İhracatımız her ay artıyor. Sevinmeliyiz. Hükümetin hedefinde de ihracata dayalı büyüme var. Bu, bir tarafıyla gerçekleşiyor. Hedefte ihracatı artırarak cari açığı azaltmak da vardı ama ithalat azalmıyor ki, artıyor. Ara malı ihtiyacı ithalatı azaltmanın önünde büyük bir engel. Dolayısıyla da cari açığımız gittikçe büyüyor. Bu durum hedeflerin gerçekleşmesini zorlaştırıyor.
Cari açığı azaltmak ihracat yapımızı elden geçirmekle mümkün. Yani ihraç mallarımızdaki ileri teknoloji ürünlerinin ağırlığını artırmak. Bunun için de büyüme stratejilerinde değişikliğe gitmek gerekiyor. Biz hala inşaat esaslı büyümeye önem veriyoruz. Belki kâğıt üzerinde değil ama uygulamada inşaattan ve onun getireceği kalıcı olmayan istihdamdan fayda umuyoruz. Elbette bu yöntemin uygulaması gereken zamanlar oldu. Faydası da oldu. Ancak artık kalıcı ve üretim esaslı stratejilere öncelik vermek zorundayız. Köprü ve otoyollara verilen garantiler sanayileşme ve üretim alanında da verilebilir miydi acaba?
İhracatımızın ithalata bağımlılık oranı %70’lerde. Bunu değiştirmeliyiz diyorum.
Bir husus daha var. İhracatımızı çeşitlendirmeliyiz elbette. Önemli olan bu ihracatta ileri teknoloji ürünlerinin ağırlığının artması. Bunun da yolu yetişmiş insan gücünden geçiyor. Katma değeri yüksek ürün, yetişmiş insan gücüyle elde edilebiliyor.
Biz bir taraftan lisans eğitiminde başarılı olmak zorundayız ama öbür taraftan daha çok lisansüstü mezununa ihtiyacımız var. Belki acilen çözülmesi gereken sorun mevcut yetişmiş elemanları elde tutmak. Hükümetimiz ‘bu çocuklar niye başka ülkelerde çalışmak için can atıyorlar’ sorusunu cevaplandırmak durumunda. Aşağıdaki tablo ihracatımızda ileri teknoloji ürünlerinin durumunu açıkça ortaya koyuyor.
Görüldüğü gibi ileri teknoloji ürünlerinin ihracatımız içindeki yoğunlukları pek az. İşin asıl düşündürücü tarafı bu oranların gittikçe azalması.
Bu durumun başka etkileri de var. Geleceğin Endüstrileri başlıklı bir yazımda da dokunduğum başka gerçekler önümüzde duruyor. Onlardan bir kısmı şöyleydi:
İhraç ettiğimiz ürünlerde bir kg başına elde ettiğimiz dövizi arttırmanın yollarını da aramamız gerekiyor. Bu konuda zorlanıyoruz. Aşağıdaki grafikte ihracatın birim fiyatında yükseliş ve düşüş dönemleri var. Bunlar bize başka şeyler de söylüyor. 2014’ten sonraki düşüşün sebepleri üzerinde düşünmek ve çok taraflı değerlendirmeler yapmak gerekiyor.
İhraç ettiğimiz ürünlerde bir kg başına elde ettiğimiz dövizi arttırmanın yollarını da aramamız gerekiyor. Bu konuda zorlanıyoruz. Aşağıdaki grafikte ihracatın birim fiyatında yükseliş ve düşüş dönemleri var. Bunlar bize başka şeyler de söylüyor. 2014’ten sonraki düşüşün sebepleri üzerinde düşünmek ve çok taraflı değerlendirmeler yapmak gerekiyor.
Kısaca fikir versin için söyleyelim Almanya ihraç ettiği malların birim ağırlığı başına yaklaşık dört dolar elde ederken biz bir dolardan biraz fazla elde edebiliyoruz. Bunu ister yüksek teknoloji ürünlerinin sağladığı bir konu olarak ele alalım ister katma değeri yüksek ürünlerin sağladığı bir konu olarak, sonuç değişmiyor. O halde hem bugün için hem yarınlar için üstünde dikkatle çalışmamız gereken bir hal var.
Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre 2020 yılında yurt içi hasılanın ancak %20’sini sanayi sektörü oluşturuyor, %68’ini ise hizmet sektörü oluşturuyor. Bu durumu değiştirmek zorundayız.
Yukardaki tabloda da gördüğümüz gibi hafifçe yuvarlatılmış rakamlarla, ihracatımız içinde yüksek teknoloji ürünleri %3’lük bir paya sahiptir. Orta yüksek teknoloji ürünlerinin ihracatımız içindeki payı ise %35 civarındadır. Son rakam yüksek teknoloji ürünleri için bir potansiyelin varlığına işaret ediyor.
