Ukrayna’yı istilaya kalkışan Putin bakalım emeline ulaşacak mı? Putin’i Çar Büyük Petro ile kıyaslayanlar var. Çarların sıcak denizler ve büyük Rusya İmparatorluğu hayalini gerçekleştirmek için çılgınca davranacağını sananlar az değil.
Elias Canetti, “Sözcüklerin Bilinci” adlı kitabında, Hitler’in Moskova seferine çıkarken, bir amacının da Napolyon’un gerçekleştiremediği Rusya hakimiyetini elde etmek olduğunu söyler. Hitler’i Moskova seferine zorlayan gizli saik “en büyük” olma, Napolyon’dan bile büyük olma arzusu muydu acaba?
Galiba Putin de Çarların eksik bıraktığını düşündüğü bir amaca kendisinin vasıl olabileceğini göstermek istiyor.
Burada derinlemesine Putin tahliline girecek değilim elbette. Yine de şu kadarını söylemem lazım: Ne bizde ne de Batı âleminde iyi bir Putin tahlili yapıldı.
Galiba Putin de yapacağı çılgınlıkların nelere yol açabileceğine dair iyi analizlerden mahrumdu. Bunu, tek adamlığa bağlayanlar ve Putin’in düşüncesine uymayan analizleri dillendirmekten korkanlara atfedenler var. Bakın, “Evet Efendim” yalakalığı nelere yol açıyor… Rusya’nın uygulanmaya başlanan yaptırımların altından kalkması kolay olmayacak. Adım adım fakirleşmeyi izleyeceğiz muhtemelen…
Kapalı toplumların akıbeti çoğu kere sıkıntılara düşmektir. Doğruları bulmak ancak açık tartışmalarla mümkündür. Adil ve hakkaniyetli seçimler bunun en önemli teminatıdır. Her sorunu tek kişinin inisiyatifine bırakmak ve emirlerini tartışmasız kabul etmek doğrulardan kaçmak demektir.
Açık toplumla kapalı topluma en iyi örnek Estonya ve Beyaz Rusya’dır. Sovyetler Birliğinin bu iki eski üyesi Birlik dağıldıktan sonra hemen hemen benzer şartlara sahipti.
Geleceğin Endüstrileri kitabından ve yazarı Alec Ross’tan daha önce burada bahsetmiştim. Alec Ross Estonya ile Beyaz Rusya’yı kıyasladığı bölümde şöyle diyor:
“Sovyetler Birliği’nin dağılması ile kazanılan bağımsızlığın ardından Estonya ekonomisi sallantıda bırakılmıştı. Para biriminin değeri yerlerde sürünüyordu. Market rafları boşalmıştı ve gıda karneye bağlanmıştı. Gaz sıkıntısı korkunç boyutta idi. Sanayi üretimi 1992 yılında %30’dan fazla düşüş göstermişti. Enflasyon yüzde 1000’in üzerine fırlamıştı. Çalışmaya devam eden tek sistem, zayıf hukuki korumalar ve korunmasız sınırlarla birlikte Estonya’da ve komşularında organize suç oranlarını yükselten karaborsa düzeniydi
1992 yılında 32 yaşında iken başbakan olarak seçilen tarihçi Mart Laar liderliğindeki yeni Estonya hükümeti, vakit kaybetmeden yeni bir yol haritası çizdi. Başbakan Laar “ülkemin bu pislikten ve çöküşten kurtulması için başlangıçta zehir gibi de olsa radikal önlemlerin uygulanması gerekiyor” diyerek işe koyuldu.
Laar’ın ilk adımı ekonomiyi istikrara kavuşturmak olmuş. Harcamaları azaltan Başbakan Laar devlete ait şirketlere verilen sübvansiyonları sona erdirirken bu şirketleri ya çalışın ya da kapatılırsınız diyerek uyarmış.
Ekonomi istikrara kavuşup enflasyon %29’a düştükten sonra Estonya kapılarını dünyaya açıyor. Gümrük tarifelerinin azaltılması, ihracat kısıtlamalarının kaldırılmasıyla ülke bir ticaret merkezi haline getiriliyor. Özel imtiyazlar kaldırılarak ülkede yatırım yapan herkese eşit imkanlar sağlanıyor.
