Türkiye yakın coğrafyasında bulunan ülkelerle ilişkilerini gözden geçiriyor. Mısır, İsrail, Suriye, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ilk akla gelenlerden. Suudi Arabistan’la Cemal Kaşıkçı cinayetine rağmen kucaklaşmakta bir sakınca görmedi Türkiye. 15 Temmuz’un finansörü olmakla itham edilen Birleşik Arap Emirlikleri ile de senli benli hale geldik. Mısırla buzları eritmek için gayret ediyoruz. Popülizm uğruna Sisi’ye demediğimizi bırakmamıştık. Öyle ki gerçekten Sisi gibilerin anlayışına mı itiraz ediyorduk yoksa rabia işareti yaparak Mursi’nin şahsında Mısır’daki zulmü iç politikada malzeme olarak mı kullanıyorduk, belli değildi. Bizim söylemlerimizin ne Mursi’ye faydası oldu ne de Mısır’ın yanlış yoldan dönmesine bir yararı oldu. Yani sözün ağırlığını kaybettiği noktaya varmıştık. Mısır’ın uzlaşma şartları biraz ağır gibi gözükse de sonunda galiba bir ortak yol bulunacak.
İsrail politikalarımız da değişiyor. İsrail değişiyor mu? Hayır. Filistinlileri öldürmeye devam ediyorlar. Ama karşılıklı büyükelçi atamalarını gerçekleştirmek üzere iki ülke de… Bizim büyükelçiliğimiz nerede olacak, Tel Aviv’de mi, Kudüs’te mi? Yoksa bunu sorun etmeyecek miyiz?
Şimdi sıra Suriye politikalarını değiştirmeye gelmiş gibi. Nasıl olacak, bilmiyorum. Çünkü vaktiyle o kadar ağır sözler sarfettik ki… Suriye yönetimi o sözlerin belki çok daha fazlasını hak ediyordu ama bir gerçek var. Dış politikadaki bütün argümanlarınızı kamuoyu önünde harcamak doğru olmuyor. İş sonunda popülizme geliyor ve sözün ağırlığı kayboluyor.
Şimdi belli ki Suriye önce Türkiye’nin kuzeyden çekilmesini isteyecek. Türkiye de oradaki YPG ve benzerlerinin varlığına son verilmesini talep edecek. Hem sınır güvenliği hem Suriye ve Türkiye’nin toprak bütünlüğü… Üstelik işin içinde Rusya ve Amerika da var. Ruslar rejime kol kanat geriyor, Amerika İŞİD’i bahane ederek olmadık adımlar atıyor. Türkiye, Suriye’nin toprak bütünlüğünü gözetiyor ama uygulamanın nasıl olacağı hiç belli değil. Dışişleri Bakanı Suriye rejimi ile muhalifleri bir şekilde uzlaştırmamız lazım diyor. Esed’in böyle bir uzlaşmaya yanaşması zor.
Bir de mülteciler sorunu var. Hiçbir mülteci kendini Esed’in kollarına atmak istemez. Önceki zalim uygulamaları belli Esed’in. Muhalif grupların akıbeti bir başka çıkmaz. Diyelim ki barış için oturuldu. Özgürlükler ve insan hakları masaya getirilebilecek mi? Suriye ile uzlaşmanın daha pek çok sıkıntılı alanı olduğu muhakkak…
Bütün bunlara rağmen atılmaya niyet edilen adımın akılcı politikalara dönüş yolunda başarıya ulaşmasını temenni etmek lazım. Ak Parti hükümetleri bu tür dönüşleri zaman zaman yapmakta tereddüt etmiyor. Son zamanlarda pek çok örneğini gördüğümüz gibi…
Şimdi bütün bu çark etmelere bakarak acaba ekonomi ve demokrasi politikalarında da değişim olabilir mi sorusu akla geliyor. Böyle bir ümide kapılabilir miyiz?
Ekonomide en büyük sorunumuz enflasyon. Evet, en büyük sorunumuz enflasyon ama hükümetin bu sorunu yeteri kadar ciddiye aldığını söylemek zor. Hükümet, hala halkı enflasyon canavarına ezdirmediğini söyleyip duruyor. Acaba? Alım gücünün gün be gün düştüğünü hissetmeyen var mı? Fakirleşiyoruz. Burada dünya ülkelerinin enflasyon oranlarını vermeyi gereksiz buluyorum. Ancak sadece bu listedeki sıramız bile ekonomideki anlayışın değişmesi gerektiğini çarpıcı biçimde anlatmaya yeter.
