Prof. Dr. Galip Akhan, “Örgüte Bilerek İsteyerek Yardım Etme” iddiasıyla açılan ve görünürde iki yıl, aslında 4 yıldan fazla süren davada 25 Haziran’daki duruşmada beraat etti. 4 yıl diyorum zira soruşturmalar ve gözaltılar o zaman başlamıştı. Gerekçeli karar Eylül başlarında ortaya çıktı. 180 sayfalık gerekçeli kararı okuyup bir yazı hazırlamak istedim. Fakat detaya girmeden önce söyleyeceklerim var.
Günümüz Türkiye’si pek çok sorunla karşı karşıya. Bu sorunları önem sırasına göre listeleyecek olsak acaba listenin başında hangi sorun yer alır? Belki bu listeyi kısa vadeli ve uzun vadeli sorunlar olarak ikiye ayırmak daha anlamlı olur. Kısa vadeli sorunları şimdilik bir yana bırakalım. Uzun vadeli sorunlar listesinin başını, galiba hukuksal sorunlar işgal eder.
Buna dair bir alamet ‘Dünya Adalet Projesi (WJP)’ kapsamında yayınlanan Hukukun Üstünlüğü Endeksi 2020 raporunda ortaya çıktı. Bu raporda Türkiye, 0.43 puanla 128 ülke arasında 107’nci sırada yer aldı. İlk sırada 0.90 puanla Danimarka var. Rapor üzerine pek çok şey söylenebilir ancak Türkiye’deki ağır hukuk sorunlarının mevcudiyetini hiçbir mütalaa gözlerden gizleyemez.
Bunları İzmir Katip Çelebi Üniversitesinin eski Rektörü Prof. Galip Akhan’ın başına gelenlere ilgi ile söylüyorum. 2017 ile 2020 arasında bu hayli tuhaf hukuk görünümlü süreç ile ilgili olarak çok sayıda yazı kaleme aldım. Bunlardan sadece birini, 16 Eylül 2017 tarihli Kâtip Çelebi’de Galip Çelebi’nin başına gelenler…başlığı altında neşredilen yazıyı zikredeyim. Diğer yazılara mehmettekelioglu.com sitesindeki arama bölümüne “Galip Akhan” yazarak ulaşmak mümkün.
Kısa bir özete ne dersiniz? Prof. Galip Akhan 2003 yılında İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesine başhekim olarak atanıyor. 2010 yılına kadar bu görevde kalıyor ve hastaneyi mükemmel bir hale getiriyor. Yeni ilaveler ve cihazlarla İzmir’in göz bebeği bir hastane ortaya çıkıyor.
Hastanede çok sayıda akademik kariyer sahibi hoca var. Bu hususu göz önüne alan Galip Hoca ‘acaba bir Sağlık Bilimleri Üniversitesi kurulabilir mi?’ diye düşünüyor. Bunu benimle istişare etti, sağ olsun. Kendisine önerim fizibilite raporu benzeri bir çalışma yapmaları oldu. Bunu YÖK’e ve Milli Eğitim Bakanına götürüp tartışmaya açabileceğimizi söyledim. Hikayesi uzun. Sonunda sadece İzmir’de değil başka yerlerde de yeni üniversiteler kurulabileceği şeklinde bir anlayış ortaya çıktı. Böylece İzmir’de Katip Çelebi Üniversitesi, Ankara’da Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, İstanbul’da Medeniyet Üniversitesi , Bursa’da Bursa Teknik Üniversitesi, Konya’da Konya Üniversitesi ya da sonraki adıyla Necmettin Erbakan Üniversitesi ve Erzurum’da Erzurum Teknik Üniversitesi ortaya çıktı. Bütün bu üniversitelerin kuruluşu İzmir’de başlatılan çalışmanın sonucuydu.