Bu tabloyu değiştirmeden zenginleşmek ve refah toplumu olmak mümkün değil. Bu sebeple geleceğin endüstrileri üzerinde kafa yormak gerekiyor.
Milli geliri dolayısıyla fert başına geliri arttırmak için yapılacak iş sanayi politikalarını adam akıllı elden geçirmektir. Aşağıdaki grafik fert başına gelirin yıllara göre değişimini veriyor. Niçin 2013’e kadar artış eğilimindeki gelir 2013’ten sonra düşmeye başlıyor? Bu soruları ciddiye alıp üzerinde derin analizler yapmadan doğru cevapları bulamayız. Öyle dış güçler, hainler söylemiyle varılacak bir yer yoktur.
Bugünlerin bir başka önemli gelişmesi 2022 yılı ikinci çeyrek büyüme oranı etrafındaki tartışmalar. %7.6’lık büyümeyi kimileri başarı olarak nitelerken kimileri de büyümenin sağlıksız olduğuna vurgu yapıyor. Finans sektörünün büyümesini halkın refahtan aldığı payın küçülmesi olarak görenler var. Toplumun en az gelirli kesiminin milli gelirden aldığı pay 2020 yılında %31 imiş; zengin sayılabilecek kesimin payı ise %49… Bugün -yani 2022 yılında- durum dar gelirli kesim için maalesef hiç parlak değil; milli gelirden onlar %21 pay alırken, zenginlerin payı %54…
Bu konulara el atmamın bir sebebi var. Uzun zamandır okuduğum bir kitap etrafında sanayileşme politikalarına dair yazmak istiyordum. Kitap Prof. Dr. Murat Yülek imzalı. “Ulusların Yükselişi”başlığını taşıyor. Bir de alt başlığı var: “İmalat, Ticaret, Sanayi Politikası ve Ekonomik Kalkınma”. Murat Yülek, IMF’de ekonomist olarak çalışmış. Şimdi OSTİM Teknik Üniversitesi Rektörü.
Kitap, çok önemli sorulara cevaplar arıyor. Yukarda ortaya konan Türkiye tablosunu değiştirmek için bu soruların cevaplarını bulmak lazım: Arka kapaktaki tanıtım yazısında bu sorular şöyle sıralanmış: Coğrafi keşiflerden önce ve sonra hem eski hem de yeni dünya düzeninde sanayileşme adım adım nasıl gerçekleştirildi? Sömürgeleştirme yolunda hangi stratejiler uygulandı? İleri sanayi ülkeleri nasıl bu kadar gelişebildiler? Türkiye, sanayileşmenin neresinde? Türkiye’ye uygun sanayi ve teknoloji politikaları hangileri? Yerlileşme ne işe yarar?
Prof. Murat Yülek, kitabının Önsöz’ünde çok temel bir noktayı vurgulayarak söze başlıyor. “Birçok insan sanayileşmeyi ülkesindeki fabrika sayısıyla karıştırır. Aslında sanayileşme bir ‘kapasite geliştirme’ sürecidir; bu manada sanayileşme ‘donanımdan’ ziyade ‘yazılım’ ile ilgilidir.” Kitabın ilerleyen bölümlerinde, özellikle 10 ve 11’inci bölümlerde kapasite inşası hakkında çok geniş açıklamalar var. Biz bunu sanayileşmenin alt yapısı, sanayileşme kültürü olarak da alabiliriz. Murat Hoca’ya göre “başarılı sanayileşme her zaman imalat sanayini destekleyen bir takım politikalara dayanmaktadır”.
Ulusların Yükselişi, üç ana bölümden oluşuyor.
İlk ana bölüm sanayi ve uluslararası ticaret tarihine hasredilmiş. Sömürgeci İngiltere sanayileşmeyi başardı da sömürgeci İspanya ve Portekiz niçin başaramadı? Acaba sanayi politikaları yok muydu? Sanayi politikası ne demek ve tarihi seyri nedir? Bu sorular etrafında geçmişi kavramak gayet anlamlı oluyor. Bizde batının gelişmesini sömürgeciliğe bağlamak kolaycılığı çok hakimdir. Sömürgeciliğin etkisini yok saymak olmaz ama gelişmenin tümünü buna bağlamak biraz zihinsel tembellik gibi duruyor. Dolayısıyla Murat Hocanın bu konudaki teşhislerine kulak vermek gerekiyor.