Sovyetler Birliği çöktüğünde Estonyalıların yarısından daha azında telefon hattı varmış. Finlandiya hükümeti dijital ağa geçerken eski analog telefon sistemini Estonya’ya ücretsiz vermeyi teklif etmiş. Estonyalılar kendi tasarımları olan dijital bir ağa geçmeyi seçerek Finlilerin bu hayırsever teklifini reddetmiş.
Hükümet sunacağı hizmetleri online olarak sağlamaya başlamış. Ticari internetin doğumundan sadece 4 yıl sonra Estonya’daki tüm okullar 1998’de internete bağlanmış.
1990’lı yılların ikinci yarısında Estonya’da kişi başına yabancı yatırım tutarı diğer tüm orta ve Doğu Avrupa ekonomilerinden daha fazla hale gelmiş. Bu yatırımlar Estonya’nın teknolojik ve endüstriyel altyapısını yükselttiği gibi inovasyon ekonomisinin de temelini atmış.
Bağımsızlığından bu yana Estonya ekonomiyi daha da açık hale getiren teknokratik hükümetler tarafından yönetilmiş. 2008 yılında Cumhurbaşkanı Toomas Ilves yönetiminde Estonyalılar Avrupa Birliğine üye olmak için sandığa gitmişler ve o yıldan itibaren para birimi olarak Euro’yu kabul etmişler.
Cumhurbaşkanı Ilves, gelişmeyi şöyle anlatıyor: Vergi sistemini hızlıca değiştirdik ve sabit oranlı bir gelir vergisi getirdik. Bilgisayara geçtik ve kendi para birimini tedavüle sokan ilk eski Sovyet Ülkesi olduk. Bunu IMF’nin tavsiyelerinin aksine yapmıştık. Bu da 1992 genel seçimlerinde seçilen gençlerin ne kadar vizyoner bir yaklaşıma sahip olduğunu gösterir. Estonyalılar Sovyetler döneminin son yıllarından başlayarak sürekli reform taleplerini dile getiriyorlardı.
Bütün bunlar sonucunda Estonya yirmi yıl öncesinin çok daha ötesinde bir yaşam standardı elde etmiş. Kişi başına düşen 25 bin doların üzerindeki milli gelir Sovyetler Birliği’nin dağılması sırasında var olan gelirden 15 kat daha fazla ve 15 eski Sovyet cumhuriyeti arasında en yükseği. Estonya dünyanın önde gelen inovasyon merkezlerinden biri olmuş.
Estonya’nın şimdi Türkiye’den de bir misafiri var. 2004-2014 arasında Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanlığı yapmış olan Dr. Asım Güzelbey Estonya’ya yerleşmiş. Orada bir üniversitede aşçılık dersleri veriyor. Yerleştiği küçük bir köyde kadar mutlu olduğunu ben kendisinden dinlemiştim. Onun Estonya macerasını Mehmet Cemal Çiftçigüzeli de yazmış. Okumak isteyenler olur diye buraya internet bağlantısını kaydediyorum.
Gelelim Beyaz Rusya’ya. Belarus diye de biliniyor bu ülke. Bağımsızlıktan sonra Estonya ve Belarus neredeyse aynı konumdaydılar ve gelecekleri ile ilgili tamamen zıt kararlar aldılar. Estonya açılırken Belarus kapandı.
Ülkeyi 1994 yılından beri yöneten Alexander Lukashenko yönetiminde Belarus sıkı kontrollü bir politik ve ekonomik sistemi sürdürüyor. Alec Ross’a göre Lukashenko tam bir kontrol manyağı… Belarus’u kendi derebeyliği gibi kullanıyor. Muhalifler susturuluyor. Basın sıkı bir şekilde kontrol altında. Bir muhalefet protestosuna katılmak bir terörist olarak etiketlenmeye neden olabiliyor.
Lukashenko modern dünyayı anlamayan birisi. Sanayi işletmelerinin yaklaşık yüzde 40’ı ve tarım işletmelerinin yüzde 60’tan fazlası zarar ediyor. Belarus köle benzeri robotlar kullanmak yerine insanların hala köle gibi çalıştıkları bir döneme sıkışmış durumda.