Galip Akhan İzmir Katip Çelebi Üniversitesine kurucu rektör olarak atandı. Uzun uğraşlarla İzmir Yaprak Tütün İşletmesinin Çiğli’deki yerinin Üniversiteye tahsisi sağlandı. Üniversitede öğretim elemanı ve öğrenci sayısı belki biraz aceleci bir tutumla çabuk arttı. Bu husus istenen kaliteyi temin etmekte zorluklar çıkardı. Böyle olmasını bildiğim kadarıyla Galip Hoca da istemiyordu. Ancak YÖK’ün talebiyle öğrenci sayısı, bazı siyasilerin ve bir takım resmi mahfillerin talebiyle de öğretim üyesi sayısı artmış oldu. Yine de Galip Bey, üniversitenin sağlıklı bir şekilde büyüyüp gelişmesi fikrini hiçbir zaman göz ardı etmeyerek elinden geleni yaptı. 17-25 Aralık hukuk kılıflı darbe girişiminden sonra üniversitede daha bir dikkatle kadroları düzenlemeye gayret etti.
15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsünden sonra hiç gecikmeden üniversitede malum yapı ile ilişkili olanlar tespit edildi ve gerekli tedbirler alındı.
Aslında Kasım 2014’te yapılan rektör seçimi üniversitelerdeki ahlaki çöküntünün Katip Çelebi’de ortaya çıkan bir tezahürüydü. Galip Hoca aleyhindeki iftira ve kötüleme kampanyası o sıralarda başlamıştı. Yumuşak tabiatlı Prof. Akhan bunları sorun etmedi ve işimize bakalım anlayışı içinde kurumunu daha ilerilere götürmek için arayışlarına devam etti.
15 Temmuz darbe girişiminden sonra asılsız ihbarlar furyası hızlandı. Ahlaki çöküntünün zirve yaptığı dönemler gelmişti. Akademik basamakları tırmanabilmeleri için önlerini açtığı zavallılar isimsiz ihbarlarla ortalığı karıştırmaya devam ettiler. Soruşturmalar başladı.
Nihayet hükümet kanadından da gelen baskılar sonucunda Galip Bey 2017 Eylül ayında rektörlük görevinden istifa etti. İstifa ederken kamuoyuna açıkladığı şu beyanını okumakta fayda var:
Yaklaşık 14 yıl önce üstlendiğim ve 7 yıl süren Sağlık Bakanlığı İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekimliği görevim boyunca bu değerli kurumu Türkiye’nin ilk Sağlık Üniversitesi’ne (bir üniversiteye) dönüştürmeyi hayal ettim. Siyasal iktidarın bu projeyi desteklemesi sonucunda İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi’nin kurulmasına karar verildi ve ben de 10.12.2010 tarihinde “Kurucu Rektör” olarak atandım. 2014 yılında yapılan rektörlük seçimlerinde en fazla oyu aldım ve Sayın Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan tarafından rektörlük görevine yeniden atandım.
Kuruluşundan bugüne kadar geçen 7 yıllık sürede İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi 13 fakültede yaklaşık 850 öğretim elemanı ile 13.500 öğrencisine öğrenim imkânı sunan orta ölçekli bir üniversite konumuna yükseldi. Kapalı alanı 150.000 m2‘ye ulaşan üniversite yerleşkemizde öğretim, araştırma ve sosyal etkinlikler için her türlü imkân sağlanmış oldu.
Üniversitemizin akademik ve idari kadrosunun oluşturulmasında mesleki ehliyetin gözetilmesinin yanında muhtemel olumsuz gelişmeleri engellemek amacıyla, çok büyük oranda, halen devlet üniversitelerinde görev yapmakta olanlar tercih edildiler. Üniversitemizde çalışmak isteyenlerin güvenilir referanslara sahip olmaları aranan özelliklerden birisi oldu.
