Seçmen sorumluluğu…

Seçmen sorumluluğu…

‘Asıl sorumlu partiler değil mi?’ diyerek bana kızacaklara bir ricam var. Kızacaksanız da yazının sonunda kızın. Partilerin sorumluluğunun ben de farkındayım elbette ama biraz da seçmen sorumluluğunu konuşalım diyorum.

Seçmenlerin davranışını iki temel öğeye indirgeyebiliriz.

Birisi ülkenin geleceğini düşünerek oylarının rengini belirleyenler.

İkincisi haksızlıklara ve yanlışlara bakarak tavrını tayin edenler.

Ülkenin geleceği hamasi nutuklarla belirlenemez. “Kırmızı çizgilerimiz var,  bayrak, vatan, mavi vatan” gibi sloganlar, kitleleri asıl sorunlardan uzaklaştırmaya yönelik söylemlerdir. Ülkenin önündeki en büyük toplumsal problem Kürt meselesi iken bunu görmezden gelmek mi vatanseverliktir? Yahut da Kürt meselesinin terörden gayrı bileşenleri olduğunu görmemek mi kahramanlıktır? Şimdiye kadar Türkiye’nin enerjisinin önemli bir kısmını iç sürtünmelerle yok eden Kürt meselesine cesaretle adım atacak siyasi bir anlayışa ne kadar muhtacız?

Bir zamanlar Kürt meselesini cesaretle ele almış ve çözümü yolunda samimiyetle uğraşmış olan Ak Parti’nin bugün bu meseleyi ele almaya mecali yok. Yok çünkü ortakları buna izin vermiyor.

Demokrasi alanının genişletilmesi ve yaygınlaştırılması hem Kürt sorununun çözümü hem de terör sıkıntısının giderilmesi için olmazsa olmazlarımız arasında yer almak zorundadır. Özgürlük alanını ha bire daraltmanın mı genişletmenin mi ülkenin geleceği açısından önemini seçmenlerimizin hassas bir şekilde tartacağına inanmak isterim.

Kaldı ki demokrasinin kurum ve kurallarıyla tesisi sadece birkaç sorunumuzla değil bütün sorunlarımızla ilgilidir. İşte hayat pahalılığı ve enflasyon derdi duruyor önümüzde. İşsizlik duruyor. Bunların kökeninde yetersiz üretim problemi var. Her alanda üretimi artırmak içinse yatırım ortamının iyileştirilmesi gerekiyor. Türkiye öngörülebilir bir hukuk nizamına sahip olmadan yani demokrasiyi kökleştirmeden güven ortamını tesis edemez.

Enflasyon ve hayat pahalılığını spekülatörlerin, üst aklın ve dış güçlerin tuzağı olarak gören bir anlayışla bu sıkıntılardan kurtulmamız mümkün olabilir mi? Soğan fiyatlarının aşırı yükselmesini yönetimlerin iş bilmezliğine yoracak yerde başka kapılara varmak olacak iş mi? Aslında bu tür iddiaları öne sürenlere vaktiyle sormuştum: “…  dış güçlerin Türkiye’de yaptığı kötülüklere engel olamayan, bunları önceden görüp tedbirini alamayan, acz içindeki yönetimlere mahkûm muyuz? Dış güçler diyelim ki var, onların kendi yararlarını gözetmesi tabii değil mi? Biz zarar göreceğimiz faaliyetlere engel olamayıp suçu karşıdakine yüklemek kolaycılığından ne gün kurtulacağız? Üstelik sorun sadece bizim değil belki dünyada pek çok ülkenin yüz yüze olduğu bir sorun. İslam coğrafyasından Afrika’ya, Latin Amerika’ya kadar… Üst akıl söylemine sarılanlar kendilerini akılsız yerine koymuş olmuyorlar mı?”

Eğer depremin ilk günlerindeki sıkıntıları hafife alanlar varsa onlara demek lazım ki başka alanlarda ortaya çıkacak sıkıntılara da aynı hafiflikle yaklaşırsanız ne olacak, yarın bir başka yerde başka bir tabii afetle karşılaşıldığında aynı yönetim beceriksizliği ile yüz yüze gelinmeyeceği nasıl garanti edilebilir?

Enflasyonu kontrol edebilmek için yeni hiçbir enstrüman önerilmiyorsa seçmenler neye güvenmeliler? Ak Parti, ekonomik sıkıntıların varlığını kabul ediyor ve “bunları da yine Ak Parti” giderir diye sesleniyor. Sorunu doğuran anlayış değişmeyecekse çare nasıl bulunacak? Mehmet Şimşek’in koordinatörlüğünden söz ediliyor. Bunun doğru olmadığını ve Mehmet Şimşek’in böyle bir pozisyonu kabul etmeyeceğini kendisiyle birebir teması olan arkadaşlarım söylüyor. Ak Parti ekonomik sıkıntıları nasıl gidereceğini çok daha açık ve anlaşılır argümanlarla dile getirmezse işi zor olabilir.

