Geçmişe bakmak geleceği görmek: Toplumsal öngörümüz sağlıklı mı?

Geçmişe bakmak geleceği görmek: Toplumsal öngörümüz sağlıklı mı?

Yaşadığımız pek çok sorun genellikle öngörü eksikliğinin bir sonucu.

Öngörü için Türkçede başka kelimeler de var. Feraset bunlardan biri. Belki basiret de ferasete eşlik etmeli.

Bir konuda öngörü sahibi olmak için bilgiyle donanmış olmak gerekiyor. O konunun geçmişine hâkim olmak gerekiyor. Konuyla ilgili geniş bir ekip çalışmasına zemin hazırlanmış olması gerekiyor. Geçmişten ders almak geleceğe matuf kestirimlerde bulunabilmek gerekiyor. Geleceğe dair kestirimlere kısaca öngörü diyoruz.

Öngörü eksikliğinin en canlı tezahürünü demokratik anlayıştan sapmakta görüyoruz. Gittikçe otoriter bir yapı izlenimi veren bir yönetim anlayışına sahibiz. Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyini umursamaz ve onların fonksiyonunu görmezden gelir bir havadayız. Bunun Türkiye’yi ne kadar yalnızlaştıracağını görmemek nasıl mümkün olabilir? İşin tuhaflığına bakınız ki Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisine başkanlık etmiş bir dışişleri bakanı döneminde Konseyden çıkmak üzereyiz.

Demokrasi yanında pek çok başka hususlarda da öngörü yoksunluğunu hissediyoruz. İnsan haklarını, ifade ve düşünce özgürlüğünü, hukuku, liyakat ve ehliyeti umursamaz bir izlenim doğuruyoruz etrafta. Sivil toplumu ağzını açamaz hale getiriyoruz. Bu konulardaki sorunlar bizi öngörülemez bir ülke yapıyor aynı zamanda. Maliye Bakanı Londra’da yatırımcılara “Türkiye’de hukuk var, haklarınız zayi olmaz, karşılaştığınız sorunlar hukuk çerçevesinde kolayca halledilir” diyeceğine Cumhurbaşkanımız bir telefonla işlerinizi görür diyor ve bunu övünç vesilesi yapabiliyor. Böyle bir ülke öngörülebilir sayılır mı?

Bugün enflasyon dediğimiz ve herkesi fakirleştiren, hayat standardını herkes için aşağı çeken bela öngörü yoksunluğunun neticesi değil mi? Ekonomi alanında feraset için bilim bize yol gösterebilir. Üstelik bu alanda pek çok uzman var. O halde niçin enflasyonla karşı karşıya kalıyoruz? Merkez Bankasına biçilen finansal istikrarı temin fonksiyonunu bozucu adımlar bir öngörü eksikliğinin sonucu değil mi? Enflasyonun bu kadar azmasında bu öngörü eksikliğinin rolü yok mu? Üstelik enflasyonu azaltıcı tedbirler almak konusundaki vurdumduymazlık tehlikenin farkında olmamakla eşdeğer değil mi?

Bunların sebeplerini ülkenin yönetim biçiminde arayabiliriz.

Bir ülkede yanlış kararlar alanlar olabilir. Eğer gerekli mekanizmalar varsa bu yanlışları önlemek ya da çabucak yanlıştan dönmek mümkün olur. Gerekli istişare ve denetim mekanizmaları yoksa sonuç İstanbul seçimlerini ikinci defa yaptırmak ve yenilgiyi ağır yenilgiye döndürmek örneğinde olduğu gibi tezahür eder. Öngörüsüzlüğün zirvesi…

Türkiye’de 16 Nisan 2017 Anayasa referandumu ile yeni bir yönetim şekli yürürlüğe girdi. Bugün o referandum ile kabul edilen hükümlerin sıkıntısını yaşıyoruz. Denge ve denetlemenin olmadığı, her kararın tek bir kişinin iradesine bırakıldığı vaziyet… Bu durum Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından arzu edilmiş gibi duruyor. Ancak uzun vadede bunun Cumhurbaşkanı için yıpratıcı sonuçlarını görmüş bulunuyoruz.

Balıklı Rum Hastanesindeki yangına Cumhurbaşkanının talimatıyla müdahale edildiğini söyleyecek kadar tek bir iradeye ram olmuş bir Cumhurbaşkanlığı kadrosu var. O kadronun içinde bahsettiğim halin iliklerine kadar işlediği anlaşılan ve bir aralar sağduyu sahibi zannedilen kimseler var. Bu ruh hali bütün bakanlara zaten çoktan sirayet etmiş durumda.

Buradaki öngörü eksikliğinin iki tarafı olduğunu dikkate almak gerekiyor. Birisi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ilgilendiriyor, diğeri toplumu. Referandum küçük bir oy farkıyla kabul edildi. Yani anayasalar için gerekli diyebileceğimiz geniş bir mutabakat sağlanamadı. Şimdi ortaya çıkan netice getirilen sistemin Türkiye’yi fakirleştirdiği ve 2023 için konulan hedeflerin çok uzağına attığı gerçeğidir.

