Niçin oruç tutarız? Allah emrettiği için. İbadetin niçini yok. Bunu kaydettikten sonra orucun hikmetlerini konuşabiliriz. Eğer orucun ibadet özelliğini diğer hikmetlerin arkasında görürsek olmaz.
Bana bu satırları yazdıran ve böyle bir vurgu ihtiyacı doğuran kaygı, televizyonlardaki ramazan programları…
Ben bu ramazan ayında iç huzuru ile izlenebilecek televizyon programı bulmakta zorlandım. Evliya menkıbeleri ve ilmihal bilgisi veren kuru sohbetlerden ibaretti programlar. İşin özü, menkıbelerin gölgesinde kaldı. Ne çok konuşan vardı… Bilgin çoktu da bilge zevat yok kadar azdı. Duygularımıza tercüman olacak ve insanı iç âlemiyle baş başa bırakacak bir ney ziyafetine bile rastlamadım iftar programlarında… Oysa sözün bittiği yer değil mi oruçtaki hikmetlerden biri.
Şimdi bayram yaklaşıyor… Peki, İslâm âlemi bayramı hak ediyor mu? ‘Hesaba çekilmeden kendinizi hesaba çekin’ buyruğu içinde İslâm âleminin bu perişan haline ait hiç bir sorumluluk taşımadığımızı söyleyebilecek miyiz? Fert olarak olduğu kadar topluluk olarak yerine getirmemiz gereken görevler de olduğunu fark edememenin suçunu hep başkalarını itham ederek geçiştirebilir miyiz? ‘İslâm’a inanıyoruz, fakat İslâm’ı bilmiyoruz’ dersem abartmış olur muyum? Bilseydik böyle mi olurdu acaba halimiz? İslâm’ı bilmek ve anlamak için hangi kurumları oluşturduk? Her şeyi devletten bekleyen bir topluluk olmaktan kurtulmak gibi bir kaygımız var mı?
Filistin’in içinde bulunduğu durum sadece Filistin’in değil İslâm âleminin de acı durumunu ortaya koymuyor mu? BM dünya barışını korumak için kurulmamış mıydı? Evet. Peki bu yolda hiçbir gayreti olmayan BM için uygulayabileceği bir müeyyide var mı İslam dünyasının, daha doğrusu bir müeyyide uygulama gücü var mı? İsrail’i harekete geçiren faktör El Fetih ile Hamas arasındaki mutabakat mıdır? Dün ‘anlaşın, gelin’ denilen iki kuruluşun mutabakatı İsrail’i rahatsız etmiş olabilir. Umurlarında değil onların, yakıyorlar, yıkıyorlar, öldürüyorlar. Aslolan, korkacakları ve göz ardı edemeyecekleri bir yapıya ulaşmasıdır İslam âleminin.
Bir kaç zamandır gelecek tasavvurundan söz ediyorum bu sütunlarda. Yukarda saydığım hususlar itibariyle Türkiye’nin Ak Parti ile özdeşleşen bir gelecek kaygısı olması gerektiğini söylüyorum. Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olması kesin gibi. Böyle olduğuna göre Ak Parti’de isim kaygısına düşmeden Tayyip Erdoğan sonrasının belirlenmesi için yöntemi konuşabiliriz. Zira iç çekişmeyi önlemenin ve kurumsal bir yapıya ulaşmanın yolu yöntemin tesbit edilmesinden geçiyor. Bu yöntem şimdiye kadar Ak Parti içinde uygulanageldiği gibi istişare olmalıdır. Cumhurbaşkanı ve Ak Parti’yi kuran kadronun en önde gelen isimlerinden biri olan Abdullah Gül ile, milletvekilleriyle, parti teşkilatıyla, sivil toplumla, kanaat önderleriyle ve Partiye emek vermiş olan herkesle istişare… Buradan çıkacak sonuç hepimiz için bağlayıcı olmalı.
Bu oruç ayında dört ayrı şehirde bulundum. Çoğu Ankara’da geçti bu günlerin. Nereye gitsem, hangi sohbet halkasına otursam herkes Tayyip Bey sonrası Ak Parti’yi konuşuyor. Cumhurbaşkanlığı seçimimi konuşan yok sayılır. Çünkü herkes Tayyip Bey’i seçildi biliyor. İzmir ve İstanbul’da üçer gün geçirdim. Sanki Tayyip Bey sonrasından ben sorumluymuşum gibi herkes bu konuyu açtı. Hafta içinde üç gün Roma’daydım. Büyükelçimiz Aydın Sezgin henüz göreve başlamamış. Önceki büyükelçimiz Hakkı Akil ise Paris’e atanmış. Konya milletvekili İlhan Yerlikaya ile katıldığımız AB ülkeleri AB İşleri Komisyonları başkan ve üyelerini bir araya getiren toplantıda İtalya’nın AB dönem başkanlığındaki öncelikleri tartışılıyor. İşte bu toplantılar sırasında bizimle birlikte olan Büyükelçiliğimizin gayretli diplomatlarından Aytunç Menevşe, “Efendim, burada temas ettiğimiz İtalyan makamlarının tek merakı Erdoğan sonrası kimin Başbakan olacağı ve Ak Partiyi kimin yöneteceği” demesin mi… Roma’nın merak ettiğini dünyanın başka başkentleri ıskalıyor olabilir mi?
Ben Ak Parti’de Tayyip Bey sonrası çok önemli diye boş yere söylemiyorum. İslam dünyasının kendine gelebilmesi için Ak Parti’nin özgürlükçü reformlarının sürmesi gerekiyor. Bu da iç çekişmelerden uzak ve 2015 seçimlerinde başarılı olmaya mecbur bir Ak Parti ile mümkün.
Yukarda eksikliğinden söz ettiğimiz kurumların hayat bulması ancak özgürlüklerin ve hukuk sisteminin mükemmel çalıştığı bir düzende mümkündür. Üstelik Türkiye gibi petrol benzeri doğal kaynakları olmayan ülkelerin zenginleşmesi için de bu bir ön şart hükmündedir.
Ak Parti kendi geleneğine uymalı ve konuyu istişare ile karara bağlamalıdır.