İkinci ana bölüm, üretim ve ticaret dengesi konularını ele alarak başlıyor. Bu bölümde üretim ile verimlilik ve inovasyon ile istihdam ilişkisi üzerinde de duruluyor. Sanayileşmeye ve sanayi politikalarının katma değere katkısı ele alınan bir başka ilginç husus.
Bugünlerde açıklanan Türkiye’nin orta vadeli programında ithalatın ihracattan fazla olacağı belirtiliyor. Prof. Yülek bu konuları da ele alıyor. Şu sözlerin altını çizmek lazım: “Dış ticaret fazlası, ülkede büyümeyi ve istihdamı artırır; ticaret açığı da tersine büyüme ve istihdamı düşürür.” O halde dış ticaret dengesini tutturmak için sınai üretimin arttırılması ve çeşitlendirilmesi gerekiyor.
Üçüncü ana bölümde sanayi politikaları ele alınıyor. Sanayileşme süreçleri nelerdir sorusuna cevap aranıyor. Yukarda da vurguladığımız gibi sanayileşmenin bir kapasite yaratma süreci olduğu belirtiliyor.
Üçüncü bölüm ayrıca şu ilginç sorulara cevaplar arıyor: “Sanayileşme için hangi politikalar uygulanmalı ve bu politikaları kimler yapmalıdır? Stratejik sektörler mi seçilmelidir? Bu sektörler nasıl belirlenir? Bilim, teknoloji ve yenilik politikaları ile sanayi politikaları nasıl eşgüdümlü hale getirilmelidir?” İlk bölüm aynı zamanda batı sömürgeciliğinin de tarihi gibi. 1838 tarihli Osmanlı -İngiltere serbest ticaret anlaşmasının büyük zararları olduğuna ilişkin pek çok görüş vardır. Bu görüşler, sanayileşmiş ve kitlesel üretim kapasitesi gelişmiş bir ülkenin sanayileşme ve kalkınma politikaları olmayan Osmanlı ekonomisi üzerindeki etkilerini ortaya koyar. Bu konunun detaylarına girmeyelim. Ancak Prof. Dr. Mehmet Genç Hocanın “Osmanlı İmparatorluğu’nda Devlet ve Ekonomi” başlıklı önemli kitabını hatırlatalım. Sadece bir noktayı yazalım. Osmanlılar, ihracatı değil halkın refahı açısından iç tüketimde bolluğu öne çıkarıyorlardı. Dolayısıyla ihracat teşvik edilmiyordu.
Sanayileşmenin lokomotifi pek çok yerde tekstil olmuştur. ‘Pamuğun Hikayesi’, s.99, adlı bölüm Kitabın ilginç noktalarından birini oluşturuyor. Çünkü hemen arkasından tekstil ticareti için çeşitli ülkelerle yapılan serbest ticaret anlaşmaları geliyor. Çin ile İngiltere arasındaki afyon savaşları da İngiltere’nin sömürgeci tutumunun başka bir hikayesi.
İleri sanayi ülkelerinin nasıl sanayileştiğini anlamak pek çok bakımdan yol gösterici niteliğe sahip. 117’nci sayfadan itibaren merakla okunan bu bölümlerde önce Japonya’nın nerelere geldiğini okuyoruz. Arkasından 17’nci yüzyıl Fransa’sında Colbert’in sanayi politikalarının Fransa’yı nereden alıp nereye getirdiğini ibretle müşahede ediyoruz.
Eğitimin sanayileşmede ne kadar önemli bir faktör olduğunu bilmeyen yok. Fransa’da çıraklık okulları, teknik okullar, imalat okulları 19’uncu yüzyıldan itibaren yaygınlaşmış. 1898’de büyük EXPO sergisi için yapılan Eyfel kulesinin tasarımcısı bu okullardan mezun olan Gustave Eiffel olmuş.
Daha sonra Almanya’nın sanayileşme süreci ele alınıyor. Küçük Alman devletlerini birleştiren Bismarck dönemine gelinceye kadar Prusya’da önemli sanayileşme hamlelerinin neler olduğunu ve özellikle Alman eğitim sistemini öğreniyoruz. Daha sonra Rusya’nın sanayileşme hamleleri ve Büyük Petro’nun gayretlerini görüyoruz. Yeni ürün ortaya çıkarmak kolay değil. Bunun getirisini tebessüm eğrisi üzerinde şöyle açıklıyor Prof. Yülek. Burada düşey eksen katma değeri gösteriyor.