Et kuyrukları bir örnek. Et ve Süt Kurumu eti biraz ucuza veriyor. İnsanlar sabahın erken saatlerinden itibaren kuyruklarda bekleşiyor. Dikkat edelim, bu kuyruklar bulunmayan bir malın kuyrukları değil. Biraz ucuza alabilmek için bekleşenlerin oluşturduğu kuyruk. Fakirliğin göstergesi başka ne olabilir? Gün gün fakirleşen bir ülke haline mi geliyoruz yoksa. Ya da ülkenin bir kısmı aşırı para kazanırken bir kısmı gittikçe fakirleşiyor mu? Burada Gini katsayısı çıkar ortaya, gelir dağılımındaki adaletsizliğin bir ölçüsü olarak kullanılıyor. Türkiye’de bu 0.397. Diğer bazı ülkelerde ise Gini katsayısı şöyle: İtalya 0,33; İspanya 0,32; Yunanistan 0,308; Fransa 0,292; Almanya 0,289 ve Çekya 0,248. Bu değer sıfıra doğru gidiyorsa gelir dağılımında adalet var, bire doğru gidiyorsa gelir adaleti çok kötü… Türkiye, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün (OECD) 37 üyesi arasında gelir dağılımı adaletsizliğinin en yüksek olduğu dördüncü ülke. Avrupa Birliği ülkeleri içinde ise gelir eşitsizliğinde Türkiye’den daha kötü durumda olan tek ülke Bulgaristan.

Türkiye hem gelir adaletinde sıkıntılar yaşıyor hem de on yıl öncesine göre fakirleşiyor, yoksullaşıyor. Enflasyonun bu derece yüksek olduğu ülkelerin zenginleşmesi bir hayal. Üstelik de eğitimli insan kaynağımızı ülkemizde tutmakta güçlük çekiyoruz. Daha da kötüsü bunu bir sorun olarak ele alma yönünde bir istidat da gözükmüyor.

Ak Parti bir yanlış yapıyor. Sadece Tayyip Erdoğan’ın karizmasıyla bu seçimlerde başarılı olması zor. Tayyip Erdoğan’ın karizması İstanbul seçimlerinde de mevcuttu, ama olmadı. Şimdi bu seçimlere de belli ki İstanbul seçimlerinin muhasebesini yapmadan ve oradan dersler çıkarmadan hazırlanıyor. Muhalefet ise İstanbul seçimlerindeki iklimi daha da pekiştirerek bu seçimlere hazırlanmak istiyor.

Enflasyonu kontrol için iktidar olmayı hayal edenlerin halkı ikna edebilecek uygulanabilir çareleri var mı acaba, bunlar geniş halk kesimlerine ulaşabiliyor mu? Biz daha iyi yönetiriz söyleminin yeterli olmayacağını görmesi gerekenler nerelerdeler? Altılı Masa olarak bazı hazırlıklar yaptıklarını biliyoruz. Bunları küçümsemek doğru olmaz. Yine de birlikte yönetim işinin kolay olmadığını hatırlamak lazım.

Ak Parti seçim ortamına üst üste yeni müjdeler vererek hâkim olmak istiyor. Acaba seçmenlerin aklına “bunları niye seçime giderken hatırladınız, daha önce nerelerdeydiniz, şimdi bunların gerçekleştirilebileceğine nasıl inanalım” sorusu gelmez mi? Ak Parti’nin vaktiyle güven veren söylemleri içinde “hiçbir zaman seçim ekonomisi uygulamayacağız” şeklinde bir ifade de vardı. Anlaşılan bu artık not defterinde kendine yer bulamıyor.

Seçmenlerin göz önüne alması muhtemel bir diğer husus haksızlıklar ve yanlış işler dosyası etrafında ortaya çıkacak.

Çok açık ki hukuk sistemimiz adalet dağıtma işini iyi yapmıyor.  Bunun en açık delili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesindeki durumumuz. Bu mahkemede en çok davaya muhatap ülkelerden birisiyiz. Öngörülebilir bir hukuk nizamı tesis edemezsek dünya ile ilişkilerimiz sorunlar yaratmaya devam edecektir. Finans dünyası da yatırımcılar da hukuk sistemi güven telkin etmedikçe Türkiye’ye olan ilgilerini bekleme konumuna alacaklardır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir sözünü hatırlıyorum: “Adaletin olmadığı bir devlet, tıpkı temelsiz bina gibi eninde sonunda yıkılıp gitmeye mahkûmdur.”

Haksızlıkların da sonu yok. Bunun son örneği mülakatların kaldırılacağına dair açıklama. Yine de atılan bu adımı alkışlamak ve darısı diğer yanlışların başına demek lazım.

Yolsuzluklarla başı dertte ülkemizin. Rüşvetin, haracın, kayırmacılığın ve ayrımcılığın hem de muhafazakâr bir anlayışın hüküm sürdüğü dönemde bu denli artması olacak iş değil. Bu konularla ilgili indeksleri zikretmekten bıktım desem yeridir.

Takip ettiğim bütün anketlerin ortak bir noktası var. Seçmenler bir değişim arzusu içinde. Bunu Cumhur İttifakı mı hayata geçirebilir yoksa Millet İttifakı mı, hep birlikte göreceğiz.

Seçmenlerin bütün bu hususları göz önüne alarak karar vereceklerini sanıyorum.

Seçmen olarak ödevlerimiz var…

Bayramınız mübarek olsun. Umuyorum ki bayram herkesin bir muhasebe yapmasına vesile olur.

mtekeli35@gmail.com

@mtekeli35

Join the discussion