2020 yılındaki seçimlerde Lukashenko’yu zorlayan kadın adaylar vardı. Ancak belli ki hiç de adil olmayan bir seçim sonucunda Lukashenko yeniden seçilmiş oldu. Belarus’ta muhalif olmak çok zor. Zaten onlarca adayın başvurusu da reddedilmişti. “Artık git” sloganları atan üç binden fazla kişi tutuklanmıştı.
Estonya’nın kişi başına 25 bin dolarlık geliri varken Belarus’un geliri 6 bin dolar seviyelerinde. Fakirlik almış başını gidiyor.
Şimdi Lukashenko her şeyiyle Putin’in emrinde. Ruslar Ukrayna’yı istila etmek için Belarus sınırını kullanıyorlar.
Bugün Rus kerpeteni altında zorlanan Ukrayna ise uzun süre iki model arasında gidip geldi. Rusya yanlısı liderlerle batı yanlısı liderler neredeyse birbirini izledi. Biri kapalı toplum modelinde ısrar ederken diğeri açık toplum olmanın avantajlarını önemsedi.
WhatsApp mesajlaşma uygulaması bir Ukraynalının eseri. Jan Kaum genç yaşında Amerika’ya göç etmiş. WhatsApp’ı 2014 yılında Facebook’a 19 milyar dolara satmış. Parlak beyinler yetiştiriyor Ukrayna. PayPal’in kurucusu da Ukraynalı. Fakat yolsuzluğa, siyasal yozlaşmaya ve otoriterleşmeye son verme gayretleri henüz meyve vermiş değil. Şimdi de Rus istilasıyla boğuşuyorlar. Direnişleri alkışlanıyor, bakalım sonu nereye varacak.
Dedeleri Ukrayna göçmeni olan Alec Ross yukarda bahsettiğim kitabında Türkiye hakkında da bir şeyler söylüyor:
“Estonya ve Belarus açık-kapalı ekseninde iki farklı kutup. Dünyanın çoğu bu ikisi arasında bulunuyor. Ukrayna gibi birçok ülke ise iki arada bir derede kalıyorlar. Türkiye ve Tayland gibi tamamen farklı devletler ise açık ve kapalı sistemlere doğru yönelen eğilimleri bağdaştırmaya çalıştıkça düzenli olarak belli sıkıntılar yaşıyorlar.”
AB perspektifinden uzaklaştıkça Türkiye’nin dışarıya verdiği görüntü otoriterleşme ve kapalı toplum olarak tezahür etmeye başladı. Ukrayna savaşının etkisiyle batı dünyası ile ilişkiler canlanır ve daha demokratik bir toplum olma yolunda adımlarımız sıklaşır mı dersiniz?
Alec Ross açık toplumun geleceğini şöyle anlatıyor:
Devletlerin sistematik kontrol kaybına ve gücün yayılmasına nasıl tepki verdikleri ekonomilerinin karakterini ve performansını büyük ölçüde etkilemektedir. 20’nci yüzyılın ikinci yarısında temel politik ayrım komünizm ve kapitalizm arasındaydı. 21’inci yüzyılda ise bu ayrım açık ile kapalı arasındadır. Yüzde yüz açık veya yüzde yüz kapalı hiçbir devlet yoktur. Açıklık tercihe bağlı olarak ekonomiye, topluma ve politik sistemlere daha geniş bir şekilde uygulanabilir. Ancak politik sistemler daha belirleyici olduğundan daha açık politik sistemleri seçen ve onları koruyabilen ülkeler, gelecekteki endüstrilerin ve işletmelerin kurulduğu, finanse edildiği ve piyasaya çıktığı yerler olacaktır.
Son bir vurgusu var Ross’un:
Eğer liderler toplumlarını geleceğin endüstrilerine göre konumlandırmak istiyorlarsa öncelikle ülkelerini açmaları ve kontrol manyaklığı eğilimlerine direnmeleri gerekiyor. 21’inci yüzyıl bir kontrol manyağı olmak için çok berbat bir zaman. Gelecekteki büyüme insanların kontrolüne değil güçlendirilmesine bağlı.
Bu yazıyı daha önce bu sütunlarda çıkan Geleceğin Endüstrileri başlıklı dört yazının devamı sayabilirsiniz.