Ar-Ge katma değer bakımından en büyük getiriye sahip. Elbette satış da öyle. Dikkat edilmesi gereken husus imalatın katma değerinin düşüklüğü. Türkiye’deki otomobil firmalarının durumu buna örnek. Türkiye imalatçı olarak en düşük katma değeri alabiliyor. Ar-Ge, tasarım ve marka sahipleri, yani bildiğimiz otomobil markaları, mesela birisi Ford, katma değerin aslan payını alıyorlar. Bu manada Apple için dünyanın en büyük ancak fabrikası olmayan sanayi şirketi deniyor. Çünkü Apple bütün imalatı Çin’e yaptırıyor. Artık buradan bizim ne ders çıkarmamız gerektiğini düşünmeliyiz. Eğer Ar-Ge yapacak insanlarımıza gerekli iklimi sağlayamıyorsak ve onlar durmadan yurt dışına gidiyorlarsa işimiz zor demektir.
Bundan sonraki bölümde ihracat ithalat dengesi ele alınıyor ve ihracatın büyümeye olan müspet etkisi ile ithalatın menfi etkisi üzerinde duruluyor.
Bir sonraki bölümün başlığı zaten ne demek istediğini gayet güzel açıklıyor: “Katma değer ve GSYH: Ayak işine karşı akıl işi”.
Burada “toplam faktör verimliliği” diye önemli bir kavramla yüzleşiyoruz. GSYH’nın artması için bu faktör şöyle ele alınıyor: Ülkedeki firmalar ve devlet kurumları işleri daha iyi yönetmeyi öğrendikçe sağlanan verimlilik artışları: Sermaye birikimi ve istihdam artmadan üretimin yükselmesi manasına gelen toplam faktör verimliliği artışları büyümenin artmasını sağlayabilir, s. 208. Devlet kurumlarının işleri daha iyi yönetmesi evrensel kriterlere uymakla mümkün. Özgürlük, demokrasi, şeffaflık, ehliyet ve liyakate riayet ve sorumluluk bu cümleden olsa gerek.
Örneklerle açıklanan bir konu: Katma değer nasıl büyütülür: Akıl İşi. Bu başlık da kendi kendini izah ediyor.
Sanayileşmenin evrelerini de açıklıyor Murat Yülek. Bu anlamda bir ülkenin sanayileşme evrelerinin hangisine dahil edilebileceği de belirli kriterler etrafında tartışılıyor, s.230
Devlet kapasitesi olarak idari kapasite ve eğitim sistemi ele alınmış bulunuyor, s. 269 ve 271.
Daha sonra sanayi politikalarına günümüzden birkaç örnek üzerinde duruluyor. Bunlardan biri Güney Kore’nin nükleer reaktör sanayisini nasıl geliştirdiğine dair açıklamalar. İkinci örnek yine Güney Kore’den. Güney Kore yerli otomobil sanayisini nasıl geliştirdi. Üçüncü örnek İsveç’ten ve “Havacılık sektöründe İsveç’te uygulanan Sanayi politikaları: Ulusal şampiyon Saab” başlıklı. Bir başka örnek Avrupa Birliğinin Airbus uçakları üzerine.
Kitapta ele alınan son konu “Türkiye’de sanayileşme ve sanayi politikaları” başlığını taşıyor.
Murat Yülek, Daron Acemoğlu’nun Ulusların Düşüşü adlı kitabına nazire olarak mı “Ulusların Yükselişi” adlı kitabını hazırladı, bilmiyorum. Ancak isimlerdeki çağrışımlara bakınca öncelik yükselişe verilmeli diyorum. Elbette iki kitabın da bize söylediklerini iyi kavramamız gerekiyor.
Çok yararlı bulduğum bu çalışmada Avrupa Birliği’nin –Airbus uçakları bölümü hariç- tartışılmamış olması dikkatimi çekti. AB üyelerinin hepsinin sanayileşmiş olduğunu söyleyebiliyor muyuz? Birliğin bu konuda bir stratejisi var mı? Biz AB üyesi olabilseydik sanayileşme açısından neler değişirdi?
Bir başka husus da şu: Türkiye AB üyesi olmadan gümrük birliğine dahil edildi. Bunun Türkiye’nin sanayileşmesi açısından yararı mı oldu, zararı mı? Rekabet etmeyi öğrendik derken yerli sanayiyi koruyucu tedbirleri acaba göz ardı mı ettik?
Umarım Prof. Dr. Murat Yülek bu konularda da bizi aydınlatır.
Son bir nokta: Bir kitap üzerinde çalışırken sondaki indeks bölümü çok kolaylaştırıyor işleri. Bu kitapta da öyle. Ancak daha dikkatli olmak gerekiyor. Mesela Kitabın pek çok yerinde geçtiği halde Osmanlı maddesi indekste yok. Ben Türkiye’nin meselelerini kendisine dert edinenlerin Murat Hocayı anlamaları gerekir diye düşünüyorum.