Seçimler bitiyor. Türkiye artık kısır tartışmaların ötesinde ülkenin gelecek günlerine dair tasavvurlarını hamasetin tuzağına düşmeden ele almayı başarmalıdır.
Yakın geçmişimize göz atılacak olursa ümide pek fazla yer yok gibi ama hem sorunları hem potansiyeli büyük bir ülke için başka çıkar yol yok desek yeridir.
Önümüzde acilen halledilmesi gereken çok önemli hususlar var. Bunların başında eğitim geliyor. İnsan kaynağı güçlü olmayan bir toplum için iyimser olmak zor, hem de çok zor. Biz bir taraftan kaliteli eğitimde zorlanırken diğer taraftan yetişmiş insan kaynağımızı başka ülkelere kaptırıyoruz.
OECD derecelerimiz ilk ve orta öğretimde ne kadar zorlandığımızı ortaya koyuyor. Fiziksel kapasiteyi yükseltmek sorunu çözmüyor. Bunlarla övünmek yersiz. Asıl mesele yetkinliklerle donatmak öğrenciyi. Yapay zekanın alabildiğine yaygınlaştığı bir dönemi görmezden gelemeyiz. Yüz yüze eğitim yerini bilgi çağının başka unsurlarına bırakmak üzere. Bu aşamaya hazır olmalıyız.
Yüksek öğretimi de yeniden ele almak gerekiyor. Ülkemizin ihtiyacı olan ileri teknoloji ürünleri için lisansüstü eğitimin öne çıkarılması zaruri. İnovasyon ve icat bu safhada mümkün. Son yıllarda uluslararası atıf alan yayın sayılarındaki zâfiyet bize bir şeyler söylemeli.
Gözünü yurt dışına çevirmiş gençlerimizi anlamak zorundayız? Niye öyle yapıyorlar? Dertleri sadece daha iyi maddi şartlar değil. Hukuk, liyakat, özgürlük, değer bilme gibi kavramların gençlerin nezdinde ne kadar kıymetli olduğunu bile bile aldırmazlık çukuruna düşmemeliyiz. Bu toplumsal bir görev sayılmalı. Önem verdiğimiz kavramlara ilişkin kurumsal zâfiyet göz ardı edilebilir gibi değil. Yine toplum olarak yönetimleri bu konularda zorlamak gibi bir vazifemiz var.
Hiç şüphesiz ülkemizi dünyaya kapalı bir toplum olmaktan özenle uzak tutmamız gerekiyor. O halde bunun gereklerini de yerine getirmemiz lazım. Bunların başında hukuka ilişkin sorunların giderilmesi ve hukuka güvenin sağlanması geliyor. Öngörülebilir bir ülke olmanın önemini kavrayanlar adım atmakta gecikmemeliler. Avrupa Birliği’nin hayatın her şubesini düzene sokan anlayışını bir daha düşünüp keyfiliklere set çeksek iyi olmaz mı? Kuralsızlık bilgisizlerin keyfi icraatlarıyla sonuçlanıyor. İşte şu son yıllardaki halimiz…
Tasarrufları kıt bir toplumuz. Bunun sebeplerine burada temas edemeyiz, yeri değil. Hariçten gelecek sermayeye ihtiyacımız var. Sermaye ise önce güven ister. Sermayeye el koyma, sermayeye çökme gibi son yıllarda sıkça duyduğumuz bu kötü işleri elbette yatırım niyetinde olanlar da biliyor ve izliyor. Organize suç örgütlerinin hoyratça kol gezdiği, suçluların siyasilerin talimatıyla hapislerden çıktığı bir ülkede hukuksal güvence oluşabilir mi?
Hukuksal güvence tek başına oluşmuyor. Onun da ön şartı özgürlükler. Düşünce özgürlüğü, inanç özgürlüğü, medya özgürlüğü gibi…
Seçim bize bir şey daha öğretti galiba. Halkın en azından yarısı için güvenlik kaygısı her şeyin önüne geçiyor. Hayat pahalılığı, özgürlükler, depremin ilk saatlerindeki beceriksizlikler, kötü yönetim, ayyuka çıkmış ihale yolsuzlukları geri plana itiliyor. Bunda yoğun propagandanın, adil olmayan seçim yarışının, popülist vaatlerin, hayali tehditlerin ve seçim sonrasında ortaya çıkacak ekonomik sorunları gizlemenin etkisi olsa da güvenlik ve ülke bütünlüğü adı altında yaratılan korku bu seçimin belirleyeni oldu. İktidarın asıl sorunlar konuşulmasın için güvenlik ve bölünme temalarını sürekli gündemde tutma taktiği başarılı oldu tabii. Ama bunların bir alıcısı olduğu belli.
Seçim sonrası ortaya çıkacak ekonomik zorlukların nasıl aşılacağı ayrı bir muamma. Geleceğimiz için bütün bu sorunlara makul çözümler üretilmesini dilemekten başka şu anda yapılabilecek bir şey var mı, bilmiyorum.
Gerçek problemler yerine hamasetin öne çıkarıldığı, yoğun bir propagandanın hâkim olduğu, yalan yanlış haberler ve iddialarla ahlak dışı sahnelerin yer aldığı, sadece savunma sanayindeki başarıların sergilenebildiği bir dönemin kapanması her bakımdan yararlı olacaktır.
Eğer ekonomide rasyonel tedbirler alınmaz ve enflasyonu yoğun bir ortamdan vaz geçilmezse yeni yatırımlar da hayal, anlamlı büyüme de hayal, istihdam artışı da hayal demektir. Hiç kimse önünü görmeden gelecek planları yapamaz. Hayat pahalılığının frenlenemediği bir toplum huzur içinde olamaz.
Sandık demokrasinin olmazsa olmaz şartıdır ama demokrasi sandıktan ibaret de değildir. Her şeyden önce demokrasi bir ahlak düzleminde yer almıyorsa artık onun adına demokrasi demenin de âlemi yoktur.
Bu günlerde televizyon başında anlamsız tartışmalardan sıkıldınız mı? Size bir film önereyim: Bisiklet hırsızları. Pişman olmazsınız…
Her şeyin başı ahlak diyerek bitirelim bu yazıyı…