Bu öngörü eksiklikleri yukarda belirtildiği gibi bizi fakirleşmenin eşiğine getirmiş fert başına düşen gelir hızla azalmaya başlamıştı. Buna müdahale edememek de yine toplumsal sorunlar hanesine yazılmak durumunda. 2018 seçimlerinde Türkiye’nin gidişatında sorunlar daha çok ortaya çıkmaya başladı ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bir arayış içerisine girildi.

Abdullah Gül’ün adaylığı bu sırada söz konusu oldu. Benim bildiğim kadarıyla Abdullah Gül Türkiye’nin evrensel ilkelere bağlı yönetim anlayışından sapmakta olduğunu gördü ve bütün risklere rağmen elini taşın altına koydu, aday olabileceğini beyan etti. Ancak bir partinin adayı olmayı değil geniş bir mutabakatla ortaya çıkmasını istediği anlayışın adayı olmayı kabul edeceğini söyledi. Siyasi öngörü eksikliği ile midir yoksa başka hesapların aracı olmak sebebiyle midir, bilmiyorum, Meral Akşener bu mutabakatı bozdu. Bugün Meral Hanımın çok şikâyet eder gözüktüğü yönetim şekli, biraz da kendisinin eseridir.

Türkiye başka alanlarda da öngörü eksikliğinin ceremesini çekmektedir.

Kürt meselesi bunların belki en başta geleni. Aslında bu konudaki öngörü meselesi biraz farklı. Ak Parti hükümetleri çözüm süreci olarak adlandırdığımız adımları samimiyetle atmış ve bu sorunun kalıcı olarak çözümlenmesi konusunda iradesini ortaya koymuştu. Bunu görmezden gelmek olmaz. Ancak daha sonra Kürt meselesi yoktur gibi anlamsız söylemlere sarıldı.

Açıktır ki Kürt meselesi bir çözüme kavuşturulmadan Türkiye’nin rahat etmesi zor görünüyor. Hele hele sorunu sadece terör meselesi olarak ele almanın ne kadar yanlış olduğunu fark etmemek tam bir öngörü eksikliği. Burada Kürt toplumundaki öngörü eksikliğini de vurgulamak gerekiyor. Kürt sivil toplumu yeterince gözükmüyor ortalarda. Bu yüzyılda artık silahla varılacak bir başarı olmadığını anlatmakta gecikiyorlar. Eşit vatandaşlık kavramı etrafında çözülebilecek bir sorunu azdırmakta bazı partiler ve bakanlar adeta yarışıyorlar. Her gün gelen şehit haberlerinin acısını öldürülen terörist sayısıyla bastırabileceklerini mi düşünüyorlar acaba?

Bir başka öngörü eksikliği yurt dışına göç eden gençler ve yetişmiş insan gücü konusunda ortaya çıkıyor. Bu konunun doğrudan demokrasi ve hukuk, liyakat ve ehliyet bahsini alakadar ettiğini yazmalıyız. En büyük değerimiz yetişmiş insan gücüdür. “Giderlerse gitsinler” anlayışı ile varılacak bir yer yoktur. Unutmayalım, hala ihraç ürünlerimiz arasında ileri teknoloji ürünleri ancak %3 kadar yer tutuyor.

Türkiye’nin savunma ihtiyaçları çerçevesinde alınan S-400 sistemleri de tam bir öngörü yoksunluğunun sonucu. Onca para verilen bu sistemlerin bugün âtıl bir vaziyette oluşu nasıl izah edilebilir? Bir füze sisteminin diğer savunma sistemleriyle senkronize çalışma mecburiyeti nasıl oldu da göz ardı edildi? Senkronizasyon için NATO verilerine ihtiyaç olduğu açık değil mi? Savunma Bakanlığında bu konuları ortaya koyan mı yok, yoksa buna rağmen verilen bir karar mı var? Acaba bu karara itiraza bazı korkular sebebiyle mecali olmayan bir kadro mu var? Anlaşılır gibi değil. Üstelik bu yanlış adımların bizi F-35 gibi bir imkândan mahrum bırakabileceği nasıl görülmez? Feraset ve basiret kavramlarını lügatlarından sildi mi bunlar?

Eğitim ve kültür hayatımız da öngörü eksikliğinden payını almış durumda. OECD sonuçları bizi yıllardır uyarmaya devam ediyor ama aldıran yok. Kültür alanındaki gerileme ise bizzat Cumhurbaşkanı ağzından itiraf edilmiş vaziyette.

Bir de toplumsal öngörüden bahsetmek gerekiyor. Genellikle sağlıklı çalışan bir öngörüye sahip toplumumuz. Bunu şimdiye kadar yapılan seçimlerde alınan sonuçlara bakarak söylüyorum. Genellikle her seçim ülkeyi doğru yola sokan istikamette netice verdi. İstisnaları olabilir, ya da istisna sayılması gerekenler olabilir.

Zaman zaman halkın bir şans verme durumu ortaya çıkabiliyor. Bazen konjonktür böyle durumlar hasıl edebiliyor. 1999 seçimleri ve 15 Temmuz 2016 alçak kalkışmasını takip eden seçimler gibi…

Öngörü sahibi olmak bilimsel olmayı gerektiriyor. Toplumun öngörü sahiplerinin önünü açmasını bekleyebiliriz…

mtekeli35@gmail.com

@mtekeli35

Join the discussion