Yeni bir yıla girerken fırsatlar ve zorluklar bize eşlik ediyor. Fırsatları değerlendirmek, zorlukların üstesinden gelmek elimizde… Evet, elimizde ama hepsinin tâbi olduğu ön şartlar mevcut.
Önümüzde yerel seçimler var. O halde oradan başlayabiliriz. Seçimleri bir kavga unsuru olmaktan çıkarıp hizmet anlayışı üzerinden tatlı bir rekabete dönüştürmek niye mümkün olmasın… Seçim ittifakları da söz konusu olduğuna göre ayrıştırıcı bir dil kullanmak yerine neyin nasıl hayata geçirileceğini tartışmak, geleceğimizi aydınlatmak bakımından daha yararlı olmaz mı?
Çarpık yapılaşma kentlerimizin başta gelen sorunlarından biri. Bu sorundan kurtulmanın yolu betondan kuleler dikmek olmamalı. Çarpık yapılaşmadan kurtulalım derken daha da çarpık bir gidişata mahkûm olmamalıyız. Kentlerimize şehir hüviyeti ve bir şahsiyet kazandırmak yani medenileştirmek zorundayız. Rant bölüşümünü ortadan kaldıracak bir anlayışa muhtacız. Kamu hukukunun bu noktadaki eksikliklerinin dile getirilebildiği bir seçim süreci hayal etme hakkımızı saklı tutmayalım mı?
Seçim kazanmak için kendi sempatizanları dışındaki herkesi ötekileştirmeyi yanlış bulanlardanım ben. İnsanları bir takım unsurlarla korkutmak ve böylece kendi müspet taraflarından ziyade başkalarının menfi tavırlarını öne çıkararak seçim kazanmak sürdürülebilir başarının anahtarı olmasa gerek. Daha önce de yazdım, seçmenleri belirli kutup noktalarına savurmak insani de değildir, ahlaki de değildir. İslam’ın ‘kalbleri kazanmaya bakın’ ilkesine de uygun değildir. Ne diyordu Yunus: “Bir kez gönül yıktın ise,/ Bu kıldığın namaz değil,/ Yetmiş iki millet dahi/ Elin yüzün yumaz değil.”
Türkiye büyük bir ülke… İnsanlarımız geçmişiyle övünmekle yetinemez. Geleceği düşünmek zorunda… Bunun birkaç önemli ayağı var. Daha çok üretmek… Daha çok üretmek için sağlam bir hukuk nizamına sahip olmak… Yüz yüze olduğu sorunların cesaretle üstüne gitmek… Mesela burada çok kereler değindiğim Kürt sorununu süpürüldüğü halının altından gün yüzüne çıkarıp hukuk ve demokrasi havuzunda yıkamak… Bunlar istikbalimizin parlak bir şekil alması için üstesinden gelmek zorunda olduğumuz sorunlar değil mi? Burada bütün sorunlarımızı sayamam, ama detaylara girmeden sade bir şekilde eğitim demeden de yapamam.
Bir türlü kararlı hale koyamadığımız faiz, enflasyon, döviz değerleriyle sağlıklı bir üretim iklimi elde etmenin güçlüğü ortada. Günübirlik tedbirlerle, kalıcı olmayacağı açık vergi indirimleriyle, ne zaman yürürlüğe gireceği meçhul ama beklentisi yüksek borç ertelemeleriyle, ne rekabetçi bir ortam yaratılabiliyor ne de üretimin sürekliliği sağlanabiliyor.
Ak Parti’nin ilk yıllarında Avrupa Birliği yolunda atılan adımlar Türkiye’nin hukuk sistemi üzerinde de bir güvence oluşmasına yol açmış, böylece ülkemize döviz akışında hiçbir sıkıntı yaşanmamıştı. Türkiye’nin hukuken öngörülebilir bir ülke olacağına dair inanç yerli yabancı her kesimde iyice yer etmişti. Bu hususların çok verimli bir sonucu hâsıl oldu: İnsanlarımızın her alanda kendine güveni zirve yapmıştı. Şimdi öyle mi ya? Kısacası daha çok üretim için bile daha çok hukuk…
The New York Times gazetesinin 2 Ocak tarihli nüshasında çıkan bir yazı var. “Varlıklı ve yetenekli Türkler ülkeyi terk ediyor” şeklinde bizde de haber oldu. Bunları mı duymalıydık biz… Üzüntü verici… Bu yazıda haklarındaki iddiaları Ülker Grubu yalanlamış olsa da bir göçün varlığı inkâr edilemez. Ben de sözü edilen konuyu, endişelerimi dile getirmek için daha önce bu sütunlara taşımıştım. 2017 ve 2018 Eylül aylarında burada çıkan yazılarımın birinin başlığı “Göç var…” diğerinin “Okumuş çocuklar ülkeyi neden terk ediyorlar diyenler var… Sebep soru sahiplerinin tavrı mı acaba?” şeklindeydi.
