Hakan Altınay, Gezi davasının mazlumlarından biri. Bir yıldır Silivri’de yatıyor. Bu davayı biraz takip edenlerden biri de benim. Bu kadar zalimane bir mahkûmiyet olamaz. Ne iddianamede ne kararda Hakan Altınay’ın hapse atılmasını gerektirecek tutarlı bir delil var. İşin bu tarafını hukukçulara bırakmak daha doğru. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi eski dekanlarından, bir zamanlar Ak Parti yönetiminin de Yargı reformu hazırlıkları sırasında muteber hukukçulardan addettiği Prof. Dr. Âdem Sözüer, bu dava için “ikinci Yassıada yargılaması” diyor. Yassıada yargısının ne kadar zalimane olduğunu herkes biliyor. Bugün o kararları verenler de o kararların arkasında duran yöneticiler de hayırla yad edilmiyor. Üstelik AİHM derhal tahliye kararını vereli çok oldu. Hakan Altınay’la birlikte hapis cezasına çarptırılan Osman Kavala, Can Atalay, Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Tayfun Kahraman ve Mine Özerden yargı süreci tam olarak bitmeden hapse atıldılar. Yargıtay safhası henüz sonuçlanmadı.
Ben Hakan Altınay’ı Türkiye Büyük Millet Meclisinde Avrupa Birliği Uyum Komisyonu başkanlığım sırasında tanıdım. Osman Kavala ile gelmişlerdi. Çok iyi hatırlıyorum, Türkiye’nin Avrupa Birliği yolunda ilerlemesi için neler yapılabileceğini konuşmuştuk. Özellikle de sivil toplum kuruluşlarının yapabileceği katkıları konuşmuştuk.
Daha sonra Hakan Altınay beni Boğaziçi Üniversitesi bünyesindeki Boğaziçi Avrupa Siyaset Okulunda bir konuşma yapmam için davet etti. 2017 Şubat ayı idi galiba. Sivil toplum mensupları, birçok partiden özellikle genç arkadaşlar vardı katılanlar arasında. Ben Avrupa Birliği sürecimizi ve beklentilerimizi anlattım. Planladığımızdan daha uzun sürdü konuşma ve tartışmalar. Bir sonraki konuşmacıyı bekletmemek adına en hararetli yerinde kapatmak zorunda kaldık oturumu.
Hakan Beyin eşi Hande Hanımla yazışıyoruz ara sıra. Özellikle hapis kararından sonra haberleşmemiz devam etti. Çocukları Ege’nin doğum gününü Silivri’de bayram ziyareti sırasında kutladılar.
Bundan iki hafta kadar önce Hande Hanım bana Hakan Beyin yeni çıkan kitabını göndermek istediğini söyleyerek adres istedi. Aslında ben kitabın çıkacağını duymuş ve “çıksın, alır okurum, bir de yazı yazarım” diye niyet etmiştim. Fakat Hande Hanımın nezaketine teslim ettim kendimi.
Medeni, Hakan Altınay’ın İletişim Yayınlarından yeni çıkan kitabının adı.
Medeni kelimesinin bende pek çok çağrışımları var.
Şundan başlayabilirim: Peygamberimizin Mekke’den Medine’ye göçü sıradan bir olay değildir. Medine’ye hicret, medeniyete doğru atılan bir adımdır. Onun anlamı ise birlikte yaşamayı başarabilmektir. İnsanlar arası ilişkiyi sağlam temellere oturtmadan medeniyet iddiasında bulunmak mümkün olmaz. Bu anlamda Medine Sözleşmesi medeni olmanın prensiplerini de ortaya koyar. Özgürlükler, can ve mal emniyeti gibi konular vardır sözleşmenin içinde.
“Müslümanlar ile Yahudiler arasında kötülük değil iyi niyet ve samimiyet hâkim olacaktır” şeklindeki madde bugün bile hayata geçirmekte zorlandığımız bir husus değil mi? Hakan Altınay’ın eserinin bir bölümü de “İyi Niyet Üretimi” adını taşıyor.
Medeni kelimesinin bendeki ikinci çağrışımı diyaloga dairdir. Çok sevdiğim bir söz var. Sorunlarını konuşarak değil kavga ederek ele alanlara ilgiyle söylenir. Şöyle: Medeni insanlar gibi oturup konuşmaya utanıyorlar, kavga etmeye utanmıyorlar. Bu söz hem kişisel hem toplumsal hem de ticari ilişkilerdeki çarpık davranışları tenkit babında söylenmiş olsa gerek.
Medeni kavramını burada saydıklarımla daraltmak istemem. Çok daha geniş bir düzlemde anlamlandırmak gerek. Medeni olabilmek için gelenekle günümüz değerlerinin mezcedilmesi gerektiğini de belirtelim. İşte bütün bunları süzebilirsiniz Hakan Altınay’ın çalışmasından.
