Felaket bu boyutta yaşanmayabilir miydi?

Felaket bu boyutta yaşanmayabilir miydi?

Yaşadığımız deprem felaketinin büyüklüğü ortada. O kadar büyük bir felaket ki ülkemiz gelecek kim bilir kaç yıl bu depremle uğraşmak zorunda kalacak.

Depremin büyüklüğü bizi bazı soruları sormaktan alıkoymamalı. Bu tavır, hesap sormaktan ziyade başka felaketleri önlemenin de ön şartı. Herkes biliyor ki önümüzde başka depremler var. Muhtemel depremleri en az hasarla atlatmak için bir hazırlığımızın olmadığı anlaşılıyor. Maraş depreminde gördük bunu. Hiç değilse bundan sonra Maraş depreminden dersler çıkarmak zorundayız. Toplumsal bir sorumluluk bu.

Depremle meşgul olanlar işi üç safhada ele almaktan yana. Deprem öncesi, depremin ilk birkaç günü ve deprem sonrası.

Deprem öncesinin kısa özeti kentsel dönüşüm olsa gerek. Binaların elden geçirilmesi, ama daha esaslısı çoğu zaten çürük yapıların yeni alanlarda inşa edilecek yapılarla değiştirilmesi, yani eskilerin yıkılması ve insan haysiyetine uygun bir şehirleşmenin gerçekleştirilmesi. Bunlar emek ve para gerektiriyor, doğru, ama kaynakların öncelikle buraya tahsis edilmesi de insana saygının gereği.

Tabii uzun vadeli programlarla şehirlerdeki yığılmanın önlenmesi de ele alınması gereken hususlardan. Bu da şehirleşme anlayışının sil baştan değiştirilmesi demek. Daha fazla ayrıntı bu yazının kapsamını aşıyor.

Yapılar depreme uygun inşa edilmişse depremin ilk birkaç günü için yapılması gerekenler kimseyi paniğe ve şaşkınlığa sokmaz. Ama Maraş depreminde olduğu gibi hiçbir tedbirin deprem öncesi alınmadığı hallerde durum böyle değil. Aslolan acil müdahale değil mi? Bunun için de toplanma yerlerinin bilinmesi, çadır ve hayati malzemelerin deprem bölgelerine yakın yerlerde hazır bulundurulması, acil müdahale ekiplerinin hızlıca koordinasyonu… Bunlara Maraş depreminde sahip olsaydık ne iyi olurdu, kim bilir kaç can kurtulurdu.

Felaketin büyüklüğü elbette çok önemli bir etkendi, bunu kimse inkâr edemez. Fakat her yerleşim biriminin sorumluluğunu ayrı bir ekibe vererek iş yapmak varken her şeyi bir merkezden yönetmeye kalkmak modern yönetim ilkelerine de uymuyor. Asıl maksat bundan önceki depremlerde çıkaramadığımız dersi hiç olmazsa bundan sonraki muhtemel depremler için çıkarmak olmalı… İstanbul depremi için Allah’ın bize bir mühlet vermesini dileyelim. Bu mühleti de hakkıyla değerlendirmeyi biliriz inşallah.

Deprem sonrası şehirlerin yeniden inşası, insanların iş hayatının tanzimi, eğitimin yeniden makul bir düzene sokulması gibi konular var. Bunları ortak akılla ele almak bir zorunluluk. Bu ayrıntıları daha çok yazıp çizeceğiz.

Burada başka bir soru ortaya çıkıyor. 1999 Marmara depreminden ders çıkarılması gerekmiyor muydu? Oradan ders çıkarmayan bir zihniyetin Maraş depreminden ders çıkarması için toplumsal bir duyarlılık gerekiyor. Ders çıkarması gerekenler sadece merkezi yönetimlerden ibaret değil. Toplumsal bir sorumluluktan söz ediyorum. Aydınıyla, üniversiteleriyle, merkezi ve yerel yönetimleriyle, sivil toplum kuruluşlarıyla bütün bir toplumun sorumluluğu var diyorum.

Türkiye geçmişte de bu tür hatalar yaptı. Bunlardan biri gecekondulaşma… Hızlı şehirleşmenin gerektirdiği adımlar atılamayınca başta büyük şehirler olmak üzere her yer gecekondularla doldu. O zaman kırsaldan kente göçen insanlara altyapısı hazır arsalar gösterilemedi. Merkezi ve yerel yönetimler, üniversiteler, aydınlar, şehirleşme uzmanı geçinenler bu sorunu ıskaladı, yani bütün bir toplum ıskaladı. Ceremesi büyük oldu. Gereksiz rantlar doğdu. Bu rantlar toplum yararına kullanılmadı. Arsa rantlarının vergilendirilmesi bir düzene oturtulamadı.

