Filistin Direniş Akademisi bir mezun verdi

Filistin Direniş Akademisi bir mezun verdi

Geçenlerde kızım “Baba, benim bir Filistinli arkadaşım var. Kardeşi Filistin’den geldi. 18 yıldır hapisteydi. Onun neler çektiğini, İsrail zindanlarında neler yaşadığını bilmek ister misin” diyerek bir video gönderdi bana.

Ancak videonun detayına girmeden önce birkaç noktaya değinmek istiyorum

Depremle düşüp kalkıyoruz bugünlerde. Üstüne bir de sel felaketi geldi. Acımız büyük elbette. Deprem ve selde yakınlarını kaybedenlerin acısı gün geçtikçe azalır mı artar mı? Belki soruyu azalır mı artar mı şeklinde değil başka bir şekilde sormak gerekir. Bu acılar ilk günlerin sıcaklığı geçtikten sonra yerini daha derinlerde hissedilen bir çaresizlik ve burukluğa bırakır mı? Ne kadar sürer bu kalp ağrısı? Ateş nerelere kadar sirayet eder? Sadece düştüğü yeri mi yakar ateş, yoksa başka gönülleri de tutuşturur mu?

Bizim dünyamızda doğal afetlerdeki kayıplarımız büyük ihmaller sonucu ortaya çıkıyor. Örnekleri saymak mümkün ama burası yeri değil. Sadece son deprem ve sel felaketini göz önüne almak ne demek istediğimi izaha kafidir. Bizde böyle olduğu gibi İslam dünyasında da bu biraz böyledir.

İslam dünyasının bir de sürekli hale gelmiş acıları vardır. Aslında bu acılar da ihmallerin, atâletin ve vurdumduymazlığın hatta biraz da cehaletin sonucudur. Filistin’de yaşanan kayıplar bu söylediğime en canlı örnektir. İsrail’in kurulduğu 1948 yılından bu yana sürekli kayıplar veriyor, canlar kaybediyor Filistin mazlumları. Afganistan bugün konumuz değil ama orada da durum aynı. Başka coğrafyalarda sayabileceğimiz pek çok örnek var. Türkiye’nin etrafı yanıyor, Irak’ta, Suriye’de, Filistin’de her gün yüzlerce insan ölüyor, artık ölümlerin haber değeri bile kalmıyor, ölümleri kanıksamak gibi bir vurdumduymazlık içine giriyoruz.

Filistinlilerin maruz kaldığı sıkıntılar İslam dünyasının ne kadar çaresizlik içinde debelendiğini gösteriyor bize. Eğer Filistin halkının direnişi olmasaydı Filistin davası diye bir kavramdan bahsedemezdik. İslam dünyasındaki yönetimlerin böyle bir davası var mı, şüpheliyim. İslam dünyasında halklar Filistin davasına sahip çıkmasalar yönetimler böyle bir davayı ajandalarından çoktan çıkarmış olurlardı.

Filistin ve Kudüs’e dair daha önce de yazmıştım. Bunlardan biri şu başlığı taşıyor: Kudüse sahip çıkmak… Nasıl?  Türkiye’nin Filistin meselesinde hassasiyeti çok yüksek. Hem yönetim bazında hem de halk bazında. Bu hassasiyet yeni de değil. Eskiden beri var. Şiirlerle dile getirilmiş duygular var. Sezai Karakoç, Akif İnan, Cahit Zarifoğlu ve Arif Ay ilk aklıma gelen şairlerden.

Bölgede herhangi bir ülkenin Filistin ve Kudüs üzerine söylediği sözün yankı bulabilmesi için önce güçlü bir yönetime sahip olması gerekiyor. Güç derken kastım iki türlü: Yumuşak güç ve kadife eldiven içinde sert güç. Ancak önemli olan yumuşak güç. Güçlü bir ekonomi, kurum ve kurallarıyla oturmuş bir demokrasi, bağımsız yargı ve etkin denetim mekanizmaları, herkesin saygı duyacağı bir dış ilişkiler manzumesi. İç meselelerini çözmüş ve her vatandaşına eşit muameleyi ilke edinmiş ve bunu uygulamada gerçekleştirmiş bir yönetim anlayışı…

Dünyada ve bölgesinde saygın bir yer edinmiş bir devlet olsaydı Filistin meselesinde daha çok söz sahibi olunabilirdi. Türkiye acıdır ki bu vasıfların kıyısından döndü. Bölge ülkeleriyle diplomatik ilişkilerimizde bile sorunlar yaşadık. Değerli yalnızlık tehlikeli yalnızlığa dönüştü. Neden sonra bu yanlıştan dönme alametleri belirdi… Belirdi ama kaybeden Türkiye oldu.

Ben Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinde Türkiye delegasyonu içinde yer aldığım dönemde Siyasi Komisyon’un bir alt komisyonu olan Ortadoğu Komisyonunda görev yaptım. Bu alt komisyonun başkan yardımcılığını da yürüttüm. Orada çok Filistinli dostum oldu. Onların İsraillilerle nasıl mücadele ettiklerini iyi biliyorum. Bir yaptırım gücü olmayan bu komisyon çalışmaları karar alınamadan bitsin diye İsraillilerin nasıl gayret ettiğine de şahidim.

