Sokak röportajlarını ilginç bulur musunuz? Ben biraz şüpheyle yaklaşırım doğrusu. Çünkü soruyu soran istediği şekilde tanzim edebilir cevapları diye düşünürüm. Kendince beğendiklerini dâhil eder kayıtlara, beğenmediklerini siler atar diye bakarım. Bu belki de yanlış bir kanaat. Elbette her konuşma bu şekilde tanzim edilir demek istemiyorum. Biraz uzak duruşumun sebebini izah babında yazdım bunları.
Bugünlerde “kime oy vereceksiniz” sorusu etrafında çok şaşırtıcı sokak röportajları var youtube kanalında. Partisini hiçbir şeye aldırmadan savunan da var, üyesi olduğu partiye kızan da var. Savunanlar bugüne kadar yapılanları görmezden gelmek doğru değil derken kızanlar daha çok hayat pahalılığı ve işsizliği gündeme taşıyorlar. Seçim sonuçlarını bu kısa söyleşilere bakarak kestirmek zor elbette… Yine de burada seçim sonuçlarının ipuçlarını arayanlar yok değil.
Bir arkadaşım eski bir sokak röportajının video kaydını göndermiş bana. Baktım, 2011 yılında yayınlanmış. Kayıt tarihi de aynı mı, bilmiyorum. Muhabir soruyor: “Mısır piramitlerinin Türkiye’den kaçırıldığı ortaya çıkarılmış. Bu tip tarihi eser kaçakçılığı konusunda ne düşünüyorsunuz?” Bana gelen kayıtta, cevap verenler arasında soruya itiraz eden yok. Cevap verenlerin çoğu üzüntülerini belirtiyorlar ve niçin gerekli tedbirler alınmıyor gibi serzenişler dile getiriyorlar. “Hangi yolla kaçırılmış olabilir” sorusuna da deniz yoluyla diyenler daha çok. Muhabiri de kutlamak lazım, cevapları gülmeden, sakince dinliyor. En ilginç cevap son kişiden geliyor. Çokbilmiş bir arkadaş anlaşılan, kanunların yetersizliğinden, kaçakçıların sahte pasaportundan falan dem vuruyor. Sonra muhabir soruyor: “Peki, nasıl taşınmış olabilir sizce piramitler?” Cevap yine bilgiç tavırlarla dökülüyor ortaya: “Piramitler bana kalırsa büyük ihtimalle deniz yoluyla” Muhabir, bilerek mi bilmeyerek mi anlayamadım, can alıcı soruyu patlatıyor: “Peki, sizin mesleğiniz ne?” Gururla cevap veriyor arkadaş: “Tarih öğretmeniyim.”
2011’den bugüne bir şey değişti mi, bilmiyorum. Bizim eğitim sistemimizin içler acısı halini göstermek için iyi bir örnek olsa gerek bu piramit cevabı. Böyle öğretmenlerin yetiştirdiği öğrencilerin OECD sıralamalarına girmelerini bekleyemeyiz herhalde.
Kısa vadede sonuç alınamayacak yatırımların başında eğitim yatırımları daha doğrusu insana yapılan yatırım geliyor. Türkiye’nin bir türlü yoluna koyamadığı hususların başın çekiyor eğitim konusu. Ak Parti’nin bütün iyi niyetine rağmen çözemediği ve çözüm yoluna dahi sokamadığı eğitim konusunun MHP ile işbirliği içinde hiç çözülemeyeceği apaçık duruyor ortada. Mezara kadar işbirliği anlaşmasına bunun için itiraz etmiştim. Andımız tartışmalarında Bahçeli’nin tutumunu hatırlayın lütfen…
Takip ettiğim kadarıyla 16 senedir öğretmen yetiştirme programı yapıyoruz, daha doğrusu yapmak için çalışıyoruz. Son bir yıl içinde bir şey yapılabildi mi bilmiyorum, ama ortada hala işlerlik kazanmış bir program yok. YÖK, zaten bu işlerle meşgul değil ve mevcut üye yapısı, böyle bir meseleden haberdar olduklarına dair bir işaret vermiyor.
