Seçime doğru giderken sevinilecek manzaralar arıyorum. Beni sevindirecek manzaralar desem daha yerinde olur. Canımı sıkan bir şeye şahit olsam hemen yanına beni sevince boğacak konular yerleştirmeye çalışıyorum.
İstiyorum ki partilerin ve adayların seçim faaliyetleri ve konuşmaları rakipleri karalamaktan çok kendi güzellikleriyle, kendi üstün vasıflarıyla temayüz etsin. Bu kolay bir şey değil. Dünyanın gittiği istikameti iyi anlamak, Türkiye’de buna uygun adımların neler olması gerektiği üzerine kafa yormak gerekiyor. Popülizmden uzak durmak ve öncelikli projeler üzerinde yoğunlaşmak icap ediyor. Halkı kandırmadan doğrulara onların da inanmasını sağlayacak bir iklime kim ne diyebilir?
“Usul esastan önce gelir” diye bir ilke var. Mecelle’de, “usul esasa mukaddemdir” şeklinde kayıt altına alınan bu ilke yanlış yöntemlerle doğru sonuçlara varılamayacağını ifade babında kullanılır. Doğru gibi görünen sonuçların da sürekliliği olamayacağı genel kabul görmüştür. O halde rakipleri karalayarak değil kendi iyiliklerini ortaya koyarak yarışmalı partiler ve adaylar.
Mayıs seçimlerine giderken Cumhurbaşkanı adaylarından sonra milletvekili adayları da belli oldu. Artık çetin bir yarışın tam içine düşmüş bulunuyoruz.
Türkiye’de halkın acil çözüm beklediği sorunlar arasında hayat pahalılığı ilk sırada geliyor. Yüksek enflasyonla çoktandır boğuşuyoruz. Bunun uzun süre devam etmesi çok büyük toplumsal tahribata yol açar. Pazarda karmaşa çıkar, ahlaksızlık artar, verilen sözleri tutmak imkansızlaşır. Faizle mücadele ediyoruz derken negatif faiz demek olan enflasyonun göz ardı edilmesi akıl alır iş değil doğrusu. Enflasyon aynı zamanda güven kaybına yol açar. Böylece ne yatırım imkânı kalır ne de istihdamı artırmak mümkün olur. Merkez Bankasının Kapalı Çarşı’dan çuvallarla döviz topladığı bir ülkede güvenden bahsedilebilir mi?
İktidarın enflasyonu ciddiye aldığını söylemek zor. Zor, zira uzun zamandır yüksek enflasyon devam ediyor ve bir çare bulunamıyor. Soruyu ‘ne oldu da yüksek enflasyon belasının içine düştük’ diye de sorabiliriz. Enflasyonu doğuran sebepler hükümet için hala makbul uygulamalar. Üstelik seçime giderken alabildiğine popülist kararlar da devam ediyor. Bunları teker teker saymak istemiyorum.
İktidar bir şaşkınlık içinde ama rakipleri ondan geri kalır değil. Bu kadar yüksek enflasyon ve hayat pahalılığı içinde iktidar olurlarsa bu sorunlara nasıl çare bulacaklarını açık ve net bir biçimde gündeme sokamıyorlar. İktidar elbette hayat pahalılığı tartışılmasın diye başka sorunları öne çıkarmaya gayret ediyor. Seccade meselesi bir örnek… Muhalefetin Ortak Politikalar Mutabakat Metni çözümler öneriyor ama bunların geniş halk kesimlerince ne kadar bilindiği meçhul.
Özellikle çocukların gelişimi için üç temel gıda maddesine erişim önemli. Süt, et ve yumurta. Bunların ne kadar pahalı hale geldiği ortada. Hem et hem de süt konusunda birtakım yanlışlar yapıldığı belli. Bu işin nasıl düzeltileceğine ilişkin ne iktidar tarafından ne de muhalefet tarafından kitleleri ikna edici adımlar duyuyoruz. Oysa seçimlere giderken halkın kaygısı bu…
Türkiye’nin acil çözüm bekleyen sorunları arasında iç barış var. Kürt meselesini çözüme bağlamak zorunda ülkemiz. Bu sorun enerjimizi yiyip bitiriyor. “Kürt sorunu yoktur” şeklindeki argüman sadece kendimizi aldatmak olur. Bu konuda herkese görev düşüyor. Sorunu siyaset içinde çözmek zorundayız. Oluşacak Parlamentonun bu konuda adım atması şart. Ancak Kürt sivil toplumunun da inisiyatif alması lazım. Bizdeki bazı çevrelerin ‘şu gün şu kadar terörist etkisiz hale getirildi’ söyleminin Kürt sorununa çare olmayacağı açık değil mi? Bununla teselli bulamayız.
Kürt siyasetçileri Mecliste çözüm için zorlamak ve teşvik etmek gerekiyor. Ancak bunlar için de terör meraklılarının ellerindeki bütün bahaneleri yok etmek zorundayız. Bunun da şartı özgürlük alanının genişletilmesi… Şimdi seçim çalışmaları sırasında bu konuda görüşler duymakta zorlanıyoruz. Karşılıklı ithamlar sen teröre destek verdin, şununla görüştün, bunu ziyaret ettin, vaktiyle söylediklerin ortada gibi basit polemiklerin ve karşılıklı karalamaların ötesine geçmiyor.
