15 Temmuz felaketine giden yolu vaktiyle teşhis edip ona göre bir tedbirler manzumesi üzerinde çalışmamak toplum olarak bir eksiğimiz. Bunun müsebbibi olarak sadece siyaset kurumunu işaret etmek haksızlık olur. Toplumda siyasete yol gösteren bir mekanizma oluşmamışsa siyasetin yapabileceği şeyler sınırlı kalmaya mahkûmdur. Öte yandan kusuru şahıslar üzerinden tartışmak da kolaycılık olur. Sadece şahıslar değil teker teker kurumlar üzerinden tartışmak bile aynı yere çıkar. Meclisi, istihbarat birimlerini ya da toplumun sosyolojisini algılaması gerektiğini düşünebileceğimiz üniversiteleri ve siyaset kurumunu yalnız başına eleştirmek yetmez. Meselenin daha derinlerde olabileceğini de gözden uzak tutmamak lazım.
Şunu not etmezsek hakkaniyete uygun davranmış olmayız. Kusur kimde ve nerede olursa olsun bu felaket karşısında milletimizin tavrı istikbalimiz için ümitvar olmaya devam edebileceğimizi gösteriyor. Bugün rahmetle andığımız 250 şehidimiz var ama o gün sokağa çıkan herkes ölüm korkusunu yenmiş kahramanlar olarak zikredilse yeridir. Bu insanlar bir haksızlığa elleriyle dur demek gerektiğini kavramış fedakârlardır.
Önce bizi 15 Temmuza götüren virüsün bünyeye nasıl yerleştiğini tespit etmek zorundayız. Bunun sebeplerini kişilerden bağımsız olarak ele almazsak hata yapmış oluruz. Mesele bünyeden bu ölümcül virüsü temizlemekten ibaret değildir. Elbette virüsün temizlenmesi önemlidir. İsterseniz kanserli hücre benzetmesi de yapabilirsiniz. Kanserli hücreyi temizlerken sağlıklı hücreleri bir daha geri dönülmez bir biçimde tahrip etmekten kaçınmak esas olmalıdır.
Şu andaki hukuk uygulamaları sağlıklı hücrelerin kalıcı tahribine yönelmiş bir manzara arz etmektedir. Ağır hak ihlalleri, tutukluluk süresinin bir cezalandırma yöntemi gibi kullanılması, iddianamelerdeki gecikmeler ve tutarsızlıklar gelecekteki sancılarımız olmamalı.
Kılıçdaroğlu’nun Ankara-İstanbul yürüyüşünün ilgi görmesi biraz bu yüzden değil midir? Bazı haksız uygulamalar var, Allah buna razı olmaz. Kılıçdaroğlu’nun mitingine katılan sakallı dedeyi oraya sürükleyen saik ne ola ki diye düşünmemiz gerekiyor. Bakmayın siz bu yürüyüşün ve ardından gelen mitingin siyasi bir güce dönüşeceğini sananlara… CHP’nin organik yapısı buna müsait değil… Adaletin işleyiş tarzındaki eksikliklere dikkat çekmek başka, siyasi güç devşirme işi başka…
Yeni Şafak’tan Kemal Öztürk, “FETÖ neden tam olarak çözülmüyor?” ve “FETÖ ile mücadelede yeni yöntem ihtiyacı” başlıklı iki yazıda benim yukarda temas ettiğim sıkıntıları dile getiriyor.
Fakat iş bünyeden bu virüsü temizlemekle, kanserli hücreleri yok etmekle bitmiyor. Asıl iş bünyeyi bir daha bu tür virüslerin musallat olamayacağı şekilde tahkim etmektir. Önceki yazılarda ulus devlet anlayışının ve onun getirdiği özgürlük kıtlığı ve katı laiklik uygulamalarının devlet bünyesini zaafa uğrattığından söz etmiştik. Düşünce, medya, teşebbüs ve örgütlenme özgürlüğüne getirilen kısıtlamaların FETÖ türü yeni yapılanmalara yol açması kaçınılmazdır. Bu bizim yakın tarihimizde tecrübe ile sabittir. O halde bundan sonrasında hamâsete biraz ara verip bu konuları nasıl ele aşacağımızı düşünmek zorundayız. İradesini kayıtsız şartsız başka ellere teslim edebilen çocuklar yetiştiriyorsa bu sistem, değiştirmek zorunda olduğumuz bir şeyler yok diyebilir miyiz? Yıldıray Oğur’un “15 Temmuz Darbesinin Arkasında Kim Var?” başlıklı yazısı iradesini, aklını, fikrini başkalarına teslim eden subayların hikâyeleriyle dolu… Kısacası sistemi değiştirmezsek yeni FETÖ’lerle karşılaşmak kaçınılmaz olabilir.
Sistem değişikliğini çalışmak zorundayız. Fakat bunun temeli özgürlüklerdir. Bunu hangi çerçevede hayatımıza dâhil edeceğimize dair bugüne kadar tembel davrandık. Bir imkân Avrupa Birliği idi. O da elden kaçar gibi. Kendimiz normlar üretemeyince AB normlarına sarılmak gibi bir duruma düşmek üzüntü verici olsa da hiçbir esasa dayanmamaktan daha iyi olduğunu teslim etmeliyiz. AB’nin niçin önemli olduğunu bugünlerde daha çok anlıyoruz.
Avrupa Parlamentosunun Türkiye ile müzakerelerin askıya alınması yolundaki tavsiye kararı 15 Temmuz yazıları sebebiyle bu satırlarda yeterince kendine yer bulamadı. Fakat bu karar çerçevesinde söylenecek çok şey var.
15 Temmuz bir destan mıydı? Evet… Hamâset dolu konuşmalar gerekiyor mu? Evet… Fakat bir yere kadar. Hiç değilse hamâsetle birlikte biraz da tefekkür…
Allah’ın 15 Temmuz şehitlerini rahmetiyle kuşatmasını dileyelim.