Hain FETÖ örgütünün paralel bir devlet yapılanması gayretinde olduğunun anlaşılmasından sonra İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi bütün gücü ile, ilgili devlet kurumları ile iş birliği içerisinde oldu. 15 Temmuz ihanetinin ardından kurumsal ve objektif bir çalışma ile bu örgüt ile ilişkisi olanların tespitine çalışıldı. Belirlenen mensuplarımız hakkında gerekli işlemler gecikilmeden kararlaştırıldı ve uygulandı.
Tüm yaşamım boyunca hiçbir biçimde ilişkim veya yakınlığım olmayan bu hain örgütle beni ilişkilendirmeyi kendi çıkarlarına ve ahlak anlayışlarına uygun bulanların iftiralarının Yüksek Öğretim Kurumu’nun hakkımda soruşturma açmasına neden olduğunu öğrenmiş bulunuyorum. Yapılan iftiralardan aklanmamı ve iftiracıların da tescilini sağlayacağına inandığım soruşturmaların selameti açısından İKÇÜ Rektörlüğü görevinden istifa ettiğimi kamuoyunun bilgisine sunarım.
Şu husus çok açık. Katip Çelebi Üniversitesi Rektörü Galip Akhan hakkında yürütülen iftira kampanyasına yargı alet edildi ve maalesef “adliyede dosyası varmış” diyenlere “dosyada ne varmış?” diye soracak bir adil yönetici çıkmadığı için Rektör istifa etmek zorunda kaldı. YÖK kendi mensuplarına sahip çıkmayarak “yarınları bırak, yaşasın günü yaşamak” anlayışını sürdürdü. YÖK ve YÖK Başkanı ortada iftiralardan başka hiçbir şey yok iken Galip Hocaya “istifa et” diye dayattılar, kendilerini kurtarma adına inanmadıkları bir şeyi talep etmekten geri kalmadılar. Zira YÖK Başkanı bazı kimselerle konuşurken Galip Hocanın FETÖ’cü olmadığını kendisinin de bildiğini söylüyor, arkasından da “ama…ama…” şeklinde, ‘anlayın beni’ dercesine başını öne eğiyordu. YÖK’ün açtığı söylenen soruşturmadan da bugüne kadar bir sonuç çıkmadı.
Galip Hoca’ya hükümet kanadından “istifa edersen hakkındaki soruşturmalar kapatılır” yollu telkinler de geldi. Bunlara itibar etmekten yana değildi Rektör Bey. Fakat istifa etmek zorunda kaldı. Ben direnmesini söyledim, zira herhangi bir yanlışı yoktu. Fakat o sıralar hukuk bütünüyle rafa kalktığı için güvenilecek bir unsur olmaktan çıkmıştı.
İstifadan 15 dakika sonra sorgulanmak üzere adliyeye çağrılmasındaki tuhaflıkları nasıl izah etmeli, bilmiyorum. Üstelik evine, üniversitedeki ve hastanedeki ofisine baskın düzenleyip ne kadar eşya varsa didik didik ederek arama yapıyorlar. İftiralar, yalancı şahitlerin beyanları… Savcı “Silahlı terör örgütüne üye olma suçundan şüpheli” olarak adli kontrol talebiyle mahkemeye sevk ediyor. Mahkeme iddiaları mesnetsiz bularak adli kontrole de gerek duymadan serbest bırakıyor. Fakat bu dosyayı kapatmıyorlar. Demokles’in kılıcı Galip Beyin tepesinde hazır olsun istiyorlar. Aradan iki yıl kadar geçtikten sonra, 2019/258 dosya numarasıyla “Örgüte Bilerek İsteyerek Yardım Etme” suçlamasıyla bir dava açılıyor. Demokles’in kılıcı görünür hale geliyor.
Şimdi gelelim gerekçeli karara. Her şey 15 Temmuz 2016 tarihinden sonra imzasız ihbar mektupları ile başlıyor gibi görünüyor. Soruşturmalara ve davalara güya bu ihbarların yol açtığı söyleniyor.