Gelelim yazının girişinde söz ettiğim videoya. 18 yıl İsrail zindanlarında yahut Filistin Direniş Akademisinde eğitimini tamamlayan mücahide, yani Iyad Abunasser’a… Kardeşi Nihad Hanım tercüme ediyor yukarda linkini verdiğim Dost TV’deki konuşmayı.

İyad Abunasser, Gazze’de 1983 yılında doğmuş. Her Gazzeli doğuştan mücahid. İlk eğitimini Gazze’de tamamlamış. 2000 yılındaki ikinci intifada hareketine katılmış. Orada galiba İsrail tarafından mimlenmiş ama sağ kurtulmuş. Fakat gözler üstünden eksik olmamış. Sürekli eğitim ve eylem içinde geçen bir hayat sürmeye başlamış. Hukuk okumaya karar vermiş. Fakat Gazze’deki Üniversiteye giden yol İsraillilerin tarassutunda olduğu için tehlikelerle dolu. Türkiye’den burs temin etmiş ama İsrailliler Aksa intifadasından sonra Türkiye’ye gitmesini engellemişler.

İntifadadan bir süre sonra Gazze’de Filistinlilerin ev ve topraklarını işgal eden İsrailli yerleşimcilere karşı bir eyleme niyetlenmiş bir arkadaşıyla birlikte. İsrail’in iskân politikası bir Filistin devleti kurulmasını zorlaştırmak için Filistin topraklarının parçalanmasını esas alıyor. Filistinliler de bunu engellemek için ellerinden ne gelirse yapıyorlar.

O geceyi arkadaşının evinde geçirmeye karar vermişler, şafakla birlikte harekete geçmek üzere uykuya varmışlar. Nasıl olmuşsa İsrailliler bunu haber almışlar ve kaldıkları evi karadan, havadan, denizden kuşatmışlar. Kıpırdasalar üzerlerine ateş açılması muhakkakmış. Bu durumda teslimden başka çareleri kalmamış. “Her Filistinli ya mahkûm ya şehit olmaya aday” diyerek anlatıyor başlarına geleni mücahid Iyad. İsrailli yerleşimcileri rahatsız ettikleri gerekçesiyle tutuklanıyorlar. İki yıl sürüyor yargılama. Sürekli işkence ve yıldırma yöntemleri altında her türlü cezayı kabule zorlanıyorlar. ‘Karar bir an önce verilsin, ne olursa olsun, yeter ki işkence dursun’ demek zorunda kalıyorlar. Önce 60 yıla mahkûm ediyorlar, sonra bu 40 yıla indiriliyor. Iyad savunmamı kendim yapacağım diyor. Bu İsraillileri çıldırtıyor. Avukatlar giriyor araya ve pazarlıklar sonucu 18 yıla hükmediliyor.

Iyad’ı zindanda ayakta tutan neydi peki? Bunu şöyle anlatıyor mücahidimiz:

“Ben hapse girince 30-40 yıldır yatanları gördüm. Onların dayanma gücünü ve direnme kabiliyetlerini fark edince bana da güç geldi, kuvvetli olmam lazım diye düşündüm. Ayrıca yeni gelmiş birisi olarak onlara desteği bir vazife bildim. İşte bütün bunlar oraya her gireni Filistin Direniş Okulunun bir öğrencisi haline getiriyordu.”

İyad anlatırken zaman zaman o günleri tekrar yaşar gibiydi. “Düzenli ve programlı işkencelere maruz kaldık” derken sanki bir bir hatırlıyordu çektiği eziyetleri. Bir yılgınlıktan eser yoktu bakışlarında. Yılların verdiği olgunlukla bundan sonra mücadeleye yeni unsurlar katmak gerektiğini düşünüyor gibiydi.  

“Filistin Direniş Akademisi bize dayanışmayı öğretti. Kuran’a tutunarak İslami eğitime başlamalıydık. Bunlarla yetinemezdik, dünya tarih ve coğrafyasını iyi bilmek zorundaydık. Bunları bilirsek ‘ben neden buradayım, görevim nedir, bundan sonrasını nasıl planlamalıyım’ gibi sorulara cevap bulabilirdik. ‘Burada olmam bir mesaj kıymetindeyse, mesajı nasıl güçlü kılabilirim’ kaygısını hep taşıdım. Beni buraya koyanlara karşı hiçbir zaaf belirtisi göstermemeliydim. Bu şuurla geçti 18 yıl.”

İyad hapisten çıkalı bir yıldan fazla olmuş. Dışarda hayat nasıl diye sorulunca aktarıyor ilginç gözlemlerini: “Bugün modern diye nitelenen hayatın insanları bunalttığını görüyorum. Tefekküre hiç vakitleri yok. Sürekli koşuyor insanlar ancak hiçbir yere yetişemiyorlar.”