The New York Times gazetesi, çelik sektöründe faaliyet gösteren Türk iş adamı Fuat Tosyalı ile de bir görüşme yapmış ve bunu 31 Aralık tarihli sayısında yayınlamıştı. Fuat Bey, yaşanan ekonomik türbülansı geçici olarak görüyor ve yatırımlara devam edeceklerini söylüyor. Bunun da bizim medyada haber olarak yer aldığını belirtelim.
Yukarda sıraladığım sorunları sadece ben dile getirmiyorum elbette. Cumhurbaşkanımızın sır katibi ve en yakınındaki isimlerden, Mücahit Bey diye seslenmeye alışık olduğumuz Ankara Milletvekili Ali İhsan Arslan kendi internet sitesinde hukuk vurgusu yapıyor. “Büyük sıçramaya doğru” başlıklı yazısından okuyalım:
Artık hepimiz biliyoruz ki, hukuka ve yargıya güvenin yeniden tesis edilmesi, Türkiye’nin çözüm bekleyen en önemli meselesidir. Önce vesayet odaklarının daha sonra da FETÖ mensubu cübbeli militanların, ülkemizdeki yargı sistemine ve adalete nasıl yıkıcı bir darbe indirdikleri tüm vahametiyle ortadadır. Bu durumun trajikliğini, siyasi yelpazenin en solundan en sağına kadar toplumdaki tüm kesimler artık gayet iyi biliyorlar.
Ali İhsan Arslan’ın ilginç tespitleri var. Ak Parti’nin özellikle ilk sekiz yıldaki reformcu karakterini ve diğer başarılarını sıraladıktan sonra, yukarda değindiğimiz ötekileştirme anlayışına da eleştiriler getiriyor ve şöyle diyor:
Bunun yanı sıra, elbette olumsuzluklar ve eksiklikler de oldu. Örneğin, bir zamanlar iktidardan dışlanmış kesimlerin, gücü ele geçirdiklerinde toplumun tüm kesimlerini kuşatıcı bir tavır sergilemeyi unutabildiklerini gördük. İktidar sarhoşluğunun etkisiyle şımarıklık ve kibir belirtilerine de şahit olduk. Fetullahçı terör örgütünün oyunlarının ve gerçek yüzünün zamanında fark edilememiş olması da, pekala bir eksiklik olarak nitelenebilir.
Bu ifadeleri başkası dile getirseydi sanırım epey başı ağrırdı. Ali İhsan Bey ekonomi ile hukuk ilişkisini kurmayı da ihmal etmemiş:
Adalet ve hukuka güvenin tesisi, sadece toplumsal huzur değil ekonomiye etkisi açısından da ehemmiyet arz ediyor. Adalete güveni tesis etmek, Türkiye’nin ekonomik olarak yeniden ivme kazanmasını sağlayacak bir kıvılcım işlevi görecektir.
Ali İhsan Beyin hukuk vurgusunu öne çıkardığı son bir sözü var:
İçinde bulunduğumuz süreçte adalet ve hukuka olan güveni tesis etmenin, kıvılcım işlevi görebileceğini, ülkemizin gidişatına olumlu yönde güçlü bir ivme kazandıracağını düşünüyorum.
Bir şeyi atladık mı dersiniz? Liyakati… O da hukuka saygıyla sağlanır diyeceklere itirazım olamaz… 2019’un ilerde hukuk ve liyakate verilen ehemmiyetle hatırlanacak bir yıl olmasını dileyelim. “Yok bu şehr içre senin vasfettiğin dilber, Nedim/ Bir peri-suret görünmüş bir hayal olmuş sana” diyeceklere karamsarlığı bırakın demek istiyorum.