Bir Erbakan mütehassısı değilim. Onunla birlikte çalışanlardan da değilim. Bazısı İzmir’de, bazısı Altınoluk’ta sabahtan akşama kadar süren birkaç toplantıda yüz yüze gelmişliğim ve sohbet etmişliğim var sadece.
Ben Teknik Üniversite’ye başladığımda Prof. Dr. Necmettin Erbakan Hoca yeni ayrılmıştı Üniversite’den. Dolayısıyla onun talebesi olma fırsatını kaçırdım. Yanlış hatırlamıyorsam ben öğrenciyken Gümüşsuyu’ndaki binada odasının kapısında ismi hala duruyordu.
Hoca ile yakın temasım yoktu ama yapıp ettiklerini her zaman yakından takip ettim. Odalar Birliği mücadelesini ve 12 Ekim 1969’da yapılan seçimleri merakla takip ettiğimi hatırlıyorum. Üniversiteye yeni başlamıştım. Bir grup arkadaşla seçim sonuçlarını tartışıyor ve o gün çok kullandığımız bir tabirle mukaddesatçıların çıktığı bu yeni maceranın neler getireceğini irdeleyip duruyorduk. Kimi Erbakan’ı hararetle savunuyor, kimi mevcut birikimi bu siyasi maceranın yok edip bitireceğini öne sürüyordu.
Ben Erbakan’ın izlediği yolun ne kadar önemli olduğunu hemen herkesin sonraları çok daha iyi kavradığını düşünüyorum. Türkiye’de herkesin idealleri uğruna yeraltı faaliyeti değil açık mücadele yapması gerektiğini anlatmış oluyordu Erbakan Hoca. İslam ülkeleri tabirini kullanmaktan hoşlananlardan değilim ama burada meramımı anlatmak için bu tabiri kullanmam gerekiyor. Bu ülkelerin pek çoğunda gizli örgütler, hedeflerini gizleyerek faaliyet gösteren kuruluşlar az değil. Oysa Erbakan ideallerini mevcut kanunlar çerçevesinde gerçekleştirmeyi temel umde kabul ederek çıktı yola. Gizli kapaklı örgütlenmelerin önünü kesti. Kurduğu dört partiyi kapatan zihniyet bu inceliği kavrayamadı. Bu anlamda Erbakan tam bir demokrattı. Bağlılarına da bu yoldan sapmamaları gerektiğini yapıp ettikleriyle gösteren bir şahsiyetti.
Burada yapıp ettiklerimizden sorumlu olduğumuz kadar yapıp etmediklerimizden de sorumlu olduğumuzu hatırlamamız gerekiyor. Bu konuyu ele aldığım bir yazı olduğu için detaya girmiyorum ama şu sıralar yapıp etmedikleriyle muaheze edebileceğimiz ne çok insan olduğunu hatırlamadan da yapamıyorum. Yapıp ettiklerinin hakkı verilmemiş kimselerin burukluğunu da anlamaya hazırım. Erbakan yapıp etmenin, haksızlıklara karşı durmanın mümessiliydi. Eliyle, diliyle, kalbiyle, bütün varlığıyla yürüttü mücadelesini.
Kurduğu dört parti haksız ithamlarla kapatılırken, O, asıl itham sahiplerinin bu millete kötülük ettiklerini bile nezaketinden dile getirmeyecek kadar ince bir insandı. Partileri kapatılsa bile siyasi mücadeleyi yasal çerçevede sürdürmekten hiçbir zaman vazgeçmedi. Bağlılarına da hiçbir zaman başka bir yol olduğundan bahsetmedi. Bu manada Türkiye’nin gelmiş geçmiş en demokrat insanıydı.
Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ı başka bir yönüyle daha anmak lazım… Türkiye’de insanların ‘adil’ bir düzene olan hasreti onun şahsında ve söyleminde dile geldi. Sadece faize karşı çıkmanın adil bir düzen için yeterli olmadığını anlamıştı. Adil düzen söylemi bu tür kaygıların eseriydi. Onun da esası İzmir’deki Akevler bünyesinde yapılan çalışmalara dayanıyordu. Rahmetli Erbakan’dan başka buna inanan da pek olmamıştı parti içinde. Erbakan bile ortaya konulan projeyi kısmen anlatıyordu. Meseleye sadece faiz meselesi olarak bakılmıyor, ‘yeni bir düzen nasıl tesis edilir, bunu Kur’an’ı esas alarak nasıl şekillendirebiliriz’ düşüncesiyle yaklaşılıyordu. Bazı uygulamalar da yapıldı. Başarılı olan noktalar da vardı, hayali bulunan noktalar da. Yapılan çalışmalar kitaplar haline de getirildi. Onlardan biri “Alternatif faizsiz banka-selem ve kredileşme” adını taşıyor. Ancak bu çalışmaların daha uygulanabilir, anlaşılır ve estetik bir yapıya bürünmüş haline ihtiyaç olduğunu söylemem gerekiyor. Erbakan, “elbette İslam’a inanıyoruz, ama bununla yetinemeyiz, onu anlamak ve bugünün dünyasında demokrasi anlayışı içinde nasıl tatbik edilebilir diye düşünmek ve bilimsel çalışmalar yapmak zorundayız” şeklinde özetlenebilecek bir anlayışa sahipti. Hayatın her şubesini kucaklayan, her alandaki örgütlenmenin nasıl olacağını açıklayan, temsil mekanizmasının hangi yöntemle belirleneceğini izah eden bir düzeni öngörüyordu üzerinde çalışılan sistem. İzmir’de ve Altınoluk’ta adil düzen nasıl daha iyi anlatılabilir diye yapılan uzun toplantılardaki dikkatine ben de şahit olmuştum.
12 Eylül sonrasında Refah Partisindeki yenileşme ve gençleşmenin yolunu açarken de geleceği iyi okuyan bir siyasetçi portresi çıkıyor karşımıza. 28 Şubat Erbakan’ın önünü kesti belki ama onun başlattığı siyaset anlayışı çok geçmeden Türkiye’nin kaderine damga vurmaya başladı.
14 Mayıs 2000 Fazilet Partisi kongresinde genel başkan adayı olan Abdullah Gül, kongrede aday olacağını önce Erbakan Hoca’ya söylüyor. “Bunu benden duyması en doğru olanıydı” diye anlatmıştı Abdullah Bey. O kongrenin Ak Partiye giden yolda en önemli dönemeçlerden biri olduğu herkesçe kabul edilen bir vakıa. Fazilet Partisi kapatıldıktan sonra kuruldu Ak Parti.
Bugün “Sivil öldürecek olsak Cihangir’den başlarız, Nişantaşı, Etiler, değil mi? Bir sürü hain var, Türkiye Büyük Millet Meclisi var…” diyen sivri akıllılar var ama çok değil. Erbakan işte bu anlayışın değil demokrasi fikrinin yerleşmesinde öncülük etmiş bir şahsiyettir.
Siyaset içinde çözüm ve adil düzen fikri Erbakan’ın Türkiye’ye yaptığı en büyük iki iyilik desek yeridir. Allah rahmet eylesin…