İki hafta önceki yazıda bizim evin kapısını iktidar partisi mensupları çalarsa demiş ve onlarla muhtemel sohbetimde ele alacağım konuları dile getirmiştim. O yazıda muhalefet mensupları bizim evini ziline basarlarsa neler konuşacağımı yazma niyetinden de bahsetmiştim. Bugün sıra muhalefette.
Muhalefet deyince bir karışıklık olmasın için Millet İttifakını ağırladığımı farz edin.
Bu arkadaşlara ilk sorum şu olurdu muhtemelen: Size halk niçin oy versin, en büyük iddianız nedir, iyi yönetilmeyen Türkiye’yi siz nasıl iyi yöneteceksiniz? Onlar bana muhtemelen Türkiye’nin sorunlarını Ortak Politikalar Mutabakat Metninde ortaya koyduklarını söyleyecekler. Sorunların çözümü için de yine aynı Belge referansları olacak.
Çaylarımızı yudumlarken bu çözümlere halkın ne kadar vakıf olduğuna dair bir fikirleri olup olmadığını soracağım. Bunu anlaşılır bir şekilde halka anlatmadan oy toplamanın zorluğundan bahsedeceğim belki de.
Sadece iktidarın eksiklerini ve yanlışlarını sayarak seçim kazanmanın zorluklarını konuşacağız büyük ihtimalle. Belki içlerinden bana hak verenler de çıkacak. İşçimizi memurumuzu enflasyona ezdirmeyeceğiz söylemi, içinde “enflasyon hemen düşmeyecek ama biz size çok ücret vereceğiz” gizli manasını barındırıyor. Oysa aslolan ücreti artırmak değil enflasyonu yok etmektir, paranın alım gücünü korumak, belki muhayyel ama alım gücünü artırmaktır. Bunun nasıl becerileceğine dair argümanlar yeterince dile getirilemiyor. Bunlar muhalefetin üzerinde çalıştığı bazı metinlerde mevcut olsa da halk nezdine inmiş değil. Bakalım sevgili dostlarım bu konuda neler diyecekler?
Muhalefet mensuplarına özellikle de Cumhuriyet Halk Partililere bir takdir, bir de tenkit sayılabilecek iki husustan bahsedeceğim.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin geçmişte yaptığı yanlışları cesaretle söylemesi ve özür dilemesi takdiri hak ediyor, ediyor zira Cumhuriyet tarihimiz boyunca muhafazakâr camia ülkeyi yanlış yollara sürükleyen adımları hep CHP zihniyeti adı altında etiketledi. Şimdi bunu değiştirmeye gayret eden bir anlayış var CHP’de. Bu ümit verici bir safhadır Türkiye için. Katı Kemalist anlayışın rasyonel bir istikamete yönelmesidir. Bazıları bunu sahici bulmayabilir. Olsun, Mevlâna ile Şems-i Tebrizi arasındaki “yalanına kaftanımı verdim, doğrusuna canımı verirdim” hikayesini hatırlayalım. Öte yandan CHP içinde hala bir grup Kılıçdaroğlu’nun izlediği stratejiyi anlamamış gözüküyor ya da beğenmediği için tersine davranışlar sergiliyor. Bu ikircikli tutumu öne çıkararak elim gitmiyor diyenlere de fırsat hazırlıyor.
Ak Parti Türkiye için büyük bir fırsatı heba etti. İlk on yıldan sonra demokrasi yolunda yürümekten vaz geçti. Hukukla arasına mesafe koydu. Daha sonra, Türkiye, başta demokrasi olmak üzere bütün uluslararası kriterlerde gerilere kaydı. Sonra da zenginleşen bir Türkiye yerine otoriter eğilimleri artan, dolayısıyla da kendi kategorisindeki ülkelerin gerisine düşen bir ülke haline geldi.
Bütün bunlara rağmen Ak Parti yönetimi mevcut anlayışını değiştirmeye yanaşmıyor. Mesela enflasyonu azdıran ekonomi anlayışını değiştirmemekte direniyor. Muhalefet bu noktanın üstüne gidecek anlayışı ve çarpıcı sloganları geliştiremiyor. Özellikle CHP’de Kılıçdaroğlu’nun partiyi dönüştürme arzusu diğer parti yöneticilerinde ve teşkilatlarında kendisini belli etmiyor. Bu tereddütlü dil seçmende özellikle muhafazakâr seçmende tereddütlere yol açmaz mı?
