aldırış edilmiyor ya da onların düşmanca bir tutum içinde oldukları söyleniyor. Üstelik götürdükleri hastanede işin ehli uzman doktor da yok. Biraz pansuman yapacak kadar bilgiye sahip üç beş kişi… Allahtan ümit kesilmez havasında herkes… Enflasyon ve dövizin yükselişi, sonra girilen panik havası, arkasından gelen işe yarayacağı şüpheli tedbirler, balkondan düşen çocuğun başına gelenlere ne çok benziyor…
Anlayamadığım hususların ikincisine gelince, satın alma gücü sabit olmayan bir birim kullanıldığı müddetçe faizi kontrol etmek mümkün olamıyor. Dolayısıyla bu konunun nasıl bir çözüme kavuşturulması gerektiği çalışılması icap eden derin bir mesele. Ama şunu bilelim ki faizsiz bir modeli küçük çaplı bazı işletmelerde denemeden varılabilecek bir başarı noktası yoktur. Başarılı olabilmek için de bir vakıf bünyesinde mi olur, bir üniversite, enstitü ya da bu işe hasredilmiş bir araştırma merkezi çerçevesinde mi olur, teorinin yanında pratiği de yani uygulamayı da içeren bir sürece ihtiyaç var. Kısaca geliştirdiğiniz sistemin iyi uygulama örneklerini de göstermek zorundasınız. Bahsettiğimiz süreç bugünden yarına kısa vadeli değil belki yıllarca sürecek bir vakte ihtiyaç duyar. İşte, bu doğrultuda niçin bir oluşuma gitmez Tayyip Erdoğan, bunu anlayamıyorum. Şu anda etrafında bulunan ekonomi danışmanlarını gözünüzün önüne getirin, var mı içlerinde bu anlayışa paralel çalışmalar yapabilecekler?
Faizsiz bir sistem konusunda teorik olarak çalışanlar var. Ama onların ortaya koyduğu iyi uygulama örnekleri var mı? Bildiğim kadarıyla yok. Bu doğrultuda bir ömür harcayan ve teori kadar uygulamayı da geliştirmek için çırpınan rahmetli Süleyman Karagülle’nin ne dediğine bakan bile çok az. Oysa Karagülle, ortaklık sistemini geliştirmeye çalışıyor, ortakları bir kooperatif bünyesinde bir araya getirerek işletmeler kurulmasını öneriyor ve satın alma gücü sabit bir birimle değerlendirmeler yapılması gerektiğini söylüyordu. Bunu beğenmeyenler olabilir elbette, ama bir alternatif geliştirmedikten sonra ‘böyle olmaz’ eleştirisi de bir kıymet ifade etmez. Karagülle’nin çalışmaları en azından faizsiz bir sistem için çıkış noktası olarak ele alınabilir. Elbette tek yol bu değil ama yeni yol ve yöntemler ancak bu işin çilesini çekerek oturup çalışarak ve deneyerek bulunabilir. Bu yolda hiçbir çaba harcamadan faize karşıyım demekle varılabilecek bir hedef yoktur.
Ufukta faizsiz ve enflasyonsuz günler görüyor musunuz?
Molla Kasım’a sordum bu soruyu, bana Nedim’den bir mısra ile cevap verdi:
Bir perî sûret görünmüş, bir hayâl olmuş sana…