İnsan kendisi için neyin hayırlı olduğunu bilemez. Fakat kendince doğru bildiği işler için gayret etmek ve çalışmak zorundadır. Bunlar kişinin arzu ettiği gibi neticelenir veya neticelenmez. Hangisi olursa olsun hayır buradadır demek gerekir. Ben bunları kendi hayatı içinde denemiş bir insanım. 1999 Sakarya depreminden 28 Şubat’çılar kurtardı beni. Hikâyesi biraz uzun…
60’ların sonu ile 70’lerin başında Üniversite öğrencisi olan bizim nesle göre akademik kariyer yolu ideallerini hayata geçirmek isteyenler için en uygun mecra idi. Elimizden tutanlar ve bu yolda bizleri teşvik edenler vardı. İstanbul’da rahmetli Sabahattin Zaim, rahmetli Nevzat Yalçıntaş, Nevzat Kor pek çok arkadaşımızın ilim dünyasına katılmasında öncülük etti. İzmir’de bu işi canla başla yapan Ahmet Satoğlu ile beraber, şimdi rahmetli olmuş iki güzide insan daha vardı: Ekrem Pakdemirli ve Ruşen Gezici. Pakdemirli benim hocamdı. Onu vefatından sonra bir yazı ile yâd etme imkânı bulmuştum. Ruşen Hoca vefat edeli çok olmadı.
Benim Ege Üniversitesinde başlayan akademik hayatım, 1982 yılında YÖK’ün kurulmasıyla geçtiğimiz Dokuz Eylül Üniversitesinde devam etti. Doktoradan sonra doçent unvanını da aynı yerde aldım. Profesörlük için Dokuz Eylül Üniversitesinin verdiği ilana müracaat edecekken 1992 yılında Turgut Özal’ın gayretleriyle kurulan üniversitelerden biri olan Manisa Celal Bayar Üniversitesi’nin rektörü Ümit Arınç, 1993 yılında bana birlikte çalışmayı teklif etti. Mühendislik Fakültesi için bir Dekan ihtiyacı olduğunu söyledi. Bunun şahidi Prof. Tevfik Aksoy’dur. Dokuz Eylül Mühendislikteki arkadaşlarımız, bu teklife evet demem için beni teşvik ettiler. Buna bir sebep de Dokuz Eylül’de arkadaşlarımızın yönetim işlerinden uzak tutulmasıydı. Celal Bayar’da temeli sağlam atılmış bir oluşumun gelecek yıllar için çok önemli olduğu vurgulanıyordu. Ekrem ve Ruşen Hocaların Fakülteden ayrılıp Bakanlık ve Genel Müdürlük vazifelerine gitmiş olmaları, bu iki hocanın gayretleriyle bir yerlere gelmiş arkadaşlarımızı bundan sonra yeni arayışlar içine itiyordu.
Neticede ben Celal Bayar’da ilan edilen kadroya başvurdum ve öğretim üyesi olarak Manisa’ya geçtim. Aradan uzun bir süre geçmesine ve müteaddit defalar hatırlatmama rağmen dekanlık işi bir türlü olmadı. Sonradan anladık ki Rektör Bey, kendi meşrebinden, Mühendislik Fakültesi ile doğrudan ilişkisi olmayan bir başkasını dekanlık görevine getirmek istiyormuş. Öyle yaptı. Bu, beni huzursuz etti. Verdiği sözü tutmayan birisiyle bundan sonra nasıl çalışacaktım. Biz Üniversiteye alınacak kimseler için bazı kriterler koyalım, liyakati öne çıkaralım ve bu kriterleri sağlayamayanlarla işimiz olmasın derken, daha ilk günlerden meşrep kaygısı öne çıkıyordu. Kafam karışıktı.