2014 yılındaki rektörlük seçimlerinden gelen bir çekememezlik var. Rektörlük seçiminden birkaç ay önce de ihbar ve şikayetler var aslında. Galip Hocanın karşısında rektörlük yarışına giren grup bu davada sadece söylentilerle aleyhte şahitlik yapıyorlar.
O kadar yalana bulaşmışlar ki bunlardan biri “Galip Bey 2009 yılında Amerika’ya gittim ve FETÖ elebaşını muayene ettim dedi” diye ifade veriyor. Fakat ne iddia edildiği gibi o tarihte Galip hocanın yurtdışı çıkışı var, ne de bu ziyareti organize ettiği iddia edilen kişiyle çakışan her herhangi bir zaman diliminde birlikte yurtdışı çıkışı veya HTS kaydı var.
Diğer bir öğretim üyesi de Galip Hoca hakkında Temmuz 2016’da bazı sahte deliller uyduruyor, “Galip Akhan, 2011 yılında, Amerika’daki üniversitelerden öğretim üyesi temin etme kisvesi altında FETÖ liderini ziyarete gitmiştir” şeklinde savcılığa ifade veriyor. Fakat zamanla gerçekler ortaya çıkınca bu öğretim üyesi, Galip Akhan gözaltına alınmadan 4 ay önce söylediklerinin kendi şahit olduğu olaylar olmadığını belirtiyor. FETÖ’den hüküm giymiş bir öğretim üyesinden duyduklarına kendi tahminlerini de ilave ederek ifade verdiğini itiraf ediyor. Amerika seyahatinde Galip Akhan ve arkadaşlarına rehberlik ederek oradaki üniversitelerde mevcut Türkiye’den gitme öğretim üyeleriyle ilişki kurulmasını sağlayan Dr. Bülent Özkan’ın ifadeleri açık. Sadece üniversite ziyaretleri yapıldığı onun beyanıyla da sabit. Hal böyle ikenbu tavrın adaleti manipüle etmek için bilinçli ve organize bir iftira olduğunu anlamamak zor mu?
Mevlana değişim programı Avrupa Birliği haricindeki üniversitelerle yapılan anlaşmalarla yürüyordu. Galip Akhan’ın rektörlük döneminde FETÖ bağlantılı üniversitelerle protokoller imzaladığı yalanı insana küçük dilini yutturacak kadar akıl dışı… Böyle bir evrak yok ve olamaz zira bu türlü protokoller ancak YÖK’ün izin verdiği üniversitelerle yapılabiliyor. Protokolün içeriği de sadece her iki üniversite rektörünün YÖK’ün Mevlana Protokolü kurallarına uyacağını beyan etmesinden ibaret… Güya evrak varmış da Galip Bey bunları yok etmiş… Olacak iş mi bu?
Bir başka suç isnadı daha var: üniversiteye alınan bazı kişilerin FETÖ ile bağlantılı olması… Üniversite kadrosuna dahil edilen her kişi için devlete sorulur, bu kişide bir sorun var mı? Eğer yok denirse alabilirsiniz. Peki bütün bu insanların her birini FETÖ mensubu mu değil mi diye tahkik etmek Üniversite yönetiminin görevi olabilir mi? Ayrıca bu husus yönetime düşen hukuki bir görev de değil. FETÖ ile ilişkili olanları tespit etmek emniyet ve savcılığın görevidir. Nitekim elinde devletin tüm imkânları olmasına rağmen emniyetin göz altına aldığı yaklaşık 90 kişiden sadece 18’i FETÖ ile ilişkili çıktı. Bunlardan on altısı 17-25 Aralık öncesi göreve başlamıştı.
