Üniversitelerimiz yeni öğretim yılına başladı. Yüksek öğretim hayatımız açısından ümit ve kaygıların çok yoğun olduğu bir dönemden geçiyoruz.
Ümitlerimiz yoğun, çünkü bilim dünyamız her geçen gün ideolojik bakış açısını bir yana bırakıp bilimsel kriterleri esas alan bir yapıya kavuşuyor. Bu noktanın ne kadar önemli olduğunu 28 Şubat uygulamalarına bakarak görebiliriz. O dönemdeki yanlışları bugün savunan bile kalmadı neredeyse. Utanarak hatırlayacağımız bir örnek olarak, 2007 ilkbaharındaki 367 kararının arkasında toplu olarak duran, Prof. Erdoğan Teziç başkanlığındaki YÖK Genel Kurulu’nun kararını zikredebiliriz.
Özgür üniversite ve bilim alanı en büyük güvencelerimizden biridir. Bunun önemini kavramak zorundayız. Evrensel kriterler bizim için tek hedef haline gelmelidir.
Toplum olarak en önemli zenginlik kaynağımız elbette insan gücümüzdür. Şimdi mühim olan bu insan gücünü “eğitilmiş insan gücü” haline getirebilmektir. Sayısı 170 dolayındaki üniversitelerimiz bu önemli iş için her geçen gün daha da donanımlı hale gelmek durumundadır.
Bütçeden araştırma ve geliştirme harcamalarına ayrılan pay milli gelire oranla her geçen yıl artmaktadır. Dünyada bundan sonra edineceğimiz yer, katma değeri yüksek ürün ve hizmet ortaya çıkarabildiğimiz ölçüde iyileşecektir. Bunun için de lisans üstü çalışmalarına daha çok önem vermek zorundayız. İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü’nün bu konuda örnek olması en büyük dileğimizdir.
Mesleki eğitim elbette çok önemlidir, ama unutulmaması gereken bir hususu belirtmeden geçmeyelim. Bu konu eğitim camiasının bir meselesi olduğu kadar bizzat işletmelerin kendilerinin ve meslek örgütlerinin de bir meselesi olarak algılanmak zorundadır.
Değişim her alanda bizi bildiklerimizi gözden geçirmeye zorluyor. Eskiden fakülte koridorlarını dolduran yüzlerce dolaptaki bilgiyi bugün bir tek CD’ye sığdırmak mümkün. O halde üniversite yerleşkelerinde hantal bina yapmaktan vaz mı geçsek acaba? Rektörlerimize konuya bu açıdan bakma önerisi getirsek çokbilmişlik etmiş olur muyuz?
Sıralamaya kalkınca, hem ümide hem kaygıya yer çok.
12 Eylül darbesi anarşiyi bitirme iddiasındaydı, ama pek çok yanlış uygulamaları ve özgürlük alanını sıfıra indirgemiş olması, başımıza büyük bir terör belası sardı. Zaten ideolojik bakış açısından bunalmış durumdaki üniversitelerimiz de bu sarmalın içine iyice düştü. O dönemin ürünü Yüksek Öğretim Kanunu’nun amaç maddesini hatırlarsak ne demek istediğimiz daha sarih bir şekilde ortaya çıkar. Olmayacak işler o dönemde oldu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi, darbenin lideri ve anayasayı ortadan kaldıran Kenan Evren’e, yanılmıyorsam 1989 yılında, fahri doktora unvanı verdi. Doğrusu, böyle bir işe katkısı olan İstanbul Üniversitesi’ndeki herkesin, hesabını veremeyeceği çok ağır bir sorumluluğu vardır ve bu kişilerin üniversitelerde yeri olmamak gerekir.
Şimdi bütün bu güçlükleri yenmek için önümüzde bir fırsat var: Anayasa değişikliği. ‘Nasıl bir anayasa’ sorusuna cevap bekleyeceğimiz ilk yer üniversitelerdir. Evrensel ölçütler ortada olduğuna göre cevap da zor değil aslında. Peki üniversite ile ilgili bir madde olsun mu yeni anayasada? Bu soruyu da üniversiteler cevaplamalı. Bizim bir özgürlükler anayasasına ihtiyacımız olduğu apaçık ortada.
Benim gönlümden EXPO 2020 kararının verileceği Mart 2013’e kadar Anayasa değişikliğini yapmış bir Türkiye geçiyor. Sizin?