Bu rahatsızlığımı haber alan Sakarya’daki eski arkadaşlarım konuyu Sakarya Üniversitesi Rektörü Ramazan Evren’e aktarmışlar. Ramazan Bey benim Teknik Üniversiteden sınıf arkadaşımdı ve ara sıra görüşüyorduk. Bana “kadron Manisa’da kalmak üzere Teknik Eğitim Fakültesine Dekan olarak atanman için YÖK’e teklif yazıyoruz” dedi. O sırada YÖK Başkanı Mehmet Sağlam idi. Tamam dedim ve Sakarya’ya geçtim. Manisa benim için ancak bir yıl sürmüştü.
Manisa’dan ayrıldığım sırada artık Ümit Arınç rektör değildi. Yerini Tuna Taner almıştı. Ancak bu olayın ilginç bir hikâyesi var. Seçim öncesi Ümit Bey, Cumhurbaşkanı Demirel’i ziyaret ediyor, Rektör adaylığından söz açıyor ve tavsiyelerini almak istiyor. Demirel, Ümit Beye “sen en çok oy alan olmaya bak, gerisini bana bırak” diyor. Ümit Bey, seçimde en çok oy alan olmayı başardı; ama Demirel, onu değil, Tuna Taner’i atadı. Bu 28 Şubat’a giden yolda Demirel’in ilk icraatlarından biri miydi? Muhtemelen… Daha sonra Ümit Bey, bana verdiği sözü tutmadığını hiç hatırına getirmeden, Demirel’i, verdiği sözü tutmadığı için çok eleştirdi. Etme bulma dünyası diyeceğim, dilim varmıyor… Veda için Rektör Tuna Taner’e gittim. Kalmam için ısrar etti; ama artık olan olmuştu. Ağustos 1994’te Sakarya’da göreve başladım.
28 Şubat anlayışı yavaş yavaş geliyordu. Sakarya’da dört başı mamur bir üniversite oluşturmaya çalışan ekip de dağıtılmalıydı. Rektörlerin iki yıllık kuruculuk dönemi sonunda seçimler yapılacaktı. Demirel, Sakarya Üniversitesinde de en çok oy alanı değil, 28 Şubat anlayışına en iyi hizmeti vereceğine inandığı kimseyi Rektör olarak atadı. Sakarya’da da Ramazan Evren böylece devre dışı bırakılmış oldu. Sabahattin Zaim Hoca da o sırada İİBF Dekanı idi. Hem Hoca hem ben, dekanlık görevlerine, bırakalım düşüncesiyle başladığımız arkadaşlar arası istişare toplantısı neticesinde, dönem sonuna kadar devam etme durumunda kaldık.
Biraz uzadı. Şimdi yazının depremle ilgili bölümüne gelmek istiyorum. Üç yıllık dekanlık görevim bitince, kadromun bulunduğu üniversiteye, yani Celal Bayar Üniversitesine dönmem gerekiyordu. Evi topladık, eşyaların önemli bir kısmını denk yaptık. Bu sırada Sakarya’daki arkadaşlarım “senin kadronu buraya aldıralım, bugünler gelip geçici, ilerde yine beraber çalışırız” dediler. Rektörün bunu kabul etmeyeceğini söyledim. Arkadaşlar “uğraşalım, olmazsa dönersin, biraz bekle” diye ısrar ettiler. Bekledim. Olmadı. Rektör İsmail Çallı’nın bunu istemeyeceği zaten belliydi.
Bu arada ben de artık Manisa’ya dönmek istemiyordum. Yaz aylarında Kayseri’ye gittiğimde Erciyes Üniversitesine de uğrar, Rektör Mehmet Şahin’le sohbet ederdim. O da her seferinde “gel buraya, birlikte çalışalım” derdi. Aklıma, Kayseri’ye dönsem nasıl olur diye bir fikir geldi. Mehmet Şahin’i aradım ve durumu ilettim. “Gelmek istiyorum, bir yolu var mı” diye sordum. 28 Şubat’ın en hararetli günleriydi. Mehmet Şahin, biraz tutuk, bir bakalım dedi. Ondan da daha sonra bir haber çıkmadı. Sonradan öğreniyorum ki YÖK Başkanı Kemal Gürüz, bu işe olur vermemiş. O vermeyince de iş olmamış. Zaten 1995 yılında Erbakan Hükümetince Bakanlar Kurulu kontenjanından YÖK üyeliğimi de Kemal Gürüz engellemişti.