Eğitim kadar önemli bir başka husus hukuk anlayışımızdır. Hukuksuzluktan çok çekti bizim insanımız. Çok eskilere gitmeyelim. 27 Mayıs sonrasının katı laiklik uygulamalarından başlayabiliriz. O dönemde etrafta bol miktarda bulunduğuna inandığımız MİT mensuplarını teşhis etmek büyük hünerdi. Fişlenmekten çekinirdi herkes. 1970’ler de böyle geçti. Bir öğrenci olayında gözaltına alınmıştık. Bir hafta kalacağım Sirkeci’deki müteferrikaya götürülmeden önce Vakıflar yurdunun bir salonunda bir emniyet amirinin “burası bizim, şeriatçıysanız Arabistan’a, komünistseniz Moskova’ya, defolun gidin” hitabını hiç unutmadım. Takipsizlikle sonuçlandı bizim hareketimiz ama Emniyet kayıtlarından bu gözaltını sildirene kadar az çekmedik. Fişlenmiştik çünkü…
28 Şubat muamelelerine bizzat şahit olmuşluğum var. Çalıştığım üniversitede 28 Şubat öncesi zaten profesör olmuştum ve benim özlük haklarıma müdahale görünürde imkânsızdı. Sakarya Üniversitesinde 1994’te başladığım dekanlık görevi bitince Celal Bayar Üniversitesine döndüm. Orada idari görevlerden uzak tutuldum. Teklif etseler de kabul etmem mümkün değildi, çünkü beni hukuksuz uygulamalara alet edebilirlerdi. Refah-Yol Hükümetinin hükümet kontenjanından YÖK üyeliğim için yaptığı teklifi, Kemal Gürüz – Süleyman Demirel işbirliği sonuçsuz bıraktı. Fişlenmiştim zira…
Bana başka bir maddi zararı olmadı 28 Şubat’ın ama birlikte çalıştığım arkadaşlarımın özlük haklarına ilişkin inanılmaz hukuksuzluklara bizzat şahit oldum. Araştırma görevlisi kadrosundayken doçentlik sınavını başaran bir arkadaşımıza, bırakın doçentlik kadrosunu, öğretim görevlisi veya yardımcı doçent kadrosu bile vermediler. Gerekçe, MİT’in düzenlediği keyfi istihbarat raporlarında dinci olarak yaftalanmasıydı. Hiçbir yargı kararı olmadan nice insanı mağdur ettiler. Devletin yurtdışına doktora yapsın diye gönderdiği çocuklardan doktorasını alıp dönenleri kadrolara atamadılar. Sebep aynıydı: Şeriatçı olarak yaftalanmışlardı. Yargı kararı yoktu. O zamanın brifing alan yargısından bile böyle bir karar çıkmamıştı. Başörtüsü zulmünü herkes biliyor. Hukuksuzluğu en can yakıcı örnekleri o dönemdeydi.
Ben Ak Parti’nin Kürtlerle ilgili seçim stratejisini baştan beri yanlış buluyorum. Bunu da kaç kere yazdım. Şimdi haklarında hiçbir yargı kararı olmayan insanlar PKK’lı diye yaftalanıyor. Fişlenmiş bunlar. Dünkü haklı öfke nerde bugünkü çığırtkanlık nerde… Madem kanlı örgüt PKK ile irtibatı var bu insanların, nasıl oluyor da YSK bunların adaylığına onay veriyor, nasıl oluyor da İçişleri Bakanlığı birimleri bu insanlara “temiz, sabıkası yok” belgesi veriyor? Bu mantık, çözüm sürecinde olmadık riskleri alan ve samimiyetle Kürt meselesi hallolsun diye çırpınan Tayyip Erdoğan’ı da PKK’lı ilan edebilir. O süreçte Bahçeli bunu zaten yapmıştı.
Anayasa referandumunda Ankara ve İstanbul’da hayır oyları evet oylarından fazlaydı. Kürtlerin önemli bir kısmı da evet demişlerdi. Ekonomik sıkıntıların ve işsizliğin getirebileceği muhtemel oy kayıpları da söz konusu iken şimdi durmadan Kürtleri rencide ederek nasıl kazanacak Ak Parti Ankara ve İstanbul’da? Binali Bey işin farkında. Nasıl çırpındığını görüyoruz Kürtlerin oyu adına… Kürtlerin gönlünü almak için hala vakit var. Cumhurbaşkanımız bunu yapabilir…
28 Şubat mağduru Yeni Şafak gazetesinin şu manşetini görünce utandım doğrusu. 28 Şubat karanlığında Yeni Şafak gazetesine, lafzen olmasa bile mealen sırtını Suudilere dayadı diyenlere ne kadar kızıyorduk, öyle değil mi? Peki, yakıştı mı şimdi şu tavır? Süleyman Demirel, başörtülü kızlara gidin Arabistan’a dediğinde öfkelenmemiş miydik? Bu fişlemeleri doğru buluyor mu bir zamanların mazlum Yeni Şafak’ı? Taha Akyol, Yıldıray Oğur ve Akif Beki de bu işteki yanlışlığa dikkat çekenler arasında.
Bu konu çok can sıkıcı: Sadece bir örnek vereyim bu garip fişlemelere dair: Saadet Partili bir meclis üyesi adayı için yazılana bakar mısınız: “Örgüt mensuplarına kurye/işbirlikçilik faaliyetlerinde bulunabileceği tespit edildi.”
Ak Parti’ye zarar vermek için kasıtlı olarak yapılıyor diyesim geliyor. Güney Doğu’daki Kürt vatandaşların kalbini kırarak, Ankara ve İstanbul’daki Kürtleri hayal kırıklığına uğratarak mı seçim kazanacak Ak Parti? Yazık…
Artık siz karar verin öncelikli meselemiz eğitim mi, hukuk mu? Haa, yoksa yumurta tavuk hesabı mı? Daha önce bu konuyu iki yazı ile tartışmıştık burada. İlki Nasıl bir 2019? Baş meselemiz hukuk mu? Şeklindeydi. İkincisi Baş meselemiz eğitim mi yoksa? başlığını taşıyordu.
Burada sık sık uzun ya da kısa şiirler görüyorsunuz. Bugün sıra Orhan Veli’de.
Kuyruklu Şiir
Uyuşamayız, yollarımız ayrı;
Sen ciğercinin kedisi, ben sokak kedisi;
Senin yiyeceğin, kalaylı kapta;
Benimki aslan ağzında;
Sen aşk rüyası görürsün, ben kemik.
Ama seninki de kolay değil, kardeşim;
Kolay değil hani,
Böyle kuyruk sallamak Tanrının günü.