Son günlerin derin tartışma konuları arasında akademisyenlerin bildirileri önemli bir yer tutuyor. Devleti katliam yapmakla itham edenler de var, bu ithama şiddetle karşı çıkanlar da…
Üniversitelerin suskun olması iyi bir şey değil elbette. Türkiye’nin bunca sorunu varken onlardan hiç bir ses çıkmaması sıhhat alâmeti olmasa gerek. Türkiye böyle bir durumla karşı karşıya.
Şimdi birkaç bildiriyle ses vermiş durumdalar. Her şeyden önce üniversite camiasının bildirilerle değil üzerinde iyi çalışılmış raporlarla ses vermesi gerekir. Sorunları bilimsel bir anlayışla ele alan, ideolojik saplantılardan uzak raporlar üretmek çok mu zor? Bu raporların eleştirel ve ufuk açıcı olması işin tabiatı icabıdır.
İçinde yabancıların ve yurt dışındaki üniversitelerden Türklerin de bulunduğu akademisyenlerin bildirisi objektiflikten ve bilimsel anlayıştan çok uzak… Militan bir üslupla kaleme alınmış. Şu ifadeleri yazanların çukurlardan ve barikatlardan haberi yok gibidir, hatta Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun tabiriyle ‘ya örgütün eylemlerini benimsiyorlar ya da Türkiye’yi hiç tanımıyorlar”: “Devletin başta Kürt halkı olmak üzere tüm bölge halklarına karşı gerçekleştirdiği katliam ve uyguladığı bilinçli sürgün politikasından derhal vazgeçmesi gerekiyor.” Bu çukurları kazanlara sitem bile yok bildiride. Devletin Kürt siyasetini yanlış bulabilirsiniz, ama üniter bir devletin ülke sınırları içinde fiili işgal anlamı taşıyan çukur ve barikatlara duyarsız kalmasını nasıl beklersiniz? İnsanların can ve mal güvenliği için bu çukurların kapatılması gerektiğini görmezden gelmek meselenin içine nüfuz edememekle eşdeğerdir.
Maalesef ifratla tefrit arasında geziyoruz. Bu temelsiz ve gerçeklere gözü kapalı, PKK ağzıyla hazırlanmış bildiriyi alabildiğine eleştirelim ama imza sahiplerini bir takım müeyyidelerle tehdit etmenin yanlışlığını da not edelim. Bu akademisyenleri toplum mahkûm ederse eder. Üstelik önemli olan da budur. Bunlara verilecek bir cezanın gürültüsü uzun sürer ve başımızı ağrıtmak isteyen odaklarca da bir fırsat olarak görülür. “Müzakere koşullarının hazırlanmasını ve kalıcı bir barış için çözüm yollarının kurulmasını, hükümetin Kürt siyasi iradesinin taleplerini içeren bir yol haritasını oluşturmasını talep ediyoruz” diyenler silahlar gömülmeden müzakere imkânının kalmadığını göremeyecek kadar olaylara at gözlüğü ile bakıyor olmalılar. Eğer PKK da müzakere olmadan silah bırakmam diyecek olursa Türkiye’yi sıkıntılı günler bekliyor demektir. Yine de müzakereye oturacak devletin önce yumruğunun gücünü herkese hissettirmek isteyeceği açıktır. Akademisyenlerin duyarsız kalmaması gereken durum Türkiye’nin karşı karşıya olduğu bu çıkmazdır.
Bir ilişki kurmak ne kadar doğru olur bilmiyorum, ama gazetelerde Milli Eğitim Bakanlığının Prof. Ali Nesin’e matematik kitabı hazırlattığını okuyunca, PKK bildirisine imza atanların yetiştiği ortamı düşünmeden edemedim. Yıllarca önce Atilla Koç, bana, benim gibi bir mühendis olan Abidin Nesimi’den söz etmiş ve bu sosyalist yazarın eğitim konusunda ilginç görüşleri olduğunu söylemişti. Abidin Nesimi, ‘Yılların İçinden’ adıyla yayınladığı anılarında bakın ne diyor: “Türkiye’de Cumhuriyet döneminde matematik eğitiminde; geometride, trigonometride, mekanikte Marksist görüş geçerliydi. Bu ders kitapları tamamıyla Marksist esaslara göre yazılmıştı./…/ Liselerde bu Marksist kitapların okutulmasının nedeni, ne iktidar partisinin yani CHP’nin, ne de Talim Terbiye heyetinin Marksist olmasıydı. Her iki kuruluş da bu konuda bir bilince sahip değillerdi./…/ Sözün kısası gerek CHP ve gerekse Talim Terbiye tam bir cehalet ve karanlık içindeydiler.” (s.62, Gözlem, 1977)
Ali Nesin’i pek tanımıyorum. Popüler matematik kitaplarını okumak isterdim ama fırsat olmadı. Yazacağı kitabın Marksist esaslara göre olup olmayacağını da bilmiyorum. Aziz Nesin’in oğlu olmanın ötesinde özelliklere sahip olduğu muhakkak. Benim dikkat çekmek istediğim husus, Milli Eğitim Bakanlığının bir strateji dâhilinde bu müfredat ve temel esaslar işine eğilip eğilmediği keyfiyetinden ibarettir.
Terörist ağzıyla yazılmış bu bildiriyi imzalayanlar nasıl bir eğitimden geçmiş olmalılar sizce?
İşlerimizi düzgün yapmaya nereden başlasak ki?.. Çukur ve barikatları önceden fark ederek mi, bildiriden mi, müfredattan mı?