Müfterilerin verdikleri ifadelerden anlaşılıyor ki ellerinde delil sayılabilecek en ufak bir belge ya da ispata yarar bir şey yok. Nitekim mahkeme bunu gerekçeli kararında şöyle dile getiriyor: “… sanığın yüklenen suçu işlediğine dair her türlü şüpheden uzak kesin ve inandırıcı delilin elde edilememesi nedeni ile beraatine karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur” diyor ve HÜKÜM başlığı altında şunları kayda geçiriyor:
“HÜKÜM: Gerekçesi yukarda açıklandığı üzere,
- Sanık Galip AKHAN hakkında SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜNE YARDIM ETME suçundan TCK 314/3 maddesi atfı ile TCK’nun 220/7 maddesi yollaması ile TCK’nun 314/2, 58/9, 63, 53 maddeleri ve 3713 sayılı yasanın 5. maddesi gereğince cezalandırılması talebi ile kamu davası açılmış ise de, yüklenen suçun sanık tarafından işlendiği hususunda her türlü şüpheden uzak kesin ve inandırıcı delilin elde edilemediği ve yüklenen suçun sanık tarafından işlendiği sabit olmadığı anlaşılmakla, 5271 sayılı CMK’nun 223/2-e maddesi gereğince yüklenen suçtan BERAATİNE, …”
Kararın oybirliği ile alındığını da not edelim.
Tüm bu olup bitenlerden sonra çok önemli iki soru var ortada. Bir: Hiçbir dayanağı olmayan ithamlarla, birilerinin iftiraları ortada iken bu davanın neden açıldığı? İki: Beraatla sonuçlanan bu dava sonrası Galip Akhan’ın ve ailesinin geçici bir süre ile olsa da yitirdiği itibarını kimin geri verebileceği? Onca tedirginlik, gözyaşı, dışlanmışlık hissi… Daha bunun gibi ne çok mağduriyet yaşandı…
Yukarda ahlaki çöküntüden bahsettik. Bunun üniversitelerde bu kadar aleni olarak ortaya çıkması ayrıca üzücü.
Maalesef bütün kurumlarımızda var iç çekişme. Bunlar enerjimizi tüketiyor ve verimliliği berbat bir şekilde aşağı çekiyor. Galip Akhan davası vesilesiyle üniversitelerde ortaya çıkanlardan başka şahitliklerim de var. Çalıştığım üniversitelerin hemen hepsinde bu durumu müşahede ettim. Kavga ve çekişmenin sebepleri arasında ideolojik körlükler yanında şahsi ikbal hırsının da önemli bir yer tuttuğunu söyleyebilirim.
15 yılı aşkın siyasi hayatımda da bunun çok örneğini gördüm. Bu konuda bir yazı bile kaleme almıştım. Şöyle diyordum Kendini Anlat Rakibini Karalama başlıklı o yazının bir yerinde: “Rakibi küçültmenin, onu yermenin ve karar mekanizmalarının gözünde değersiz kılmanın en önemli araçlarından biri olarak kullanılıyor FETÖ’cülük. Bu tavır bile başlı başına FETÖ’cülük alâmeti değil mi?”
Şu açık ki Sahte FETÖ Muhbirleri pek çok masumun başını yakıyor. Bu sahte FETÖ muhbirlerinin en büyük mağdurlarından birisi kurum olarak İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi, şahıs olarak onun kurucu rektörü Prof. Dr. Galip Akhan’dır.
Bir hususa daha dokunmazsam içimde kalır. O günün siyasetçileri içerisinde durmadan Galip Bey ve üniversite hakkında yalan yanlış haberler çıkaranlar vardı, bunlar acaba kul hakkı diye bir kavramdan haberdarlar mı? Bu siyasilerden birini ikaz etme ihtiyacı duydum. İzmir’deki ekibinin yaptığı yanlışları anlattım ve bunların doğru olmadığını dile getirdim. İftira düzenlerin kendisiyle bir ilişkisi olmadığını söyledi bana. Oysa herkesin bildiği bir gerçekti benim dile getirdiğim. Öyle ki o ekiple hala çalıştığını duyuyorum bu siyasinin.
