Tarih boyunca korkuya kapıldığı için olmadık işler tutan pek çok şahsiyet vardır. Bunların kimi yönetici, kimi aşktan kendini kaybetmiş sevgililerdir. Korku halinin giderek paranoyaya dönüştüğü genel kabul görmüş bir söylemdir.
Korkuyla birlikte anılan bazı dönemler de vardır. İkinci dünya harbi sonrası Amerikasının komünizm korkusuyla maruf McCarthy dönemi, Avrupa ve Sovyet dünyasında savaş korkusunun baskın olduğu soğuk savaş dönemi, Iran’ın güya nükleer tehdidiyle bugünler hemen akla gelen dönemlerdir. 11 Eylül’ün Amerika’ya saldığı terörizm korkusu ise adeta paranoya haline dönüşmüştür. Batı dünyasının son paranoyağı ise Norveç’ten… Oslo’da silahlı saldırı ile 85 kişinin canına kıyan Anders Behring Breivik’in katliam için dokuz yıl hazırlık yaptığı ortaya çıktı. Breivik’in Avrupa’yı İslamlaştırmaya karşı şahsi savaş başlattığı internette yayınladığı 1500 sayfalık yazıda yer aldı.
Bizim son 80 yıllık tarihimiz de kimi çevrelerde ortaya çıkan komünizm ve irtica korkusuyla akıllarda yer etmiştir. Komünizm korkusunu kolay atlattık belki ama irtica korkusu son yıllara kadar devam etti. 27 Nisan bildirisinin ana temasının da irtica olduğunu biliyoruz.
28 Şubat ayrı bir paranoyalar denizi. Daha doğrusu paranoyalar eşliğinde yürütülmüş halkın sesini kısma operasyonu. İki gün sonra 28 Şubat 2012. Aradan geçen 15 yıl, 28 Şubat’ın muhasebesini yapmak için yeterli olmalı aslında. Fakat günümüzün hayli yoğun gündemi bir iki değerlendirme dışında 28 Şubat’ı hesaba çeker bir havaya izin vermiyor. Mehmet Ali Birand’ın 28 Şubat’a ilişkin belgeselini izleme fırsatı bulamadım maalesef. Kitap haline de dönüştü bu belgesel. Gün olur, kitapla ilgili değerlendirmeleri burada ele alırız. Hafızamdaki bir notu buraya yazmazsam olmaz: 28 Şubat günlerindeyiz. Televizyonda 32. Gün programı. Birand’ın yanık sesli yardımcılarından biri Refah Yol Hükümetinin devlete nasıl kendi kadrolarını doldurduğunu, dehşete düşmemizi bekleyerek anlatıyor. Şu kuruma bu kadar, bu kuruma şu kadar, toplam 60 bin kişi. Hepsi azgın Refahçı. Kısacası bizim iyi bir 28 Şubat muhasebesine ihtiyacımız var. Bütün aktörler açısından elbette, medya dâhil. Sadece başörtüsü konusunda yapılanlar için bile bu bir zaruret.
MİT kriziyle ortaya çıkan durum da acaba bir paranoyanın eseri midir? Müzakere süreci birilerini devletin bölüneceği şeklinde bir korkuya sevk etmiş midir? Pek sanmıyorum ve bu hareketin daha derin yerlere uzandığını düşünüyorum ama MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı, geçen haftaki yazıda da değindiğimiz gibi, ‘şüpheli’ sıfatıyla ifadeye çağırmak hangi akla hizmet eder? Önce Hakan Fidan’ın tutuklandığını, ardından da Türkiye’nin istihbarat ve iç ve dış dengeler konusunda düşeceği durumu tahayyül edin. Hele ‘bırakın yargı kendi işini yapsın’ ve ‘MİT içindeki yanlışlar ne olacak’ basit argümanlarına sığınmaya kalkanlara ne demeli?
Yunanistan’ın düştüğü ekonomik darboğazda birçok faktör var. Bunlardan birisi de Türkiye korkusu. Bu korkuyla silahlanmaya pek çok kaynak ayırdı Yunanistan. Gelirinden çok gideri olan bu ülkenin iflasın eşiğinden döndüğü konuşuluyor. Sahi, bir firmanın iflasının ne manaya geldiğini biliyoruz ama bir ülkenin iflası deyince ne anlamamız gerekir acaba? İflas etse ve 12 adalar satışa çıksa, biz alır mıydık!..
Bunları benim aklıma düşüren İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun son beyanı oldu. Aziz Bey şöyle diyor: “İzmir’de politik bir suçlama var. Otobüslere binmiş insanlar Büyükşehir Belediyesini, ilçe belediyelerini suçluyor. Görevli gibi bir duraktan biniyor, iki durak konuşuyor, sonra iniyor, tekrar konuşuyor. Böyle maaşlı gibi belediyeyi kötüleyen insanlar gelip gitmeye başladı. Vapurlarda da metroda da böyle bir şey var. Uyanık olmamız gerekiyor”
Tam bir paranoya hali. Ansiklopediler ne diyor: Paranoya, aşırı endişe veya korkuyla karakterize edilen, sıkça mantıksız kuruntularla bilinen bir rahatsızlıktır. Paranoya deyimi, bir şahsın, çevresindekiler hakkında aşırı şüpheciliğini tanımlamak için kullanılır. Böyle bir kişiye yapılan tavsiyeler, iyi niyetli bile olsa, o kişi tarafından kötü niyetle yapılmış olarak algılanır. Başkalarının kendisi hakkında komplo yaptığı kuruntusuna kapılabilir.
Aziz Beyin bu duruma düşmesine üzüldüm doğrusu. Açıkça söylemese de belli ki AK Parti’yi suçluyor. Bırakın maaş ve parayı, İzmirliler artık eleştirilerini bir gönüllü duyarlığıyla yapıyorlar. İşin bir başka boyutu daha var. Aziz Bey’in eleştiriye tahammül katsayısı artık neredeyse sıfır. Eleştiren herkes provakatör O’na göre. ‘CHP’li yönetimler nasıl böyle faşizan bir yaklaşıma sahip oldu” demeyin sakın. Öyle alıştılar ki dikensiz gül bahçesinde siyaset yapmaya, en ufak bir eleştiriye bile tahammülleri yok. Beceriksizliğin korkuya dönüşmüş somut hali bu son durum.
Aziz Bey bugünlerde “Sensiz hayat İzmirlim, zor gibi geldi bana” şarkısını mırıldansa da İzmirlilerin dilinde başka şarkılar var: “Rüyamda sana yer vermeyeceğim, tövbeler tövbesi…” Bir de EXPO 2020 doğal olarak.