Havacılık tarihi üzücü kazalarla doludur. Bu alanın öncülerinden kazalarda hayatını kaybedenler az değildir. Bir mukayese yapılacak olsa, sanırım helikopter kazası ihtimali uçak kazası ihtimaline göre daha yüksek çıkar. Böyle bir mukayese var mı bilmiyorum, ama diyelim uçuş saatleri esas alınarak yapılacak bir kıyaslama helikopterlerdeki riskin daha büyük olduğunu gösterecektir.
Afganistan’daki helikopter kazası elbette hepimizi çok üzdü. Bu kazanın sebebini henüz tam olarak bilmiyoruz. Teknik bir arıza gibi duruyor. On iki askerimize ve dört Afganlı kardeşimize rahmet, yakınlarına başsağlığı diliyoruz. Bugünlerde iftihar kaynağımız Türk Yıldızlarının da bir pilotunu kaybettik. Allah’ın O’nu da rahmeti içerisine alması için duacıyız.
Bu tür kazalardan söz edince Muhsin Yazıcıoğlu’nu anmadan olmaz. O’nu, kaza mı suikast mı olduğu tartışmalı bir helikopter faciasında kaybettik. Bu güzel insana ve o kazada vefat edenlere de rahmet dileklerimizi gönderelim. Son dönemlerin iki tartışmalı kazası daha var. Bir: 1993’de, Kürt sorununa ilişkin, o gün için sıra dışı görüşleriyle bilinen Eşref Bitlis’in vefat ettiği ve Ergenekon çetesinin karışmış olma ihtimali yüksek uçak kazası. İki: Bir dizi ihmal ihtimalini akla getiren ve yedi nükleer fizik uzmanımızı yitirdiğimiz, 2007’de Isparta’da meydana gelen kaza. Hepsini rahmetle anıyoruz.
Afganistan’daki kaza bir başka tartışmayı da gündeme taşıdı. Bazıları “askerimizin Afganistan’da ne işi var?” diye sordu. Bu soruyu soranlar, Türkiye’nin içe kapanmasını, dış dünyaya kapılarını kapatmasını arzu edenler. Oysa Türkiye, elde ettiği büyümeyi her alanda Dünyaya açılarak temin ediyor. Bu dar anlayış sahiplerine kalsak mesela ‘EXPO 2020 için bu kadar para harcamaya ne gerek var’ derler. Ufku dar olanlara bazı gerçekleri nasıl anlatmalı!.. Başbakan Erdoğan bunları “ufukları Sivas’la İstanbul arasına sıkışmış olanlar” diye tanımlamak zorunda kaldı.
Biz büyük bir medeniyetin mirasçılarıyız. Tarihimiz, coğrafyamız, stratejik konumumuz, kültürümüz, ekonomik durumumuz ve her alandaki yüksek potansiyelimiz bizi dünyaya açık olmaya mecbur ediyor. Balkanlara arkasını dönmüş bir Türkiye, hangi alanda bir iddiaya sahip olabilir? Kosova, Arnavutluk ve Bosna Hersek birileri için bir şey ifade etmese de halkımızın bu coğrafyada olup bitenlere ilgisiz kaldığını söyleyebilir miyiz? Kafkasları görmezden gelirsek tarihimize ihanet etmiş olmaz mıyız? Ortadoğu’daki olayları içine sindirebilen bir Türkiye, bu tutumu mensup olduğu inanç manzumesinin neresine sığdırabilir? Komşularımızla sıfır sorun politikasının çöktüğünü konuşup duranlar, Suriye’deki katliamı sessizce seyretmemiz gerektiğini mi söylüyorlar acaba? Türkistan dünyasına muhabbeti olmayan bir kişi hayal edebiliyor muyuz? Yalnız Kuzeyi değil neredeyse Afrika’nın bütünü, Türkiye’yi bir model olarak görme eğilimine nasıl geldi dersiniz, dünyaya açık olmasaydık mümkün müydü bu? Şimdi Avrupa Birliğine girmek için gösterdiğimiz gayret de dünyaya açık olma politikasının gereği değil mi?
Evet, bu tür kazalar hepimizi üzüyor, ama unutmayalım, Türkiye’nin Afganistan’daki askerleri orada muharip güç olarak bulunmuyor. Oradaki askerlerimiz barışı korumaya ve güvenliği temine çalışıyor. Bu anlayış başka coğrafyalarda da kendini gösteriyor. Askerlerimiz Afganistan’da, Bosna’da, Kosova’da, Lübnan’da, Somali’de ve dünyanın başka yerlerinde ülkemize düşen sorumluluğu yerine getiriyor. Büyük ülke olmanın şartlarını hiç düşünmemiş olanların, içe kapanma derdinde olanların Türkiye’yi taşeronlukla suçlaması tam bir cehalettir. Kaldı ki Türkiye’nin bu coğrafyalara ilgisi sadece askeri alanla sınırlı değildir. Nakdi yardımlarla, eğitim yardımlarıyla, Üstadın tabiriyle buralara serptiğimiz çil çil kubbelere sahip çıkma anlayışıyla o coğrafyalarda bulunmak zorundayız. İhracatı nasıl artıracağız, kardeşlik ve dayanışma duygularını nasıl pekiştireceğiz?..
Dünyaya açılmaktan söz ettik madem, bir de İzmir’e bakalım. Bir zamanlar fuarcılığın başkenti olan İzmir’in mermer ve gelinlik fuarları dışında uluslararası boyut katabildiği ihtisas fuarları var mı? İstanbul’da, Antalya’da kongreler için salon, gelenler için otellerde yer bulunmazken bir kongre merkezi bile olmayan İzmir, acaba dünya kongre turizminin neresindedir? Kongre merkezinin sadece sözünü eden Aziz Beye ne diyelim şimdi biz? Süper ligde bir İzmir takımı olsun diye yanıp tutuşan İzmirliler, kim bilir kaç zamandır ne bir dünya takımı seyrettiler, ne de bu takımların seyircilerini ağırladılar. Ya iş dünyası… Uluslararası şirketleri çekebilecek bir atmosfer var mı İzmir’de? EXPO da olmasa neredeyse hapsedip kendimizi bu kente, yaşayıp gideceğiz, ıssız bir adada yaşar gibi… Peki, neden? Bir şehrin Başkanı Başkan olacak ki bu işlere el atsın. Lider ister kentler lider, ufku geniş yerel yöneticiler ister. İzmir’de olmayan budur…
İzmir’e sahip çıkmak için rakı-roka-balık yetmiyor.