Tayyip Erdoğan’ın başbakanlığı bırakacağının belli olduğu günlerdeydi. Herkes kendince bir başbakan tayin ediyordu. İsmi en çok konuşulanlardan biri de Ahmet Davutoğlu idi. Ben buna şiddetle itiraz ediyor ve “olmayacak duaya âmin demeyin” diyordum.
İki sebebe dayanıyordu itirazım.
Bana göre Tayyip Erdoğan, kim Başbakan olursa olsun, onu da yönetecekti. Tayyip Beyin mizacı bu idi ve bunu baştan kayıtsız şartsız kabul edecek biri olmadıkça ilerde anlaşmazlık çıkması mukadderdi. Tayyip Bey, Ahmet Davutoğlu’nun böyle bir zımni anlaşmaya uygun olmadığını bilir ve onu Başbakanlık makamında görmek istemezdi.
Ahmet Davutoğlu da Tayyip Beyin mizacını bilir, yetki karmaşasından doğması kuvvetle muhtemel olayları bugünden kestirir ve başbakanlık teklifini kabul etmezdi. Benim tanıdığım kararlarında tam bir bağımsızlık düşkünü Ahmet Davutoğlu’nun böyle bir teklife evet demesi için görünürdekilerin dışında bir sebep olması gerekirdi. Oysa böyle bir şey ufukta mevcut değildi.
Hem Tayyip Bey açısından hem de Ahmet Davutoğlu açısından yanıldığım ortadaydı. Kendi kendime benim tanıdığım Tayyip Erdoğan yönetim mekanizmasının baskın unsuru olmaktan vazgeçmez diyordum hala. Demek ki Ahmet Davutoğlu konusunda yanılıyordum. Onu iyi tanımadığıma hükmettim.
Güçlü cumhurbaşkanı, güçlü başbakan söylemi sözde kalmaya mahkûmdu. Fakat Ahmet Davutoğlu nasıl oluyor da bunları görmezden geliyordu. Tayyip Erdoğan, cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasında nasıl bir cumhurbaşkanı olacağının işaretlerini vermemiş miydi?
O zaman biraz benim gibi düşünen arkadaşlarım “önümüzde olağanüstü ve olağan kongrelerdeki MKYK listeleri, bakanlar kurulu listesi, milletvekili listeleri ve daha bir sürü kritik süreç var, acaba bunların getireceği kopmalar olabilir mi?” diye konuşuyorlardı. Olmadı, hiçbiri olmadı. Davutoğlu, Tayyip Beyin düşündüklerinin dışına çıkmadı. Bir iki kritik süreç yaşandıysa da Diyanet İşleri Başkanı ve başkalarının araya girmesiyle ve Davutoğlu’nun geri adım atmasıyla iş tatlıya bağlandı.
Fakat “içi beni, dışı seni yakar” misali her iki tarafın içine attığı meseleler de yok değildi. Bunlar Ahmet Davutoğlu’nun azli için sahici gerekçeler miydi, tam bilemiyoruz, ama birkaçını sayarak işin aslını kavramaya çalışalım.
Galiba en başta Tayyip Beyin olmazsa olmazı haline gelen başkanlık için Davutoğlu’nun yeterince gayret göstermediği kanaati vardı.
Davutoğlu’nun önemli bulduğu kamuda şeffaflık paketi de iki isim arasında görüş ayrılıklarının yansıdığı bir başka başlıktı.
Hakan Fidan’ın Davutoğlu ile istişare ederek 7 Haziran seçimleri için milletvekilliğine aday olmasına Cumhurbaşkanı Erdoğan karşı çıktı.
Erdoğan ile Davutoğlu arasında yaşanan görüş ayrılıklarından biri Dolmabahçe açıklaması oldu. Daha sonra çözüm masasının yeniden kurulmasına ilişkin olarak da görüş ayrılıkları ortaya çıktı. Davutoğlu belli şartlarla çözüm masası yeniden kurulabilir derken Tayyip Erdoğan buna da olmaz dedi.
