Molla Kasım, geçen haftaki “Fransa Nelerle Uğraşıyor?” başlıklı yazımdan sonra biraz kızgın, biraz meraklı bir edayla aradı. Bana uyarıları vardı. Sıtkı Şükürer’in burada da ele aldığım yazısından sonra çıkan iki eleştiri yazısında çok temel iki nokta varmış. Bunları görmezden gelirsem meselenin can damarını kaçırmış olurmuşum ki bana yakıştıramazmış. Aklına takılan ikinci hususu da açıkladı: Çözüm süreci konusunda hiçbir şey söylememek ne demeye geliyormuş. ‘Daha söyleriz’ dediysem de bu sefer kızgın bir tavırla, ‘iş işten geçtikten sonra mı’ diye çıkıştı bana. Molla Kasım’ın yargılarına çok güvendiğim için söylediklerine itirazım olamaz.
Molla Kasım’ın ele almamı istediği ilk yazı 21 Mart’ta Hamdi Türkmen’in köşesinde çıktı. “Kök’süz Şıracılar” başlıklı yazı o köşede çıktı ama bir başkasına ait, Oktay Gökdemir’e. Bu yazıda bir cümle var: “Türkiye’nin tam anlamıyla bir restorasyon sürecinden geçtiği şu günlerde dönüştürül(e)memiş ne kadar kurum, kavram ve oluşum varsa, hepsi ciddi bir tehdit ile karşı karşıya.” Türkçesi sorunlu bu cümlenin. Restorasyon gibi müspet çağrışımlar yapan bir kelimeyle tehdit gibi menfi çağrışımlar yapan bir kelimeyi bir arada kullanmakla ortaya çıkıyor kastettiğim sorun. Asıl önemli olan bu değil. Türkiye’de elbette bir restorasyon var. Merak ettiğimiz şey şu: Hangi kurum, kavram ve oluşum tehdit altında? Demokratikleşme, hesap vermeden Türkiye’yi yönetmeye alışmış elitlerin iktidarını sarstı. Tehdit altında olan bu iktidar mı yoksa? Ekonomik istikrar, faiz ve rant gelirlerine alışmış çevrelerin çıkarlarını zedeledi. Ciddi bir tehditle karşı karşıya bu çevreler, doğru. Türkiye’nin başına terör belasını saran ve en aşırı şekliyle uygulanan ulus devlet kavramı mı tehdit altında diye kaygı duyulan? Yazarları korkutan ne, asker ve yargı vesayetinin kalkması mı?
Molla Kasım’ın ikinci talebi Erdal İzgi’nin 19 Mart tarihli yazısıyla ilgili. “O ağız yine konuştu” başlıklı, Sıtkı Şükürer’in söylemlerinin güya eleştirildiği yazının üslubu bir hayli sorunlu. Ben ‘eleştirildiği’ dedim ama siz çok daha fazlasını düşünün. Sebep çok açık: Sıtkı Şükürer’i anlayamamak. Eğer biraz anlamış olsaydı, Yazar, yazının sonunda “Evvel Allah soyumuz, kimliğimiz bellidir” gibi garip bir ifadeyi kullanmazdı. Soysuzluk kelimesinin Türkçede hangi anlamda kullanıldığını biliyoruz. Şükürer’in söylediklerinin soysuzlukla ne ilgisi var Allah aşkına… Bu nasıl bir sığlıktır? Nereden kaynaklanıyor bu linç arzusu?
Aslında Molla Kasım’ın bir ikazı daha var. Erol Yaraş 5 Nisan 2013 tarihli “Zirvede İzmir yoktu” başlıklı yazısında Uludağ Ekonomi Zirvesi’ni ele alıyor ve şunu soruyor: “Madem biz yani İzmirliler çok önemliyiz, bulunmaz Hint kumaşıyız, niye Uludağ’da bir temsilcimiz yoktu. Neden bölgemizin ekonomik potansiyeli Türkiye’nin konuşulduğu bir ortamda anlatılmadı.” Aslında Erol Bey, sorduğu sorunun cevabını kendisi veriyor. Diyor ki: “Bakın gerçeği kabul edin yıllardır birçok konuda risk almadığınız için artık İzmirliler ulusal veya uluslararası oyuncu olamıyor.” İşte bu… Çünkü dikkatli okunursa, Sıtkı Şükürer’in yazılarında da aynı şey söyleniyor. Anlamak isteyenlere…
Çözüm süreci çok iyi gidiyor. Akil insanlar Türkiye’nin pek çok yerinde toplantılar yapıyorlar, konuşmaktan çok dinliyorlar. Yüzlerce toplantının sadece bir kaçında küçük tartışmalar çıktı. Bu da gayet normal.
Ben akil insanların İzmir temaslarını izledim biraz. Toplantılarda olup bitenleri aktardı kimi arkadaşlarım. Kanal35’de Tarık Yenen, gayet yerinde sorularla Fehmi Koru ve Avni Özgürel’den İzmir izlenimlerini aldı. Şu husus öne çıktı: İzmir ve Ege çözümün arkasında… Silahların susmasına, akan kanın durmasına Ege ve İzmir niye itiraz etsin ki… Egelilerin desteği gün geçtikçe artıyor… Birilerini rahatsız etse de, kamuoyu yoklamaları böyle diyor… Bir soru var: Silah bırakanlara ne verildi? Cevap şu cümlede saklı: Bu ülkenin dinamikleri, herkesi sorunları siyaset içinde çözmeye zorladı.
İşte gördünüz, Molla Kasım yalnız beni takip etmiyor. Gözü başkalarının da üstünde.