Muhalif dostlarıma daha sonra mülteciler konusundaki eleştirilerimi yönelteceğim. Muhalefetin göçmenleri ülkelerine göndereceğiz söyleminin merhametle ilgili yanı eksik geliyor bana. Belki planları benim algıladığım gibi değil ama bu algı yalnız bende değil pek çok kimsede var. Bir kimse öyle kolayına yerini yurdunu terk edip başka ülkelere sığınmaz. Dolayısıyla bütün göçmenleri aynı kategori içinde ele almak doğru değil. Kaldı ki Suriye yönetimiyle makul bir anlaşma gerçekleştirmeden ve döneceklerin can ve mal emniyetini sağlamadan bunu sağlamak zor. Öyle popülist söylemlerle mültecileri iade edeceğiz çıkışı doğru olmasa gerek. Burada bir küçük not daha: tarih boyunca göçmenler gittikleri ülkelerin refahına katkı yapmışlardır. Bunun örnekleri çok, küçük bir araştırma merak sahiplerini aydınlatır. Türkiye, Suriye’den gelen eğitimli insan gücünü plansızlıktan Avrupa ülkelerine kaptırdı.
Muhalefet mensupları ortak akla vurgu yapıyorlar mı yeterince? İttifak olarak hazırladıkları metinlerde bunu görüyoruz. Fakat agoraya çıkıp konuştukları zaman bu ortak akıl bir kenara bırakılıyor gibi. Kılıçdaroğlu, konuşmalarında “şunu yapacağım, bunu edeceğim” şeklinde birinci tekil şahısla konuşuyor. Bu otoriter ve ortak aklı bir kenara bırakma istidadı taşıyan bir dil. Bundan vaz geçmek gerekmez mi? Üstelik bu birinci tekil şahsa biraz popülizm dili de eşlik ediyor. İktidarın alabildiğine hoyrat, hiçbir hesaba kitaba dayanmayan vaatleri ile yarışmak zorunda olmamalı muhalefet.
Bizim evini kapısını çalanlar arasında Saadet, Deva ve Gelecek Partili arkadaşlarımız da olacak muhtemelen. Yoksa bu arkadaşlar ayrı ayrı mı ziyaret ederler bizi? Bilmiyorum. Onlara söyleyeceklerimi hazırladım bile ben. İttifak içinde üçlü ittifakı küçük kaygılarla gerçekleştirememiş olmalarının muhasebesini yapıp yapmadıklarını merak ettiğimi söyleyeceğim. Üçlü ittifakın hangi parti adı altında yapılabileceğini tartışmak yerine il bazında ittifakı niçin göz önüne almadıklarını da soracağım.
Millet ittifakından gelen fedakâr partililere Genel Merkezlerine iletilmek üzere bazı önemli ipuçları vereceğim. S-400 için 2,5 milyar para harcandı, hangarda duruyor, kullanılamayacağı besbelli iken bu israf neyin nesi demeyecek misiniz mitinglerinizde? İş bilmezliğin kara bir örneği değil mi bu?
Muhalefet için çaba sarf eden arkadaşlara bir sorum daha var. Hayır, bir soru değil, çok soru var da ben birine dikkat çekeceğim. Bir uçak mühendisi olarak Yeşilköy Hava Alanındaki pistlerin tahrip edilmesinin hiçbir makul gerekçesi olmadığını biliyorum. Bir israf kalemi de bu. Peki muhalefetteki arkadaşlar niye buna temas etmiyorlar?
Öyle çok konu var ki hepsi buraya sığmıyor. Yine de muhalefetin uzlaşmaya yatkın dilini ve üslubunu olumlu bulduğumu söylemeliyim. Ne diyordu Nabi: “Bir devlet için çerha temennâdan usandık/ Bir vasl için ağyâra müdârâdan usandık” Sonra da ekliyordu: “Bir yar için ağyar ile gavgadan usandık”.
Seçime ne kaldı şurada? Bu seçimi bir demokrasi şölenine çevirmek elimizde. Bakmayın siz, seçimi darbe olarak gören cahillere, işgalcilerle istiklal taraftarları arasındaki bir mücadele sanan demokrasi nasipsizlerine, iktidar değişikliğini Türkiye’nin tam bağımsızlığına darbe sayan köhne zihniyetlere… Elif Ömürlü Uyar söylüyor: “Hengâm-ı güle, nûş-i müle şunda ne kaldı.”
mtekeli35@gmail.com
@mtekeli35