Oruç tutmak hem kolay hem zor. Kolay, orucu sadece aç kalmayla sınırlıyorsanız… Zor, açlığa toplumsal sorumluluğunuz da eşlik ediyorsa…
Birkaç haftadır oruç eksenli yazılarla meşgulüm. Çünkü bu vesileyle bir Müslümanın fert olarak Allaha karşı sorumluluğunun yanında cemiyete karşı sorumluluğunu da düşünmek ve tartışmak mümkün oluyor. Aslına bakarsanız bu ikisini keskin çizgilerle ayırmak mümkün değil. Fakat yıllardır Müslümanlar Allaha karşı ferdi sorumluluklarının ötesine geçmesinler diye gayret edildi. Çünkü İslam’ın toplumsal olaylara nasıl bakması gerektiğini anlamaya çalışanların mevcut sistem açısından taşıdığı potansiyel tehlike vardı akıllarda. “Sorumluluklar kişi ile Allah arasındadır” anlayışını değiştirmemiz gerekiyor.
Oruç tutmanın aç kalmaktan, zekâtın sadece birkaç fakirin cebine para koymaktan ibaret olmadığını kavramak gerekiyordu. Namaz kılmanın camide bir araya gelmenin ötesinde bir topluluk şuuru icap ettirdiğinin farkına varmak lazımdı. Aslında İslam’ın bütün vecibeleri hem ferde hem topluluğa sorumluluklar veriyordu. Üstad Necip Fazıl’ın ifadesiyle ‘İslamiyeti camiye hapsedenlere’ itiraz etmek gerekiyordu. Teravih öncesi konuşan hocalarımızın kaçının İslam’ın günümüz meselelerine yaklaşımı ile ilgili çalışması var acaba? Geçenlerde gittiğim bir camide, ‘zekât kimlere verilir’ diye konuşan hocamız özgürlüğüne kavuşturulacak kölelere verilecek zekâttan söz ediyordu. Bunun çağdaş yorumuna dair hiç kafa yormadığımız nasıl da belli…
Bir televizyon programında Osmanlıların hayvan haklarına gösterdiği saygıdan bahsediliyordu. Orada duydum kuş sesinden rahatsız olup belediyeyi arayan gençler olduğunu. Birden içim kararır gibi oldu. Kuş sesinden rahatsız olan birisinin Allah’la ve insanlarla makul bir münasebet kurması mümkün müydü? Tabiattan kopuk vahşi şehirleşmenin bizi getirdiği noktanın ürkütücü havasıyla boğulur gibi oldum. Bu çirkin şehirleşmenin, çocukları çiçekten ve kuştan habersiz hale getiren atmosferinden kurtulmak ihtimaller âleminde kayıtlı mıydı acaba? Bir tarafta toplumsal sorumluluk, bir tarafta kuş sesinden rahatsız olan bir gençlik… Neyi nasıl anlatmalı ki…
Ak Parti iktidarının yapmaya çalıştığı, başladığı fakat bitiremediği en önemli iş, yukarda dile getirdiğimiz toplumsal boyutun serbestçe tartışılacağı bir özgürlük ortamı yaratmaktı. Daha düne kadar teklif edilen bazı düzenlemeler için ‘çok hukuklu bir düzen mi özlüyorsunuz?’ saldırılarına maruz kalan nice dostumuz vardı. Bir örnek olsun diye söylüyorum, birden çok meslek odası olsun teklifi bunlardan sadece biri. Bu konuda alınması gereken çok yol var. Ali Şeriati’nin diliyle söylersek “özgürleştirici Tevhid, önce tabu haline gelmiş anlayışları ve sonuna ‘izm’ eklenen ideolojileri yıkmalı.”
İslam dünyasının bunlarla uğraşması gerekirken hala bölgesel çatışmalardan kendini kurtaramamış olması ne acı… Emperyalizm ve kapitalizme kızmak kolay… Kendini iç çatışmalardan bile kurtaramamış böyle bir âleme kimsenin fazladan bir şey yapması zaten gerekmiyor. Şimdi önümüzde Suriye meselesi var. Bölgede savaş içinde olmayan bir Türkiye kalmıştı. İnşaallah bu konuyu silah kullanmadan halletmenin bir yolunu buluruz diye duadayım ben… Bu arada İŞİD diye bir belayla uğraşıp haksız ithamlara maruz kalmak da varmış kaderde. Akşam Gazetesinde Ufuk Ulutaş’ın “IŞİD ne işe yarar?” başlıklı yazısı pek çok soruyu aydınlatıyor. http://www.aksam.com.tr/yazarlar/isid-ne-ise-yarar/haber-417875
Türkiye’deki kutuplaşmayı sona erdireceğini ve özgürlüklere katkısı olacağını bilsem koalisyon yararlı olur diyeceğim ama buna dair kuşkularım var. Keşke olabilse ve bir arada yaşamanın ve bunun için de bazı konularda uzlaşmanın nimetlerini görebilsek. Ak Parti hakkındaki ön yargıların yıkılmasında fayda sağlayacağı kuşkusuz bunun. Benim baştan beri öngörüm, olursa Ak Parti ile CHP’nin bir koalisyon kuracağı şeklinde idi. Galiba yavaş yavaş da olsa buraya doğru geliniyor.
Seçim öncesi öngörülerimden birinde yanıldığımı kabul ediyorum. Ben istikrar kaygısıyla iş âleminin Ak Partiye oy vereceğini sanmıştım. Böyle olmadı. İş âlemi de dâhil bazı kesimler ‘Ak Parti çok oldu’ kaygısıyla oy kullandı. Bu rasyonel bir davranış biçimi değildi ama böyle oldu. Şimdi Ak Partiye düşen, kimilerini bu irrasyonel davranışa götüren sebepleri bulup irdelemektir.
Bana sorarsanız Ak Parti açısından riski çok büyük olabilecek bir erken seçim uzak değil… Peki, riski ortadan kaldırmanın yolu var mı? Var ama onun için benlik kaygısından kurtulmak ve istişare geleneğini göstermelik olmaktan kurtarmak gerekiyor.
Bir sorum daha var. Kuş sesinden rahatsız olan gençlerle ilgili bir stratejiye ihtiyacı var mı Ak Parti’nin?