Neticede biz Ağustos 1998’de İzmir’deki evimize taşındık. Tam bir yıl sonra Sakarya depremi yaşandı. Sakarya’da Serdivan semtinde iki evde oturmuştuk. Bir yıl birinde, üç yıl birinde. Depremde iki ev de yerle bir oldu. Birinci evde, bildiğim kadarıyla iki veya üç kişi, ikinci evde 17 kişi hayatını kaybetti.
Eğer 28 Şubat anlayışı engellemeseydi biz de muhtemelen 17 kişinin öldüğü o apartmanda olacaktık. Sakarya işi olmayınca biraz üzülmüştük belki ama “var bunda da bir hayır” diyerek kendimizi teselli etmiştik.
Ben Ağustos 2002’ye kadar Manisa’da görev yaptım. 28 Şubatçılar baskındı artık Üniversitede. Onlarla mücadelem ayrı bir hikâyedir. Mücadele kendim için değil vaktiyle bizim Üniversiteye aldığımız gençler içindi. Her birine bir damga vurdular ve özlük haklarını gasp ettiler bu çocukların. Kadro vermediler. Araştırma görevlisi kadrosundayken doçent unvanını alanlar oldu, yine kadro vermediler. Beni de yönetim işlerinden olabildiğince uzak tuttular.
2001 yılı Ağustos ayında kurulan Ak Parti’nin Kurucular Kurulunda yer aldım. Bugün de kuruluştaki ilkelere bağlılığım devam ediyor. Vefadan bahsedenlere sadece bunu hatırlatmak isterim. Sonra seçim kararı ve 3 Kasım 2002 seçimleriyle Üniversiteye veda ettim. O sıralardaki Üniversite havası o kadar boğucuydu ki “bir daha dönmem buralara ben” diyordum. Temel üç beş kitap dışındaki bütün kütüphanemi ve ders notlarımı asistan arkadaşlara bıraktım. Biraz büyük konuşmuşum. 2016 yılında tekrar üniversiteye dönüp ders vermem gerekince bir yıl boyunca çılgın gibi çalışmak zorunda kaldım.
Şimdi Elazığ depremi olunca geçmişe dair bazı şeyleri hatırladım. Beni Manisa’ya sürükleyen de, Manisa’dan Sakarya’ya fırlatan da, hatta Sakarya’dan tekrar Manisa’ya iade eden anlayış da aynı kökene sahip. Kiminde sağ sol, kiminde meşrep, kiminde anlamsız korkular… Liyakat hak getire… Hele muhatabına bir insan olarak bakan anlayış hiç yoktu… Maalesef bugün de benzer korkuların içine sürüklenmek isteniyor toplumumuz. Kimi zaman beka meselesi çıkıyor karşımıza, kimi zaman başka bir şey… 28 Şubatı yaşamış birisi olarak bugün yapılan bazı işlere ve o işlerin altındaki anlayışa bakıp üzülmemek elde değil.
Elazığ depremi bize ders olur mu? İnşaallah diyelim… Depremde hayatını kaybedenlere rahmet, yakınlarına baş sağlığı, yaralılara şifa diliyorum.
Zaman değişiyor, insanların kıldıkları değişiyor, ama anlayışlar değişmiyor. Çünkü fıtrat Hz Adem’den bu yana değişmemiş. Dün size yapılanlar bugün başkalarına yapılıyor. İnsanın başına hayatta herşey gelebilir. Kimse benim başıma bu gelmez dememelidir. Ancak Hayır Allah’ın murad buyurduğudur.