Yaşanan iki kongredeki MKYK listeleri ve milletvekili listeleri de tartışmalara yol açtı. Ama sonunda Davutoğlu, Tayyip Bey ne diyorsa ona peki dedi.
Akademisyenlerin tutuksuz yargılanması konusunda Davutoğlu, “ben prensip olarak hüküm verilene kadar tutuklu yargılamaya karşıyım, düşüncenin hiçbir türüne sınır getirilmesini kabul edemem” derken Tayyip Erdoğan buna da itiraz etti.
AB ile mülteciler konusundaki anlaşma da Tayyip Erdoğan’ın karşı olduğu hükümler içeriyordu ve kendisinden habersiz olarak bu işin götürülmesine içerlediği açıktı.
Tayyip Erdoğan Amerika seyahatinde Obama ile görüştü ama bu hem zor gerçekleşti hem de görüşmenin içeriği korumaların zorbalıkları ile lekelendiği için biraz can sıkıcı oldu. Durum böyleyken Davutoğlu’nun Obama’dan randevu istemesi Tayyip Beyi farklı kuşkular içine itti. 29 Nisan MKYK harekâtı olmasaydı Davutoğlu, Obama ve yardımcısıyla 5 Mayıs günü görüşecekti.
Öyle görünüyor ki dış konjonktür itibariyle Ahmet Davutoğlu’nun öne çıkıyor olması Tayyip Erdoğan’ı çok rahatsız etti ve azlin ana sebebi oldu. Bu konunun yakında daha fazla tartışılacağını sanıyorum.
Kimilerine göre Davutoğlu kitlelerin gönlünde bir lider profili olarak ön plana çıkmaya başlamıştı. Mayınlı sınırın aşıldığı yer burası mıydı yoksa?
Şimdi kafamı kurcalayan sorular var:
İstişare bir Ak Parti geleneği değil miydi? Ak Parti bu prensibi terk mi etti acaba? MKYK’da yaşananlar ve takip edilen rencide edici yöntem bu prensibin hiç göz önüne alınmadığını gösteriyor. Nitekim Davutoğlu da buna vurgu yapıyor: “MKYK’da yaşananları, önergenin kendisini ve takip edilen yöntemi refik olma özelliğiyle bağdaştıramadım.” Ortaya çıkan halin kendi tercihi olmadığını da ekliyor Ahmet Davutoğlu.
Hem biz Gülen cemaatine niye kızıyorduk? İradelerini kayıtsız şartsız, istişaresiz başkasına teslim etmelerine yanlış demiyor muyduk? MKYK’daki 50 kişiden bu işin yönteminde bir tuhaflık var diyen çıktı mı acaba? Çıkmadığı ve iradelerin teslim edildiği anlaşılıyor. Yapılan görünürde demokratik bir işlem ama… Gerisini siz getirin.
Anayasa ve başkanlık sistemi işleri şöyle ya da böyle sonuca bağlanmadan Türkiye’de istikrarı yakalamak zor. Bunlar olduktan sonra istikrar gelir mi, o ayrı soru…
Bir husus daha var. Altı ay önce yapılan seçimde halk, Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı, Ahmet Davutoğlu Başbakan düşüncesiyle oy vermişti. Bu oylara saygı kaygısı taşımak gerekir miydi sizce?
Bu durumda güçlü cumhurbaşkanı, mutî başbakan ile 2019’a kadar devam mı? Bunun bir sonucu da anayasa değişikliği yok demek galiba… Başkanlık resmi olmuş, fiili olmuş fark etmez görüşü öne çıkıyor anlaşılan…
Benim en baştaki tahminlerim, yani Tayyip Bey ile Davutoğlu’nun anlaşmalarının zor olduğuna ilişkin kaygılarım biraz geç tecelli etti. Eh ne de olsa ben alaylı değil mektepli siyasetçi sayılırım. Olur o kadar yanılgı.
Söylenecek söz çok. Fakat çok sözün bir faydası yok. Yine de Ahmet Davutoğlu’nun nezaketini ve zarafetini ve iç çekişmelere yol açabilecek davranışlardan uzak duruşunu anmadan olmaz.