Size de zaman zaman farklı kişi ve gruplardan telefon mesajları geliyor mu? Bayramlarda ve diğer bazı muayyen günlerde gelen bu iletilerdeki çeşitliliğe şaşmamak mümkün mü? İnsanlar ne kadar orijinal ifadeler buluyorlar, bayılıyorum.
Bu mesajlardan biri de “üzülme… Allah bizimle…” mealindeki bir ayet… Allah kendi rızasına muvafık iş yapan bir kimsenin ya da topluluğun yardımcısıdır elbette. Hz Peygamberin, Medine yolundaki mağarada Hz. Ebubekir’i kaygıdan kurtarmak için söylediği bu güzel ifadeyi bana gönderenler, hem kendilerini hem beni Allah’ın sevgili kulları yerine koymuş oluyorlar. Gönderenleri bilemem, ama ben bu sıfatı hak edenler zümresine dâhil olmak için ne yaptım diye kendimi hesaba çekince işimin bir hayli zor olduğunu görüyorum. Eğer mesajı gönderen kişi kendisini ve beni kastederek ‘Allah bizimle’ diyorsa durum budur. Yok, eğer bir topluluğu kastederek gönderiyorsa o topluluğun “Allah bizimle…” demeye hakkı olması için bazı şartların yerine gelmesi gerekmez mi? “Allah bizimle…” desek bile işin hakikatini araştırıp ‘acaba gerçekten biz Allah yolunda kimseler miyiz’ diye bir muhasebe içinde olmamız icap etmez mi?
Bu güzel sözün muhatabı olan toplulukların bazı kriterlere göre değerlendirilmesi gerekir. Kriterleri tayin etmek kolay değil. Aklıma gelen bazı hususlar var yine de. Bunlardan biri İslam’ın önemli bulduğu beş prensip: Canın muhafazası, malın muhafazası, dinin muhafazası, aklın muhafazası, neslin muhafazası.
Bunların hepsini ele almak mümkün değil. Burada özgürlüklerle ilişkisi olduğu için dinin korunması üzerinde durabiliriz. Eğer dinin korunmasını genel olarak özgürlüklerin korunması olarak ele alacak olursak karnemizin ne kadar zayıf olduğunu söylemek zorunda kalırız. Osmanlılar parlak dönemlerinde bir başka ülke ile harbe girmeden önce “i’lâ-yı kelimetullaha mâni bir hal var mı?” diye bakarlarmış. Yani ‘özgürlüklerde bir kısıtlama var mı yok mu’ sorusuna cevap ararlarmış önce. Şeyhülislamın bu yönde fetvası varsa harp meşru, değilse gayr-ı meşru addedilirmiş. Biz özgürlükleri böyle yorumlamayı hiç düşünmedik, başkaları bu haklardan yararlanmaya kalkınca yasaklar soktuk devreye… Hala Türkiye’de her şeyin serbestçe tartışılabileceği bir atmosferi temin etmiş değiliz. Tartışmadıkça gelişmenin olmayacağını kavrayamadık. Tartışmanın tehlikelerle dolu bir yola girmek olduğunu düşünenler varsa istediğiniz iklimi yaratmak mümkün olmaz elbette. Bugün entelektüellerin ve üniversitelerin suskunluğunda, tembellik kadar özgür bir ortam yaratamamanın da etkisini göz ardı edemeyiz. . ‘AB ilkelerine ihtiyacımız var’ demek zorunda kalan bir Müslüman toplumun İslam’ın hayatın her şubesini düzenleyen prensipler etrafında bir kaygısı olduğunu söyleyebilir miyiz? Allah bizimle diyebilmek için bu konuları daha çok çalışmamız gerekmez mi?
Allah ile aramızdaki sözleşmeye ne kadar sadık kalıyoruz acaba? İnsanlar elest bezminde verdiği sözü unutur belki diyerek her gün beş kere sözleşme yenilemeye davet ediyor Yaratan bizi. Teker teker her birimiz bu sözleşmenin muhatabıyız. Ayrıca içinde yaşadığımız toplum da bu sözleşmeye taraf.