Bir başka siyasi şahsiyet, yalan ve iftiralarla dolu isimsiz ihbar mektubunu İçişleri Bakanlığına göndererek bir iş yaptığını zannediyor. Bunların hangi tuzaklar peşinde olduğunu bilmiyor değiliz. Bir arkadaşımız bu zavallıya soruyor: ”Galip Hocayı tanıyor musun, neden bu adama FETÖ’cü diyorsun?” diye. Cevaba bakar mısınız: “Sen karışma, ben eninde sonunda bu adama dava açtıracağım, dava açacak yürekli bir savcı bulacağım.” Yani, zorla FETÖ’cü yapmaya çalışıyor.
Gerekçeli kararı okuyunca insanın dili tutuluyor. FETÖ elebaşını ziyaret ettiğini söylemiş güya Galip Hoca. Saçmalığın böylesini dile getirmek için bir kişinin tüm insani hasletlerden sıyrılmış olması gerekir. Bunu söyleyene artık insan gözüyle bakılamaz. Bu tür saçmalıkları şundan duydum bundan duydum diye tekrarlayanlara da gerekli sıfatı lütfen siz bulun…
Ben üşenmedim gerekçeli kararın tamamını okudum. Galip Bey savunmasında iddiaları teker teker çürütüyor. Avukatlar Murat Unganer ve Reşat Yazak da çok sağlam ve ikna edici bir mantık içinde hukuk dilini çok iyi kullanıyorlar.
Katip Çelebi Üniversitesinin şu andaki Rektörü Prof. Dr. Saffet Köse, birçok öğretim üyesi, bir ara fahri Rektör Danışmanı olarak Üniversitede bulunan Taha Aksoy, Genel sekreter Nurettin Memur mahkemede şahitlik yaparak gerçekleri dile getirdiler. Aleyhte şahitlik yapan öğretim üyesi kılıklı müfterilerin beyanları “şundan şunu duymuştum, bundan bunu” şeklindeki sübjektif değerlendirmelerin ötesine geçemedi.
Gizli şahit de varmış bu davada. Ne kadar ipe sapa gelmez iddialar varsa ortaya döküyor. Birisi bir ihbarda bulunuyor ve aslı astarı çıkmıyorsa, onun için hiçbir müeyyide tatbik edilmeyecek mi? Yaptığı yanına kâr mı kalacak? Asılsız ihbarlarla işinden gücünden olanlara, toplum içine çıkamaz hale getirilenlere, intiharı bile aklından geçirir duruma düşürülenlere toplum olarak söyleyeceğimiz bir şey yok mu Allah aşkına?..
15 Temmuz ihanetine karışan ve ülkeyi ağır badirelere sürükleyen darbeciler elbette cezayı hak ediyor. Yanlış olan büyük kitlelere darbeci muamelesi yapılıyor olmasıdır. Şimdi Galip Hocayı FETÖ elebaşıyla görüştü diyerek yalan söyleyenlerin ve bu yalanları tekrarlayanların hesaba çekilmesi gerekmiyor mu? Ancak eğer yalancılara toplumsal bir müeyyide uygulama anlayışı yoksa bu rezilleri hapse koysan ne işe yarar, assan ne işe yarar?
Ümitvar olmamızı gerektiren çok şey yok ama hiç değilse bir şey var. O da Galip Hoca hakkında karar veren hakimlerin hukuka olan saygıları… Hala hukuk kaygısı içinde olanların varlığı herkesi sevindirmeli.
Şu anda Üniversitenin Hastanesinde hekimliğe devam eden Dr. Galip Akhan’a ve ailesine, arkadaşlarına geçmiş olsun diyelim. Sanırım şimdi o, hakkında iftiralar atanlarla hukuk önünde hesaplaşmaya hazırlanıyor. Hukukun bir kişide tezahürü hukuksal sorunlarımızın bittiğini göstermiyor. Üniversitenin başka mensupları hakkında açılan soruşturmalar var. Bunların bir an evvel sonuçlanması hukuka olan güvenimizi artıracaktır.