Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile Türkiye, yeni bir döneme adım atabilecek mi dersiniz? Benim bazı endişelerim var. Kaynağını söyleyeyim. Bir tarafta referandumda “evet” diyenlerin hepsini antidemokratik olmakla itham eden bir iklim vardı. Diğer tarafta “hayır” diyenlerin cümlesini aynı kefeye koyup tartan bir bakışın işaretlerini gördük. İşte bu toptancı davranış biçimi bana sistemden öte bir problemimiz olduğunu fısıldıyor. Bu hal sadece referandum sırasında ortaya çıkmış olsaydı, sandık psikolojisi der, geçerdik. Pek öyle değil. Uzun süredir keskin bir polarizasyon var toplumumuzda. Acaba mesele bir ahlak meselesi mi? İçselleştiremediğimiz bir şeyler mi var? Demokrasiyi mi tam olarak kavrayamadık? Özgürlük söylemlerimiz hep lafta mı kalıyor? Din iman derken bu mefhumlara kendimizce bir anlam veriyor ve asli manalarından habersiz mi kalıyoruz?
Süreci günübirlik kaygıların ötesinde değerlendirenler arasında Karar Gazetesinden Etyen Mahcupyan var. Yazdıkları dikkat çekiyor. ”Değer miydi?” başlıklı yazı bakın nelere vurgu yapıyor. “Gündelik siyasete fazla kapılmadan baktığımızda Türkiye’nin esas meselesinin yönetim sistemi değil, yönetim zihniyeti ve kültürü olduğunu bir kez daha görüyoruz… Ürettiğimiz gerçeklikten kaçış zor: Ekonomi patinajda, Kürt meselesi tıkanmış, hukuk devleti ilkeleri yıpranmış, Suriye’de yolun sonuna gelinmiş, uluslararası bütün aktörlerle mesafe açılmış, basın özgürlüğü daralmış… Bunların üzerine marifetmiş gibi kullanılan ayrıştırmacı dili, düşman üretimini ve hamaseti ekleyin./ Bizim asıl gerçeğimiz bu ve aynı zihniyet devam ettiği sürece hiçbir yönetim sistemi bunları iyiye götüremez. Doğru yönetim bilgili ve kişilikli kadrolara, demokratik karar mekanizmasına, delegasyon şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkelerinin benimsenmesine, liyakate ve nesnelliğe dayalı bir yönetme kültürünün yerleşmesine ve özeleştiri ortamına muhtaç.”
Referandum sürecinde kendi görüşlerine çığırtkanlık yapmayanları bir anda hain ilan edenlerin muhataplarını anlamaya çalışmak gibi bir dertleri olmaması, bu tiplerin demokrasi, özgürlük, hukuk devleti gibi mefhumları içselleştiremediklerini açıkça gösteriyor. “Bu anayasa değişikliği Ak Parti ve Tayyip Erdoğan için iyi sonuçlar vermez” diyen, buna rağmen gidip “evet” diyenler olduğunu biliyorum. Aynı kaygıyla “hayır” diyenler de oldu. Bu insanları hain ilan etmek doğru mu? İflah olmaz Ak Parti ve Tayyip Erdoğan karşıtlarının dışında bir ‘hayır’ kitlesi olduğunu sandık sonuçları da açıkça gösteriyor. Bu insanların ne düşündükleri tahlile ve incelemeye değmez mi?
Bu referandumun çok önemli bulduğum bir tarafı var. Kürt oylarının dağılımı… Açıkça görülüyor ki can güvenliği her şeyin üstünde. PKK’nın şiddete dayalı bezdirme ve hâkimiyet kurma gayretlerinin boşa çıkarılmış olması taze bir umudun yeşermesine yol açmışa benziyor. Şimdi şiddetin değil şefkatin hâkim olacağını göstermenin tam vaktidir. Aslında Kürt oyları bu şefkat alâmetinin ne kadar işe yaradığının göstergesi olarak da yorumlanabilir. Kürt meselesi önümüzdeki dönemde de en öncelikli meselelerimiz arasında olmaya devam edecektir.
