Geçtiğimiz haftayı Hrant Dink davasını konuşarak geçirdik. Gündemde bu kadar çok yer bulmasının sebebi ortada: Cinayet örgüt işi değil kararı. Oysa kimse 17 yaşındaki bir çocuğun böyle bir işi kendi başına yapmış olmasına ihtimal vermiyor.
Kararı beğenmeyenler arasında, Türkiye’de ne kadar gizli yapılanma varsa ortaya çıkarılsın diye çırpınan, hükümet başta olmak üzere, pek çok kesim var. Ama işin ilginç olanı “nerede bu Ergenekon, gösterin, üye olmak istiyorum” havasındaki muhalefet ve ulusalcılar da var. Ergenekon davasını sulandırmak için ellerinden geleni artlarına koymayanlar acaba neyin peşindeler ve şimdi hangi argümanla böyle bir ‘çıkış eylerler’?
Hrant Dink davasıyla ilgili pek çok yazı yazıldı, televizyon programı yapıldı ve karar eleştirildi. Karardan önce yayınlanmış kitaplar var oysa. Davanın hâkimleri bu kitapları okumuş olsalardı kararları yine aynı doğrultuda olur muydu? Sanmam. Bende Tûba Çandar’ın Everest Yayınlarından çıkan “Hrant” adlı kitabı ve Âdem Yavuz Arslan’ın Timaş Yayınlarından çıkan “Bi’ Ermeni Var…- Hrant Dink Operasyonunun Şifreleri” başlıklı kitabı mevcut. Bunları biraz karıştıranlar, işin içinde bir örgüt olduğunu kolayca anlarlar, üstelik bunların resmi kurumlar içinde örgütlendiklerini de görürler. Hrant Dink cinayetine karışanların Ergenekon Terör Örgütüyle ilişkileri olduğunu bu kitaplardan anlamak mümkün. Arslan’ın kitabında “Ergenekon başladı, azınlıklara saldırılar durdu” başlığı altında verilen bilgiler çok ilginç (s.137). ‘Ulusalcı kampanyanın gemiye azıya aldığı’ 2004-2007 yılları arasında azınlıklara yönelik 110 vaka tespit edilmişken, bu Ergenekon davasıyla birlikte neredeyse hiç kalmıyor.
Bu cinayetlerin neyi hedefledikleri açık. Hepsinin tek gayesi var. Ak Parti hükümetini zaafa uğratmak, kargaşaya yol açmak, yapabilirlerse ekonomiyi alt üst etmek ve sonunda darbeye zemin hazırlamak. Bu yolda attıkları en ciddi adım belki de Danıştay saldırısıydı. Saldırganlar, ‘yakalanmasak Ermenileri öldürecektik’ diyorlardı. Hrant Dink bunun üzerine bir yazı kaleme alıyor ve işin üstüne gidilmesi gerektiğini söylüyor… Hrant Dink’in Sabiha Gökçen’in Ermeni olduğuna dair bir haberi yayınlanıyor. Genelkurmay zehir zemberek bir üslupla bunu reddediyor. Bunun üzerine ya sev ya terk et sloganları gırla gidiyor. Bir gece ansızın gelebiliriz tehditleri savruluyor… Kemal Kerinçsiz taifesi Türklük aşağılanıyor iddiasıyla davalar açıyor. Dava ulusalcıların gösteri sevdasını ateşliyor. Veli Küçük de bu davanın izleyicileri arasında yer alıyor. Malatya Zirve Kitabevi cinayeti. Rahip Santora olayı… Sonra da “örgüt yok”. Olacak iş değil.
Değişim ihtiyacı kendini o kadar şiddetle belli ediyor ki bunu kavrayamayanlar çareyi yanlış mecralarda arıyorlar. Ulusalcılık ve ulus devlet anlayışı başımızı ağrıtmaya devam ediyor. Cumhuriyetin kurulduğu yılların kendine has uygulamalarını bugüne taşımanın doğurduğu sancıları görmeyenlere ne demeli? “Hepimiz Hrantız, hepimiz Ermeni’yiz” diyenler, acaba ulus devlet ve ulusalcılığı nereye koyuyorlar? Kürt sorununa nereden bakıyorlar?
Hrant Dink kararı Türkiye’nin değişime olan ihtiyacını bir kere daha vurguladı. Reformlara devam etmek için bütün kurumlarımıza bir motivasyon sağlamasını dileyelim. Yargı reformunun ne büyük bir ihtiyaç olduğu da bu vesileyle anlaşılmış oldu. Kamuoyuna açıklanan paketlerden anlıyoruz ki 12 Eylül 2010 referandumuyla atılan adımların devamı geliyor.
EXPO için çalışan ülkemizin bu tür sorunları bir an önce aşması gerekiyor.