Geçtiğimiz hafta İslam dünyasının içinde bulunduğu hale dokunan birkaç yazı dikkatimi çekti. Ben de 11 Nisan’daki “Nasıl gidiyoruz? Nereye gidiyoruz”ve 18 Nisan’daki “İslam İşbirliği Teşkilatı, Avrupa Birliği ve müesseseler” başlıklı yazılarda bu konulara temas etmiştim.
Murat Yetkin, Hürriyet’teki yazısına, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “Arap Birliği ne menem iştir?” diye sorduğu bir soruyu başlık yapmış. Dört ana başlık var yazıda. Bunlar Tayyip Erdoğan’ın konuşmasından çıkarılmış hususlar. “Müslüman gençlerin eğitim için Batıya gitmesi”, “Sünni-Şii mezhep çatışması”, ”Öldüren de ölen de Allahuekber diyor” ve “Arap Birliği… Bu ne menem iştir?” Murat Yetkin, her nedense bu soruları sormanın cesaret isteyeceğini ve Tayyip Erdoğan’dan başkasının bunları gündeme getiremeyeceğini söylüyor. Sonuç olarak da bize laiklik, kadın-erkek eşitliği ve demokrasinin faziletlerinden söz ediyor.
Murat Yetkin’in yazısındaki dört ana başlığın hemen hepsi İslam Dünyasının mevcut haline işaret ediyor. Tayyip Erdoğan bu konuşmayı Türk-Arap Yükseköğretim Kongresi’nde yapmış. Tayyip Bey, bu konuşmasında çok önemli bir noktaya işaret ediyor. Kendine özgü ve özgün eğitim sistemleri geliştiremeyen toplumların, geleceği inşa edemeyeceklerine vurgu yapıyor ve şöyle diyor: “Bu makûs talihi değiştirmek, yeni bir başlangıç yapmak bizim elimizdedir, bunu biz yapacağız.” Daha sonra şöyle devam ediyor “Şunu hiçbir zaman unutmayacağız: Yıkılan inşa edilir, kaybolanın yerine yenisi konur; ancak özgüvenini yitiren bir milletin tekrar tarih yazması mümkün değildir. Biz, dünyaya, insanlığa örnek teşkil edecek bir değerler manzumesine ve tecrübeye sahibiz. Yoksulluk, kan, gözyaşı, acı, asla bu toprakların, ortak coğrafyamızın değişmez kaderi değildir.”
Şimdi soru şu: Bu makûs talihi değiştirmek bizim elimizde ama bunu nasıl yapacağımızı biliyor muyuz? Kendine özgü ve özgün eğitim sistemlerini nasıl geliştireceğiz, siz bu konuda bir belirti görüyor musunuz? Cumhurbaşkanımızın bütün samimiyetiyle ifade ettiği hususlarda İslam dünyasında bir kıpırdama dahi mevcut değil. Benim yazının başında söz ettiğim iki yazım bu konulara dairdi.
Tayyip Beyin işaret ettiği önemli bir nokta daha var. Şöyle diyor: “Bizler, hepimiz, ortak bir coğrafya kadar, ortak bir medeniyeti, ortak bir tarihi, ortak bir kültürü paylaşıyoruz. Bizim tarihimizde tüm insanlığa örnek olmaya devam eden asr-ı saadet var. Bizim ortak tarihimizde derin izler bırakmış Endülüs var, Bağdat var, Afrika’nın, Ortadoğu ve Asya’nın muhteşem medeniyetleri var. Bizim ortak medeniyetimizde Kurtuba, Timbuktu, Harar, Fez, Şam, İstanbul, Sana, Kahire, İskenderiye, Buhara gibi merkez şehirler var. Bu şehirler sadece sınırları içinde yer aldıkları ülkelerin, milletlerin değil, aynı zamanda hepimizin, tüm ümmetin ortak şehirleridir.”
Burada işaret edilmesi gereken husus şudur: Bu merkez şehirler etrafında gelişen medeniyetlerin hepsi bir barış ortamının meyveleridir. Endülüs medeniyetinin uzun yıllar devam eden barışla geliştiğini unutmamalıyız. İstanbul merkezli Osmanlı medeniyeti de dünya tarihinde izler bıraktıysa yine o barış ve güven ortamının sonucudur. Bugünse yanan bir İslam dünyası var. Yeniden dirilişin, yeni bir medeniyetin filizlerini yeşertmenin yolu önce İslam dünyasındaki yangını söndürmekten, barışı tesis etmekten geçiyor.
Hakan Albayrak, Karar’daki “Last man standing” başlıklı yazısında son yıllarda Tayyip Erdoğan liderliğindeki Ak Parti’nin İslam Dünyasına umut oluşundan söz ediyor. Buna itiraz zor ama şu anda dünyadaki İslam ve Müslüman algısının hiç de iyi olmadığından ve bunun nasıl düzeltileceğinden bahsetmiyor. İslam dünyasının içinde bulunduğu halden Hakan Albayrak’ın rahatsızlık duymayacağı aklımdan geçmez ama “ne yapmalı?” diye sormayışını da anlamam mümkün değil.
Bizdeki Müslümanlık iddiası daha sağlam temellere oturmak zorunda. İslamiyet’e inanmak başka, onu bilmek ve uygulanabilir modeller ortaya koymak başka. Eğer tebliğ diye bir derdimiz varsa birbirimize anlatacağımız kadar başkalarına da anlatacak bir şeyler bulmak zorundayız. Bunun en iyi yolu ortaya iyi örnekler koymaktan geçiyor.
Kötüleri ve kötülükleri saymakla olmuyor tebliğ, iyi örneklere ihtiyaç var.