Ücretleri artırıp enflasyonla mücadele ediyoruz demek yetmiyor. Artırılan ücretler kısa zamanda eriyor zaten. Hele bazı marketleri ucuzluğa zorlayarak enflasyonla mücadele görüntüsü vermek hiç olacak iş değil. Bir kısır döngüye girmek üzereyiz. Yakında paramızdan sıfırlar atmak gerekecek mi kaygısına kapılmamak ne mümkün. Ben ekonomi politikalarında değişim derken zannedilmesin ki faiz artırmayı kastediyorum. Hayır. Aslolan piyasalara güven verecek adımların atılması. Kurumların bağımsızlığı, liyakat ve ehliyetin gözetilmesi. Hukuk devletinin hayata geçirilmesi.
Ekonomide değişim olabilmesi için demokrasi anlayışında da tadilata ihtiyaç var. Bu yazının başında mebcut olan İbrahim Özdabak’ın karikatürü maksadı kısa yoldan izah ediyor: Ne kadar demokrasi o kadar ekonomi…
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan şöyle söylüyor: “Türkiye’nin ihtiyacı faizi yükseltmek değil, yatırım, istihdam, üretim, ihracat, cari fazlayı arttırmaktır.” Elbette doğru bunlar, ancak yatırım, istihdam, üretim, ihracat ve cari fazla için güven ortamı gerekiyor. Ak Parti’nin ilk döneminde sağlanmıştı bu güven ortamı ve Türkiye böylece sürekliliği de olan bir ekonomik sıçrama elde etmişti. Bir önceki yazıda bunu daha detaylı vurgulamıştım. Şimdi Cumhurbaşkanının bu sözlerinden yola çıkarak diyorum ki acaba bu güven ortamını tesis için de bir takım adımlar atılacak mı? Bizi %80 enflasyon ortamına getiren ekonomi politikaları gözden geçirilecek mi?
Yatırım için önce istikrarlı bir paraya ihtiyaç var. Aksi takdirde döviz kullanımı kaçınılmaz olur. Bu da ne yatırım planlamasına ne de üretim planlamasına imkân verir. İstikrar için de hukuk güvenliğinin sağlanması gerekiyor. Bunu sağlamak yerine “cumhurbaşkanımız her türlü sorunu bir telefonla halleder” anlayışı hâkim olursa kimseyi hele de yabancı sermayeyi yatırıma ikna edemezsiniz.
Liyakat ve ehliyet sağlam ilkelere bağlanarak garanti altına alınmazsa yetişmiş insan gücünü ülkede tutmak mümkün olmaz. Böyle olunca da katma değeri yüksek ürün hayal olur. Şu anda zaten bırakın cari fazlayı cari açığın gün gün arttığı dönemleri yaşıyoruz. Her şeyi bırakıp eğitim alanımıza çeki düzen vererek yetişmiş insan gücünü artırmak ve onları ülkede tutmanın yollarını arasak yeridir.
Başlıktaki demokrasi politikalarının değişiminden murat aslında özgürlük alanının genişletilmesi ve hukuki güvencenin sağlanması olarak anlaşılabilir. AB yollarına biz bunun için düşmüştük. Bunu bir temin etsek sorunları çözme yolundaki en önemli safhayı geride bırakmış olacağız. Cumhurbaşkanı Erdoğan “Unutmayınız, hepimiz de aynı Türkiye gemisinin içindeyiz. Bu gemi hızla yol alırsa kazanan hepimiz olacağız. Bu gemi güvenlik gibi ekonomi üzerinden açılan deliklerden de su alarak batarsa hepimiz boğulacağız” diyor. Katılmamak mümkün mü?
Ancak geminin güvenle yol alabilmesi için rotasının iyi belirlenmesi ve ehil ellerde olması gerekiyor. Şu haliyle geminin rotasında ve mürettebatında belirsizlikler var. Geminin rotasının ve mürettebatının gözden geçirilmesi gerekiyor galiba…
Ben ekonomi ve demokrasi politikalarının da değişmesi için ümitvar olmaya devam edeceğim. Ne demiş Yahya Kemal: “İnsan âlemde hayâl ettiği müddetçe yaşar…” Fakat bu Molla Kasım yok mu? Beni gizliden gizliye Nedim’in nefesiyle baş başa bırakıp kaçıyor: “Bir perî sûret görünmüş, bir hayâl olmuş sana…”
@mtekeli35