Yapıp ettiklerimizden sorumluyuz ama ya yapmadıklarımızdan? Onlardan da sorumlu muyuz? Bir zamanlar böyle bir yazı kaleme almıştım, Yapıp ettiklerimiz, yapmayıp ettiklerimiz… Şimdi deprem dolayısıyla herkes birbirini hesaba çekmeye çalışıyor. Sorun sadece iktidarın ya da yerel yönetimlerin sorunu değil. Sorun bütün bir toplumun sorunu. Eğer toplum yapılması gerekip de yapılmayanları dile getirmiyor ve bunları toplumsal talep haline dönüştürmüyorsa orada bir ataletten, vurdum duymazlıktan ve belki günü birlik sıkıntılar altında ezilmişlikten bahsetmek gerekir. Toplumun öncüleri, aydınlar, üniversiteler, medya, sivil toplum örgütleri, görevlerinin bilincinde değil demektir. Depremin özellikle ilk günlerinde yapamadıklarıyla sorumlu tutulması gerekmez mi yönetimlerin? Gözden kaçırılmaması gereken bir husus daha var. Sorunlarımız depremle sınırlı değil. Saymakla bitmiyor maalesef.
Cemal Tunçdemir, T24 haber sitesinde Yeni Zelanda başbakanı hakkında “Jacinde Ardern’in yükselişi ve düşüşü” başlıklı uzun bir yazıya imza attı. Bu yazıda ilginç bulduğum kısım şu: “Uluslararası Şeffaflık Örgütünün 2017 Yolsuzluk Algısı Endeksinde Yeni Zelanda 89 puanla dünyanın en az kamu yolsuzluğu yaşanan ülkesi olarak birinci gelip de dünyanın geri kalanını imrendirdiğinde bile, Yeni Zelanda kamuoyu, beşinci yıl üst üste gelen birincilik yerine, tam not olan 100 puan ile oluşan 11 puanlık farkı alarm verici bulup, sebeplerini sorgulayacaktı. Hem de dünya ortalamasının bile 50 puanın altında olduğu bir listede…”
Yeni Zelandalılar kaygılarında haklı mı dersiniz, zira 2022 Yolsuzluk Algı Endeksinde Yeni Zelanda 87 puanla üçüncü sıraya düşmüş. Türkiye’nin halini sormayın. 36 puanla 101’inci sırada. 2013’ten beri ha bire sıralamada irtifa kaybediyor. Bu durum bize açıkça ahlaki bir problemin varlığını gösteriyor.
Depremin ortaya çıkardığı acı gerçek şudur: Toplumumuz büyük bir ahlaki bunalım geçiriyor. Eğer böyle olmasaydı rant peşine düşen olmazdı. Oy uğruna imar affı gibi bir felaket çağrısına kulak asan bulunmazdı. Üç kuruş için beton kalitesini düşürecek yollara tevessül edenler kaçacak delik ararlardı. Denetim mekanizmasında güya görevli olanlar önlerine her gelen evrakı incelemeden imzalamazdı.
İmar affı demişken daha önemli bir noktaya parmak basmak gerekiyor. Niçin imar affı gibi dünyada örneği pek az bulunan yollara tevessül etmek zorunda kalıyoruz ki? Kaçak yapılaşma mı sorun? Kaçak yapılara göz yuman nasıl bir düzen var? Detayına girmeyelim ama burada kamu otoritesinin plansızlığı, uzak görüşten mahrum oluşu, oy kaygısı gibi gayri ahlaki unsurlar içeren sebeplerden bahsetmek zorundayız. Kısaca imar affını eleştirelim ama asıl sorunun imar planları ya da plansızlığı olduğunu unutmayalım. İkide bir imar planı değişikliği yapmak zorunluluktan çok gayri ahlaki taleplerle ortaya çıkmıyor mu?
