Son on yılda Türkiye’deki değişimin farkında mıyız sizce? Yoksa denizdeki balık misali etrafımızı kuşatan bu dönüşümü görsek de fark etmiyor muyuz?
Değişim her alanı sardığı gibi tarımı da aldı içine. Türkiye’nin bir karar vermesi gerekiyordu. Eski usulde tarımsal üretime devam mı edecektik, yoksa bir ölçek değişikliğine mi gidecektik? Bunu nasıl sağlayacaktık? Bu can yakıcı soruların siyasi maliyetine katlanabilecek miydik?
Tarımsal işletmelerde ölçeğin büyütülmesi verimlilik açısından kaçınılmazdı. Aslında belki bunlardan daha önemlisi tarımı stratejik sektör olarak ele almak idi. Son on yılın anlayışı işte buna dayanmaktadır. Endüstriyel tarımın ve gıda sektörünün önemini bilen bir yönetimin buna uygun adımlar atması da kaçınılmazdı.
Atılan bu adımlarla Türkiye, yılda 62 milyar dolarlık bir tarımsal üretim gücüne ulaştı. Bu, Avrupa’da ilk sırada oluşumuzu da ifade ediyor. 16 milyar dolar olarak gerçekleşen tarım ürünleri ihracatımız henüz potansiyelimizin çok küçük bir kısmını göstermektedir.Gerçek tarım ürünleri ithalatı 10 milyardan biraz fazla olduğuna göre, Türkiye’de tarım sektörü 5 milyar doları aşan bir fazlaya sahiptir. Tarımda artık küresel bir aktör haline geldiğimizi kim inkâr edebilir? Türkiye, Dünyada yedinci büyük tarımsal ekonomi olurken arkasına aldığı güç, bilimsel anlayıştır.
Güzel Türkçemiz, ekmek yanındaki her şeyi katık olarak görür. Yani asli unsur ekmektir. Kısaca söylersek tahıl üretiminde sadece üretim artışı değil onun yanında kalite artışı da sağlanmıştır. Verim kaygısı güdenlerin bu sonucu elde etmesi zaten beklenen bir şeydir.
Bir eski söz var: “Buğday ile koyun/ Gerisi Oyun”.Buradan anlıyoruz ki Anadolu’nun doğal ürünü bir taraftan tahıl, diğer taraftan küçükbaş hayvandır. Öylesine yer etmiştir ki insanımızın zihninde, zenginlik ölçüsü sahip olunan koyun sayısıdır. Türküyü hatırlayalım,“Kekliği düz ovada avlayalım” diye başlayan türküyü. Bu türkünün sonu ne kadar ilginçtir: “Aslı yok yaylasında bin beş yüz koyunum var benim/ Herkes kesesinden yesin içsin ziyafetim var benim”. Şimdi küçükbaş ve büyükbaş hayvan sayısında hem sayı artıyor, hem de kültür ırkı yani verimi çok yüksek ırk artıyor. Bunlar kolayına olmuyor. Hayvancılığa verilen destekler büyükçiftlikleri de beraberinde getirdi. Bu yazıyı rakamlara boğmak doğru değil belki ama örnek olsun diye söyleyelim, Türkiye’nin yıllık süt üretimi 2002’ye göre iki misli artarak 15 milyon tona çıktı. Benzer bir durum kırmızı et için de geçerli. Belki bunlardan daha önemlisi hayvan veriminin artmış olması.
Bunları söylerken bir maksadım var. Tarım alanında akıl almaz bir bilgi kirliliği ile uğraşmak zorundayız. ‘Tarım bitti, hayvancılık öldü’ diye kıyameti kopartanların yalancılığını ve cahilliğini ortaya koymaya yukarda verdiğim rakamlar yeter. Bir ay olmadı, CNN Türk Radyoda, Cem Seymen diye birinin programını dinledim. Bu kişinin sanırım tarımla zerre kadar ilgisi yok. Biraz olsaydı hiç değilse Bakanlığın internet sitesindeki birkaç rakama bakardı. Her cümlesi bilgisizlik, yalnız bilgisizlik değil, biraz da kötü niyet kokuyordu. Hayvancılığın bittiğinden dem vurup duruyordu. Bu konuyu Tarım Bakanı Mehdi Eker’e anlattım ve televizyonlarda hiçbir tarım programı olmadığını vurgulayarak bir şeyler yapmak gerektiğini ifade ettim. O programdan haberi varmış Bakan Beyin. Cem Seymen, “cahilliğime sayın, özür dilerim” demiş Mehdi Beye. Bu bilgi kirliliği konusunda, Star Gazetesinin Tarım Eki yazarı İsmail Uğural benden daha dertli. Her yazısında bunları açıklamaya çalışıyor. Ona daha büyük platformlarda sesini duyurma imkânı vermek gerekiyor. TRT’nin bu konudaki vurdumduymazlığı ise ayrı bir hikâye…
Mehdi Eker ve İsmail Uğuraltarım entellektüelleri diye bir kavramdan söz ediyorlar. Kolayca katma değer elde edeceğimiz sektörlerin başında tarım geliyor. İşte burada,tarım bilgelerine çok iş düşüyor.
Bu yazıda çok zorlandım. O kadar çok şey var ki ele almam gereken. Oysa yerim çoktan doldu. Ne yapalım, demek kibir yazıya daha ihtiyaç var. İzmir’in potansiyelini ve EXPO 2020’ye tarımın katkısını konuşmadan olmaz.