Popülizm daha önce de söylediğimiz gibi kısa günün karı olabilir ancak ülkeye uzun vadede çok kaybettirir. Öyle işlerimiz var ki herhangi bir fizibilite kaygısı taşımadan hayata geçirilmiş. Zafer hava alanı bir misal işte… Kütahya Zafer Havalimanı’na 2022 yılı için 1 milyon 317 bin yolcu garantisi verilirken, havalimanını kullanan yolcu sayısı 25 binde kalmış. Hedefin %2’si bile değil. Çanakkale Köprüsü için yıllık 16 milyon araç garantisi verilirken geçen araç sayısı 2 milyon civarında gerçekleşmiş. Başka örnekler de var. Bu projelerin bir ihtiyaç olduğu açık. Ancak niye yanlış rakamlarla çıkılıyor ortaya? Böyle fizibilite olmaz… Elbette insanlar burada garanti ödemeleri adı altında müteahhitlere fazladan para aktarılıyor diye feryat ederler. Bu da iyi niyet sahiplerini bile zan altında bırakır… Bir mühendis olarak ben fizibilitenin ne anlama geldiğini gayet iyi biliyorum. Benzer başka garantili projelerdeki durumu ele almaya gerek duymuyorum. Türkiye önceliklerini daha sağlıklı tespit etmek zorundadır.
Şimdi seçimlere giderken bunlara benzer adımlarla yarışıldığını görüyoruz. Ülkemizin geleceği açısından kaynaklarımızı bir öncelikler dizisi etrafında kullanmak zorundayız. Kredileri hangi plan dahilinde kullandırmamız gerektiğini niçin çalışmıyoruz ki… Her şeyi inşaat esaslı ele alamayız. Yüksek teknoloji ürünleri imalatında ve ihracatında çok gerilerde olduğumuzu nasıl atlarız? Partilerin bu sahadaki tasavvurlarını da duysak iyi olmaz mı?
Kural ve kaidelere tabi olmamak haksızlıklara yol açar. Hukuk dışı muamelelerin artar.
Eğer bir toplum yanlış yapanlara, ahlak dışı davrananlara yasalar dışında bir müeyyide uygulamıyor ve o kimseler toplumda hala kendilerine bir yer bulabiliyorlarsa bu hali kokuşmuşluk olarak tavsif etmeyelim de ne yapalım!..
Yalan söyleyenlere, iftirayı adet haline getirenlere, dedikodu üretim merkezi gibi çalışanlara yasaların yapacağı şeyler sınırlıdır. Ancak toplum bu gibilere kendiliğinden bir müeyyide tatbik etmiyorsa durum vahim demektir. Seçimlerde kullanılacak oy müeyyidenin en önemli aracıdır.
Yalan dolan sadece adaylar arasında cereyan etmiyor, onların taraftarları arasında da aynı şeyler vuku buluyor. Sosyal medyada bu anlamda kılıç kuşanan çok… Nasılsa soran eden yok… İnsafı da elden bırakanlar için, üstelik tutarlılık kaygısı da olmayınca çala kılıç koşturmak mümkün… Yakın zamanda bunun çok örneklerini gördük. Trollere yol verenler yarın aynı trollerin linçine maruz kalabileceklerini hiç mi hesap etmiyorlar?
Üzerinde durulması gereken bir husus daha var. Biz FETÖ mensuplarına akıl ve iradelerini bir kişiye teslim ettikleri için kızgınız. Dolayısıyla aklı başında insanlar kişilere değil prensiplere bağlılıklarını ortaya koyarlar. Kişilere sadakat ancak prensiplere bağlılıkları sürdüğü müddetçe anlamlı olabilir. Peki, önümüzdeki seçimlerde kişiler üzerinden değil prensipler üzerinden yürütülecek tartışmaların ağırlık kazanmasını beklesek hayal mi kurmuş oluruz?
Bu tür tartışmalarda hakikati gizlemek de bir yerde yalan söylemekle eşdeğer olsa gerek. Şu günlerde medyadaki bazı tartışmalara bakıyor ve her konuyu kişiler üzerinden ele alanları gördükçe ‘nerede kaldı bizim ortak akılla ortaya çıkardığımız umdeler, programlar, tüzükler’ demekten kendimi alamıyorum.
Bu seçimlerde ülkemizin geleceği adına en endişe verici tutumlardan biri kutuplaştırarak seçim kazanma gayretidir. Bir arada yaşama ilkesini yerle bir etmenin bir âlemi var mı? Bana sorarsanız bir yanlış yöntem de bu. Bu yanlış yöntemle elde edilecek sonucun hayırlar getirmeyeceği kanaati bir hayli yaygın… Oy almak için kalbleri kazanmak esas değil miydi? Kutuplaştırdığımız toplumda karşınıza aldığınız insanın kalbini kazanmanın imkânı var mı?
Demokrasiyi doğrular üzerinden işletmek hem iktidarın hem muhalefetin görevi. Buna kişiler de doğru yöntemleri kullanarak katkı yapabilirler.
14 Mayıs seçimlerine doğru yol alırken ittifakları önemsiyorum ben. Kısmen de olsa ittifakların kutuplaşmayı önleyici bir fonksiyonu olduğunu düşünüyorum. Uzlaşma kültürünün gelişmesi bu bakımdan çok hayatidir. Daha önce Altılı Masanın Fonksiyonu adı altında bir yazıyla bu konuyu önemsediğimi söylemiştim. Oradan bir cümleyi buraya almalıyım: “Altılı Masayı oluşturan anlayışların bir araya gelebilmesi Türkiye için bir fırsat olabilir. Ancak Altılı Masa kendisini Ak Parti karşıtlığı ile değil Türkiye için hayati bir ihtiyaç olan demokrasi ve uzlaşabilme çerçevesiyle tanımlamalı.”
Millet İttifakının ortak milletvekili listesi, barındırdığı bazı zorluklara rağmen uzlaşabilme yolunda atılmış ciddi bir adımdır dense yeridir.
Niyet hayırsa akıbet hayırdır derler… Bu sözü bir ortak milletvekili listesi için bir de seçim kanununda yapılan değişiklikler için siz yorumlayın…
@mtekeli35