Banker Kastelli olayı gibi, yabancı ülkelerdeki işçilerimizin paralarının kontrolsüz şirketler eliyle batırılması gibi toplumsal reaksiyon gösterilmediği için acılarla sonuçlanan daha bir çok hadise var. Kentsel dönüşüm için bu toplumsal tepkiyi harekete geçirmek ve yönetimleri buna mecbur etmek hepimizin görevi olmalı. Seçmen bunu talep etmeli.

Türkiye’nin şu andaki yönetimi aşırı bir merkeziyetçilik içinde. Hiç kimse ve hiçbir kurum inisiyatif alabilecek durumda değil. Çok sorunlu bir anlayış yerleşmek üzere. Bundan mutlak surette kurtulmamız lazım. Bir zamanlar yerel yönetimlerle yetkilerin paylaşılmasını savunan görüş sahipleri şimdi neredeler? Ankara’nın şişmanlığını önemli bir sorun olarak görenlere ne oldu?

Bütün bunları söylüyorum ama sorunların kaynağında ahlaki duruşun eksikliğini ihmal ediyor değilim. Ahlak sorunu bu sütunlarda kendine çok yer buldu. Her şeyin başı ahlak başlıklı yazı Ağustos ayındaydı. Binaların yerle bir oluşunu müteahhitlere yıkarak işin içinden sıyrılmaya çalışmak hata olur. Burada çok daha geniş bir ahlaki yıkılışın sonuçlarını görüyoruz. Ahlaki çöküntü ihmaller zincirini ortaya çıkarıyor. Kentsel dönüşümün ihmalinden tutun da denetim mekanizmasının çalışmamasına kadar bir sürü sebep sıralayabiliriz.

İhmaller zincirini bunları dile getirenlerle uğraşarak gözlerden saklamak ne mümkün? Yeter ki dile getirenler hiç değilse bundan sonrası için tedbire davetkar edalarla çıksınlar ortaya.

Hem biz ne zaman bu kadar devleti yönetenlerle vatanseverliği eşdeğer hale getirdik. Yönetimlerin hatalarını saymak niye yanlış olsun ki… Her şeyi birbirine karıştıran bir zihniyet var. Her tenkidi yalan ve uydurma haber sınıfına sokanlar nerdeyse iyilik yapmak isteyenlerin kendilerinden izin kâğıdı almasını isteyecek bir edaya bürünüyorlar. İyilik izne tabi olamaz.

Üniversitelerin yüz yüze eğitime kapatılması yanlış. Yanlış, zira üniversite eğitimini umursamamak etkisi uzun sürede ortaya çıkacak bir depreme sebep olmak değil mi? Bunu fehmedemeyenler depremzedeleri yerleştirecek başka çözümler mümkün iken kolaya kaçıyorlar. Yurtları kapatıyorlar. Olmaz, olmaz, olmaz…

Bu yazının dağınıklığının farkındayım. İnsan dikkatini hangi noktaya teksif edeceğine karar veremiyor. Geleceği besbelli depreme karşı hiçbir tedbir alınmayışı geliyor aklıma, acil müdahaledeki koordinasyonun yerlerde sürünüşü canlanıyor gözlerimin önünde. Daha neler… Sonra da bu açık ihmalleri dile getirenlerin maruz kaldığı ithamlara bakıyorum. Son bir noktayı dile getirmezsem içimde ukde kalır. O da şu: Depremle ilgili her eleştiriyi düşmanlık sayan, her eksikliğin ortaya konuşunu dezenformasyon olarak gören  çarpık bakış engizisyon dönemi eleştiriye kapalı anlayışı andırıyor. Önüne geleni canlı canlı yakmıştı engizisyoncular. İslam dünyasında düşünce hayatının donuklaşması da eleştiriye kapalı ortamın sonucu olarak görülür.

Depremi ciddiye almak gerekiyordu… Olmadı… Ciddiyet bundan sonra hatırı sayılır bir kavram olur mu sizce?

Allah’tan vefat edenlere rahmet, yaralılara şifa, yakınlarını kaybedenlere baş sağlığı ve sabırlar diliyorum. Depremi yaşayan herkese bundan sonraki hayatlarında kolaylıklar nasip olur inşallah diye dua ediyorum.

Felaket bu boyutta yaşanmayabilir miydi? Ne dersiniz?

mtekeli35@gmail.com

@mtekeli35

Join the discussion