Söz buraya gelmişken referandum sürecinin başlarında “Referandum ve sonrası…” başlıklı yazıda temas ettiğim milliyetçi söylemin getirip götürecekleri konusunu esaslı bir şekilde dile getiren ve bunun terk edilmesi gerektiğini vurgulayan Akif Emre’nin “Bir ‘dil’in açtığı hasar” başlıklı yazısını anmadan geçemeyeceğim.
Ak Partinin hayâlindeki anayasa bu değildi. Acaba hala o hayâlin peşinden koşmalı mı Ak Parti? Yoksa bu imkânı kaybetti mi? CHP ve onun gibi düşünenlerin Ak Parti’nin girişimleriyle Ergun Özbudun tarafından 2007 seçimlerinden sonra hazırlanan ve mevcut anayasaya göre çok daha demokratik ve hukuka saygılı olan anayasa teklifine bilinçsizce karşı çıkmakla Türkiye’ye neler kaybettirdiklerini düşündüm. Bugün pişmanlar mı, bilmiyorum. Bu çevrelerin reflekslerinde Ak Parti karşıtlığının demokrasiden çok daha fazla yer tuttuğuna çok şahit olduk.
Önümüzdeki hafta Avrupa Konseyi’nin bahar oturumu var. Bu toplantıda Türkiye’nin yeniden denetim sürecine alınması için bir oylama yapılacağı anlaşılıyor.
Kış oturumunda bunu düşünmüşlerdi. Hem o sırada KHK ile kurulan “Olağanüstü hal işlemlerini inceleme komisyonu”, hem referandum sürecinin kurallar dâhilinde işleyip işlemeyeceğine dair merak, yeniden denetim süreci teklifinin bahar oturumuna ertelenmesini sağlamıştı. Maalesef söz konusu Komisyonun teşkili tamamlanamadı. Bana gelen haberlere göre Komisyon üyelerinin seçimi yapılmış, ama MİT incelemesi ve benzer sebeplerle ilanı gecikiyormuş. Bu bir titizliğe işaret ediyor belki ama başka endişelere de yol açıyor.
Referandum sürecini AGİT ile birlikte izledi Avrupa Konseyi. Ön rapor birçok eleştiri getiriyor referandum süreci için. Kimisi haklı kimisi haksız bu eleştirilerin… Heyet içinde açıkça PKK çığırtkanlığı yapan bir ismin bulunması üzücü elbette… Mühürlü mühürsüz oy pusulası tartışmaları kafaları karıştırıyor maalesef. Bu basit mesele acaba sandık kurullarına mühür talimatının açıkça bildirilmemesinden mi kaynaklandı? Parti gözlemcilerinin de burada ihmali var. Benim bildiğim kadarıyla Avrupa Konseyi Türkiye’deki seçimleri çok uzun zamandır izler ve sandık düzenini hep takdirle anar raporlarında. Bu sefer ortaya çıkan durum bir ihmalin sonucu gibi duruyor.
Dışişleri Bakanımız Mevlüt Çavuşoğlu, “AB, stratejik önceliğimiz olmaya devam edecek” diyor yakınlarda yaptığı bir konuşmada. Bu güzel. Ama Avrupa Konseyinde yeniden denetim süreci, AB ile ilişkilerin dondurulmasını getirir. Bunun sonucu Türkiye’nin hukuki belirsizliklere açık bir ülke statüsüne indirilmesi demektir. Elbette bu durumun ekonomimiz üzerindeki etkisi yıpratıcı olacaktır.
Kaynaşan ummanları durultmak gerekiyor. Çare, zihinlerde ve zihniyette, kullandığımız kavramların asli manalarını kavramaktan ve hukuk ve demokrasiyi öne çıkarmaktan geçiyor.