Sözü uzattım galiba ama hacmi küçük muhtevası okyanus çapında bir kitap için az bile söyledim. Bakın Niyazi-i Mısri bana ve Hakan Beye nasıl tercüman oluyor. “Ey Niyâzî katremiz deryâya saldık biz bugün/ Katre nice anlasın ummân olan anlar bizi.”
Dediğim gibi bu kitabın ne dediğini anlamak için tek tek bölümlere değil kitabın bütününe dikkat kesilmek gerekir. Yine de bölümlerden bazı kıvılcımları burada ele almak iyi olacak diye düşünüyorum.
“Şehirli olmak birbirimizle teması yoğun olan tanıdık ve tanımadık akranlarla müşterekleri yönetebilme irfanına sahip olmak demek.” Bugünlerdeki tartışmalara bakınca müştereklerin neler olduğu ele alınmaya değer galiba. Müştereklerde buluşabilmek de bir arada iş yapabilmenin bir ön şartı olsa gerek.
Hakan Altınay soruyor: “Peki siyasi ile medeni arasındaki fark tam olarak nedir? Siyasinin temel derdi güç ve iktidar iken, medeninin odağı müşterekler ve muhabbet. Derdi güç olan siyaset için dikey, hiyerarşik ilişkiler önemliyken, odağı müşterekler olan medeni için irfan, yatay ilişkiler, akranlık ve dostluk önemli.”
Önümüzde seçim var. Hangi istikamette oy kullanacaksınız? Hakan Altınay bir kriter öneriyor: “Ya hırpalanmış medeniyi sağaltıp güçlendireceğiz ya da medenisi kaçmış siyasetin kanseri ile çürüyüp çökeceğiz. Seçim neyse ki bizim, hepimizin.”
Muhabbet kelimesinin geniş kapsamı kaybolmak üzere mi sizce de? Bende böyle bir his var. Hakan Hoca buna dikkat çekmek için olsa gerek derdini sevgi kelimesi ile değil muhabbetin kucaklayıcı tarafı ile anlatmaya çalışıyor. Muhabbeti yaymak… Yaymak ama nasıl? Boğaziçi Avrupa Siyaset Okuluna böyle bir misyon biçmiş Hakan Bey. Mezunlar “normal hayatlarında bir araya gelmeyecekleri akranlarıyla bir araya gelmenin ve ortaklaşmanın sandıklarından çok daha kolay olmasına dikkat çekiyor”larmış. Kısacası muhabbet için bir arada olabilmenin ve birlikte bir faaliyet icra etmenin önemini anlıyoruz.
Ortak akıl ve çoğulculuk, çoğunlukçuluk değil, ancak demokrasilerde mümkün. Otoriter sistemler ortak aklı boğar ve devreden çıkartır. Bütün bunları “Muhtaç Olduğumuz Kudret Yanımızda Oturuyor” başlıklı bölümde ele alıyor Altınay.
Çok ilginç yaklaşımları var Medeni’nin. Bunlardan biri “İyi Niyet Üretimi”. Hz. Muhammed’in Medine tecrübesini ele alarak başlıyor Bölüme. Bu yazının baş kısmında temas ettiğim için detaya girmeyeceğim ama Medeni bir insanın şu prensibe sahip çıkacağını umuyorum: “Dünyada bütün insanlar iyi niyetlidir, kötü niyetliler istisnadır.” Bunu tersinden ele alanlar hayatı kendileri ve toplumları için çekilmez hale getirirler. Komplo teorilerinden başlarını kaldıramazlar ve çok büyük yanlışlarla cebelleşmek zorunda kalırlar.
Sağına soluna bakmadan, kim ne diyor diye düşünmeden doğruyu söylemek bazıları için kolay olmuyor. Hakan Altınay, “Doğruyu Ne Zaman Söylüyoruz?” başlığı altında Almanya gibi gelişmiş toplumların ikinci Dünya Savaşı öncesi kolektif bir deliliğe nasıl teslim olduğu konusunu ele alıyor. Bu bahiste geçen Asch deneyini herkes bilse ne iyi olur. İşte size Medeni’yi elinize almak için iyi bir sebep.
Son alıntımız Kalendermeşrepliğe Övgü adlı Bölümden olsun. “Birçok şeyin fiyatını bildiğimiz ama neredeyse hiçbir şeyin değerini bilmediğimiz bu dönemde kalendermeşrepliğin önemi herkes için çok net olsa gerek.”
Medeni, bütünü okunmadan künhüne vakıf olmanın hayli güç olduğu bir kitap. Ne kadar gayret etsem hep bir şeylerin eksik kaldığı şeklinde bir zehaba kapıldım bu yazıyı hazırlarken.
Medeni, gayrı medeni bir yargılama sonucunda hapse atılmış medeni bir insanın her şeye rağmen iyimser hislerle yazılmış kitabı, sessiz çığlığı.
Bu çığlığı duyanlar olacaktır elbet…
@mtekeli35