Yaşadığımız deprem toplumsal birlik ve beraberliği bir noktaya kadar her şeyin önüne geçiriyor. İnsanımız duyarlı. Yardım etmek istiyor. Parasal yardım yolları çok. AFAD ekipleri enkaz altında kalanları kurtarmak için olağanüstü çaba harcıyorlar. Her yere AFAD ekiplerinin yetişmesi imkânsız. Enkaz altından canları kurtarmak için koşan gönüllüler de var. İşte bu noktada iyi bir koordinasyonun eksikliği hissediliyor. Gerekli alet ve edevat ve bunları temin edecekleri yerler belli değil. Koordinasyonun zor olduğu muhakkak. Deprem çok geniş bir alanı etkiledi.
Bazı dostlarla konuştum deprem bölgesinden. Bu koordinasyon eksikliği dolayısıyla enkazlara müdahalede sorunlar yaşanıyor. Yıkım çok büyük ama böyle bir felakette öncelik bir an önce enkaz altında kalanları kurtarmak. Benim koordinasyon eksikliği dediğim nokta burası. Bunun için önceden hazırlıklı olmak gerekiyor. Hakkını yemeyelim, AFAD bunun için uğraşıyor. Ancak sadece AFAD kadrolarıyla yetinilemeyecek bir hal var ortada. Onların ekipleri sınırlı. Önemli olan gönüllüleri bu iş için organize etmek. Bunun için de deprem öncesi bir plana sahip olmak lazım. Gördüğüm eksiklik bu. Bu eksiklik deprem çok geniş bir alana yayıldığı için hemen belli oluyor. Tek bir merkezde olsaydı deprem, muhtemelen böyle bir sorun yaşanmayacaktı. Allah korusun, İstanbul ve çevresinde meydana gelecek bir depremde bugün Maraş ve civarında yaşadığımız enkaza acil müdahale sorununu daha yoğun bir şekilde yaşayabiliriz.
Hiç şüphesiz herkes üzülmüştür ve üzülenlerin samimiyetinden şüphe edilemez. Geçmiş olaylardan bildiğimiz bir şey var. Çoğu kere üzülmekle yetiniyoruz. En azından yetki ve sorumluluk sahipleri böyle yapıyorlar. Burada bir zihniyet meselesi çıkıyor ortaya.
Yetki ve sorumluluk sahiplerinin kötü niyetli olmadıkları muhakkak. Onlar ne yapacaklarını bilmiyorlar. Çünkü aldıkları eğitim sorunlara bilimsel yaklaşmaları için teşvik edici mahiyette değil. Belki iş sonunda gelip ahlaki meselelere dayanıyor. Sadece rüşvet değil söylemek istediğim. Bir iş yapma ahlakından söz ediyorum. Sözüm sadece bugünkü yönetimlere de değil. Sözüm bütün bir topluma… Merkezi yönetimiyle, yerel yönetimleriyle, aydınlarıyla, devlet destekli olsun veya olmasın sivil toplumuyla, üniversiteleriyle bütün bir toplumdan söz ediyorum.
Kalkınma ve gelişme zaman zaman birbirine karıştırılıyor. Kalkınma daha çok maddi alt yapıya işaret ediyor. Oto yollar, binalar, köprüler, tüneller, hava limanları, deniz limanları gibi. Oysa gelişme demokrasi, hukuk devleti, denge ve denetleme mekanizmalarıyla donatılmış yönetim anlayışı, liyakat, şeffaflık, hesap verebilirlik, paranın değeri, insan onuru ve insan hayatına verilen değer gibi kavramlar etrafında tanımlanıyor. Çin kalkınmış sayılabilir ama gelişmiş değil. Japonya hem kalkınmış hem gelişmiş bir ülke.
İnsanlarımızı depremden korumak için sadece kalkınmış olmak yetmiyor, aynı zamanda gelişmiş olmak da gerekiyor. Maraş depreminde üç beş yıllık binaların yerle bir olduğunu gördük. Kamu binaları da var içinde. Hastaneler, merkezi ve yerel yönetimlere ait binalar yerle bir oldu. Yeni sayılabilecek oto yollar yarıldı. Eğer fay hatları düzenli olarak izlense ve bunların maruz kalabileceği maksimum ivmeler yaklaşık da olsa tespit edilip bütün yapılar bu bilgiler ışığında inşa edilebilseydi yıkılan binalar da olmayacaktı yarılan yollar da olmayacaktı. Tehlikeli faylar üzerindeki binalar da elden geçirilebilecekti. Şimdi bu zor işi Türkiye’nin geri kalanı için yapmak zorundayız.