Bunları duyunca ben Tekasür Suresini hatırlıyorum. Ondaki hikmeti kavramış Iyad kardeşimiz.

Yine de hayat güzel diyor ve ekliyor: “Ümitvar olmaya devam etmeliyiz. Peygamberimiz gibi… Türkiye’ye ablamın yanına gelebilmek çok güzel. Başka güzellikler de var, önemli olan bunları fark edebilmek.”

Iyad’ın konuşmalarını tercüme eden ablası Nihad Hanım, Iyad’ın hapiste olduğu sürece ailenin neler yaşadıklarını anlatıyor. Hapiste ziyarete sadece Iyad’ın babası ve iki kardeşi gidebiliyormuş. Görüşme süresi 45 dakika, arada cam olan bir hücre…

Şalit adlı bir İsrailliye karşı bazı Filistinli mahkumlar serbest bırakılmıştı. İsrailliler bunun intikamını mahkumların aileleriyle görüşmesini engelleyerek almak istediler. Uzun süre Iyad ailesiyle görüşemedi. Ablası, Iyada ancak kısa mektuplar yazabildiğini ve ondan da ancak kısacık cevaplar alabildiğini söylüyor.

Iyad ve arkadaşları görüşme yasağını protesto için açlık grevine gidiyorlar. Hasta haliyle Iyad da katılıyor greve. Sonuçta görüşme yasağı kısmen kalkıyor ancak Iyad için geçerli olmuyor. Greve hasta hasta katıldığı için ayrıca cezalandırıyorlar. 14 yıl sürüyor bu görüşme yasağı Iyad için. Bu arada Iyad en yüksek İsrailli makamlar da dahil olmak üzere çeşitli yerlere mektuplar yağdırarak bu gayri insani durumu aşmaya çalışıyor. En nihayet en küçük kız kardeşine ziyaret izni çıkıyor. Ancak aradan geçen 14 yıl sebebiyle ilk anda birbirlerini tanıyamıyorlar. Küçük kız büyümüş bir genç kız olmuş. “18 yıl içinde ziyaret sayısı 18’i bile bulmamıştı” diye ekliyor Iyad.

Bir hadisi hatırlatarak devam ediyor İyad. Allah’ın Resulü şöyle diyor: “İnsana iki nimet verilmiş, sağlık ve boş vakit.” Boş vakti değerlendirmek için kendi aralarında sertifikalı eğitim başlatıyorlar. Okumak diye özetliyor Iyad. Dünyayı ve hadiseleri Kuran perspektifinden okumak…İçerde bir telefon ediniyorlar, kaçak elbette. Galiba gardiyanlarla kurdukları ilişki işe yarıyor. “Bu telefonun bize katkısı çok oldu. Dünyayla haberleştik ve eğitim için gerekli bilgilere ulaştık” diye anlatıyor video kaydında. Aslında Iyad ile yüz yüze gelebilsem bunun detaylarını öğrenmek isterdim.

Unutamadığı anları sıralıyor İyad.

“İlki tutuklanma anı. Üstüme her yandan lazer ışıkları geliyordu. Kıpırdasam vuracaklardı.

İkincisi babamın ziyaretleri. Babama tembih ediyordum. Ziyaret sonrası sana nereden geliyorsun diye sorduklarında sakın hapishaneden geliyorum deme, akademiden geliyorum diye anlat.

Sonra babamın vefatı. Hissetmiştim babamın vefat edeceğini. 10 dakika konuşma hakkım vardı. 5 dakika tanıdılar bana. Ama 2 dakika dolmadan konuşmayı kestiler. Sonra babam vefat etti.

Aynı koğuşu paylaştığım arkadaşlarımdan çok şehit olan vardı. Onların acısını unutmam mümkün değil. Yirmiye yakın arkadaşım bu şekilde şehit oldu. Açlık, hastalık, bitkinlik, işkence… dayanılır gibi değildi. Şehit olan fakat mahkumiyeti bitmek üzere olanları ailelerine teslim etmiyorlar buzdolabına koyuyorlardı.

Kız kardeşimi tanıyamadığım o an unutulur gibi değildi. Ne kadar üzüldüm. Gözyaşlarım içime aktı.”

Bundan sonra? Iyad bundan sonrasını insan odaklı çalışmalarla götürmek niyetinde. “İnsan gücünüz varsa siz varsınız, insan neyim, neredeyim, nereye gidiyorum sorularına Kuran esaslı cevaplar vermek zorunda. Bunu başarabilirsek davamızda muzaffer oluruz.”

Son sözleri Filistin davasında desteklerini gördüğü herkese teşekkür oluyor. “Türklerin ve Türkiye’nin yaptıklarını unutamayız, müteşekkiriz” diyerek veda ediyor.

Filistin Direniş Akademisinde mezuniyeti bekleyen çok sayıda mücahit var…

Yarın oruç başlıyor. Muhasebe vakti… Dua vakti… Filistin’i unutmayın…

mtekeli35@gmail.com @mtekeli35

Join the discussion

1 Yorum