Gelelim malın korunması ile ilgili husussa. Bir toplum faiz belasıyla uğraşıyor ve tasarruf araçlarını geliştiremiyorsa ve rüşvet alabildiğine yayılmışsa mal korunmuyor demektir. ‘Kahrolsun faiz’ demekle bir yere varılamayacağını ne zaman anlayacağız? Faiz yüksekse kötü, düşükse iyidir mi diyeceğiz? Gerçek bir faizsiz ekonomi için kaç deneme yaptık, pratikte uygulanabilir ve faizin fonksiyonunu icra edebilir bir çalışma mı koyduk ortaya? Koyanlara kulak mı verdik? Helal ve haram kavramlarını yozlaştırmadık mı? Kamu ihalelerinde çevrilen dolapları bilmeyenimiz kalmadı. Peki, bu haram helal kavramlarının lügatimizden çıkarıldığını göstermez mi? Allah bizimle diyebilmek için bu konuları daha çok çalışmamız gerekmez mi?
Müslümanlar olarak ortaya çok iyi örnekler koyup tebliğ niyetine başka toplulukları kendimize hayran mı bıraktık? Bugün dış dünyadaki Müslüman algısı bizleri memnun edecek düzeyde mi? İslam’ı terörle özdeşleştiren bir anlayış var. Hiç değilse biz de demokrasimizle, özgürlük anlayışımızla, iş ahlakımızla, hukuka verdiğimiz önemle dünyaya örnek olabilsek ya… Allah bizimle diyebilmek için bu konuları daha çok çalışmamız gerekmez mi?
‘Devlet olmadan kurumsallaşma olmaz’ anlayışı Müslümanların ta içine işlemiş. Hele son on beş yılın verdiği rehavet… Devletten bağımsız kaç tane araştırma merkezi kurduk? Bir enstitüleşme gayreti içinde mi olduk, dünya çapında kaç uzman yetiştirdik? İmrenilecek bir toplum mu yarattık? Cami ve hayır işlerine olanca gücüyle destek veren iman sahibi ve iyi niyetli kişilerin önüne, sivil araştırma merkezleri ve enstitülere de destek versinler diye projeler mi koyduk? Eğitim sisteminin mevcut karmaşasını aşabilecek yol göstericiler vardı da ben mi duymadım? Sadece şu son dönemlerde orta eğitime ve yüksek eğitime giriş meselesinde yaşanan karmaşa bile bu gibi konularda ne kadar hazırlıksız olduğumuzun en iyi göstergesi değil mi? Allah bizimle diyebilmek için bu konuları daha çok çalışmamız gerekmez mi?
Bugün şikâyet ettiğimiz dikine yapılaşmayı ve çarpık şehirleşmeyi önleyelim diyoruz ama bunu nasıl yapacağımıza dair temel prensipler üzerinde hiç kafa yormadık. Belli ki yüksek binalar yerine düşük katlı binalar yapınca işin hallolacağını sanıyoruz. Şehirleşme adına sadece bina yaptık fakat Müslümanca bir hayatın şehir boyutunu hiç hesaba katmadık. Varsa yoksa rant diyenleri toplumun makbul kişileri sınıfına koyduk.
İslami hayatı namaz ve oruç gibi ibadetlerden ibaret sandık ancak ahlak bahsi açılınca Batıdan ve Japonya’dan örnekler vermek zorunda kaldık, kalmadık mı?
Tarihimizin parlak dönemlerini anlatıp teselli bulduk, fakat o ruhu elde etmek için kılımızı kıpırdatmadık. Aşırı övgü ile aşırı sövgü arasına sıkışmış bir tarih anlayışına kucak açtık. Son örneği Cumhuriyetin kurucu kadrosu üzerinde cereyan eden tartışma. Gele gele geldiğimiz nokta yürek yakıcı değil mi?
“Üzülme… Allah bizimle…” diyenlerin iyi niyetinden şüphemiz olamaz. İslam’a inanan fakat İslam’ın günümüzde nasıl yaşanacağına dair hiç kafa yormayan bir topluluğuz biz. Onun için yaptığımız iyi işlerden ziyade imanımız dolayısıyla Allah’ın bizimle olmasını ummak durumundayız.
“Gayret bizden, tevfik Allahtan” sözü de “Üzülme… Allah bizimle…” ifadesiyle benzerlik arz ediyor. Sizce yeterli gayreti gösteriyor muyuz?