Deprem ilahi bir uyarı mı? Evet, işlerini bilimsel anlayışla yapmayanlar için ilahi bir uyarı. Depreme karşı tedbirleri bilimsel esaslara uygun olarak ele almak zorunda olduğumuzu hatırlatan bir uyarı…
Prof. Dr. Cenk Yaltırak anlatıyordu Karartv’de. “Japonya’daki depremler çoğu kere okyanus dibinde meydana gelir. Etkisi tsunami şeklinde de tezahür eder. Japonlar bunu inceliyor ve dalgaları önlemek için bariyerler inşa ediyor. Yüksekliğin yetmediğini gördüklerinde oturup analizler yaparak nasıl tedbirler alınabileceğini tartışıyorlar… Bizde uzman görüşlerine deprem olduğunda yer veriliyor. Halbuki bu depremler olmadan uzmanların araştırmalarına yer verilmeli. Fay hatları için bilim yoluyla önlem alıp, ülkenin fay haritalarını yenileyebilirsiniz. Şu anda yapılan haritanın eski olduğu görülüyor. Eski haritaya dayanan deprem senaryolarını iptal edip yeni deprem senaryoları yapabilirsiniz. O deprem senaryoları üzerinden bina yaparsınız. Oluşacak ivmeleri modellersiniz. Bir kentte oradaki depremle binaların yıkılıp yıkılamayacağına karar verirsiniz. Kurumsal olarak dikkate alınmıyor. Biz 21’inci yüzyılın bilimiyle hareket etmek zorundayız.”
Benim 1999 Adapazarı depremiyle ilgili bir hikayem var. 24 Ocak 2020’deki Elâzığ depreminden sonra “Deprem, 28 Şubat ve Ben” başlığı altında uzunca yazmıştım. Burada kısaca özetlemek istiyorum. 1994 yılında Sakarya Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesi dekanlığına atanmıştım. Üç yıl dolunca, kadromun bulunduğu Fakülteye dönmem icap ediyordu. Arkadaşlarım “gitme, kadronu buraya aldıralım” diye ısrar ettiler. Ben dekanlığa atanırken Rektör İTÜ’den sınıf arkadaşım Ramazan Evren’di. Dekanlık görevim sona ererken ise 28 Şubat’ın ilk adımlarının eseri olarak başka bir Rektör gönderilmişti. Arkadaşlara “bu rektör beni istemez, boşa uğraşmayalım” dediysem de biraz beklememi istediler. Olmadı ama bu arada bir yıl geçti ve ben bir yıl boyunca evi İzmir’e taşıyamadım. Ders vermek için Adapazarı’ndan gidip geldim. Sonunda kadromun Sakarya Üniversitesine alınamayacağı belli olunca 1998 Ağustos’unda evi de taşıdım İzmir’e. Bir yıl sonra 1999 depremi meydana geldi. Adapazarı’nda oturduğumuz ilk evde bildiğim kadarıyla üç kişi, sonraki evde on yedi kişi vefat etti. Biz de bunu ‘doğru bildiğin iş için elinden geldiği kadar gayret et, olmazsa bir hayır var de ve üzülme’ düsturu mucibince yorumladık ve Allah’a şükrettik.
Maraş depremi çok geniş bir alana yayılmış durumda. Konuştuğum arkadaşlar Maraş ve Hatay’daki tahribatın çok büyük olduğunu ifade ediyorlar. Kayıp sayısının yirmi binleri bulmasından endişe ediyorlar. Benim tereddütlü yaklaştığımı görünce de ‘yıkılan bina sayısı çok, kaldırılan enkaz henüz az’ diyerek açıklamaya çalışıyorlar.
Önceki depremlerde de yüreğimiz yanmıştı. Allah vefat edenlere rahmet, yaralılara şifa, yakınlarını kaybedenlere sabırlar versin. Ama ateş düştüğü yeri daha çok yakıyor.
@mtekeli35