Son günlerin siyasi çekişmelerine bakınca ilke ve prensiplerin nasıl göz ardı edildiğini, pragmatizmin nasıl zirveye tırmandığını görüyoruz. Ne vaktiyle alınmış kararlar ne toplumdan alkış almış beyanlar ne kamu maliyesinin dengesini gözeterek ortaya konulmuş umdeler… Bunların hiçbir kıymeti yok… Şimdi 14 Mayıs seçimine doğru giderken bir taraftan partilerin hiçbir etik değer gözetmeden rakiplerine yüklemeye çalıştıkları sıfatlara bakıyor ve üzülüyorum, öbür taraftan kraldan daha kralcı medya mensuplarının ifadelerini görüp kahroluyorum. Biz ne ara bu kadar fütursuzca, hiçbir utanma duygusu taşımayan, kul hakkı gözetmeyen kara ruhlu kimselere sahip olduk? Partilerin bilmesi gereken bir nokta var: Kendilerine oy kaybettirecek olanlar bizzat kendi adlarına olur olmaz söz sarf edenler ve en radikal çıkışları yapanlardır.
Yukarda saydığımız bütün bu hususlar bize ahlak meselesini hatırlatıyor. Peki nasıl kalkacağız altından bu ağır sorunun?
Cevabı zor elbette ama önce ‘İslam ahlakıyla kalkabiliriz’ diyeceklere birkaç sözüm var. Buna itiraz kabil değil fakat ortada koskoca gibi bir sorun duruyor. Nasıl gerçekleştireceğiz? İşte yirmi yıldır bu iddiayı sahiplenen bir anlayış hükmediyor. Eksik nerede, nasıl gidereceğiz, bilen var mı? Bir yerlerde yanlış yapıyoruz, peki nerede? Üstelik çok acı bir sonucu oluyor bunun. Bir türlü istenilen gerçekleştirilemeyince bu sefer suç İslam’a yıkılıyor. Bunun ne kadar sorumluluk gerektirdiğini müdrik miyiz acaba? Benim dilime pelesenk olmuş bir söz var: İslam’a inanıyoruz ama İslam’ı bilmiyoruz. Cabası da bilmek için gerekli cehdi gösteremiyoruz. İddialarımız hep havada kalıyor. Sloganlarla konuşmak kolay.
Günümüz dünyasında nasıl bir eğitim gerekiyor? Bunu cevaplamakta zorlanıyoruz. Daha fazla yazarsam yanlış anlamalara yol açma tehlikesi var, burada keseyim. Keseyim ama şunu da ilave edeyim: Özgür bir ortamı tesis etmeden bu konuları serbestçe tartışmak mümkün olmuyor. Demokrasiyi bütün kural ve kurumlarıyla yerleştirmeden, kontrol mekanizmalarını hayata geçirmeden, şeffaflığı sağlamadan, liyakati gözetmeden, kısacası hukuk kavramını her şeyin önüne koymadan olmuyor.
Liyakat demişken Prof. Dr. Recep Şentürk’ün 2020 yılında Tohum Dergisinde çıkan Eğitim Alanında Ehliyet ve Liyakat başlıklı yazısından küçük bir alıntı yapmadan edemiyorum: “Toplumsal barış, kalkınma ve ilerleme, ehliyet ve liyakati temel alan bir sisteme dayalıdır. Olmazsa olmaz şartıdır. Eğer ehliyet ve liyakate dayalı bir siyasi sistem, ekonomik sistem, kültürel sistem, sosyal sistem yoksa bir ülke asla ve asla kalkınamaz, ilerleyemez.”
Bir zamanlar Avrupa Birliği diye bir amacımız vardı. Onu çoktan gerilerde bıraktık. Avrupa Birliği insanların her türlü faaliyetini düzenleyen kurallar getiriyordu. Hayatın her alanında uyulması büyük yararlar sağlayan prensipler vazediyordu. Öyle gelişigüzel imar planları yapamazdınız, yapmışsanız değiştiremezdiniz. Yolsuzluk algısının kötüye gitmesinde en önemli sebeplerden biri olan ihale mevzuatını değiştiremezdiniz. Çevresel faktörleri dikkate almadan, mesela dere yataklarına imar veremezdiniz. Yani hayatın her alanında uzun yılların birikimiyle ortaya çıkmış kurallara tabi olmak zorundaydınız. Oysa bizim kurallarla başımız pek hoş değil. Bu kurallar manzumesinde batı kültürünün etkisi yok diyemeyiz. Ancak bu sorun diğerleri yanında devede kulak mesabesinde…
Kuralsızlığın bizi ne hale getirdiği ortada değil mi? İki örnekle kapatalım… Deprem felaketi bir, enflasyon iki… Gerisini siz sayın…
@mtekeli35